Hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2023 Salı

BENİ BÖYLE DE SEVER MİSİN? 1. BÖLÜM

         



             Şimdi aldığım kilolara bakıyorum da "Bu nasıl oldu." diyorum. Dediğim gibi oldu, aynen dediğim gibi. Ne otobüse rahat binebiliyorum, ne minibüse. Beni gören şöyle iğrenerek bakıyor, belki acıyarak. Ben büyük bir suç işlemiş olmanın ezikliği içinde, elimdeki kalan poğaçamdan bir ısırık daha alıyorum.


            Aynalara bakamıyorum, eskiden önünden geçtiğim dükkan camlarında olurdu gözüm. Alımlı bir kadını gördüğümden midir bilinmez, tekrar tekrar vitrinlere bakardım. O seni heyecanla beklediğim günlerde daha da güzeldim hatırla. Sen beni almaya geldiğinde "Seni her gördüğümde aşık oluyorum" derdin.

           Arkadaşlarla gittiğimiz kafelerde ilk önce açılışı bir kahveyle yapıyorum. Sonra bir büyük pizza dilimi, büyük boy patates, büyük şişe kola, arkasından tatlı. Biraz daha oturduğumuzda midem kazınıyor, bir de fondü söylüyorum. Sonra bir de çilekli milkshake. Arkadaşlarımın sayısı gittikçe azalıyor.
     
           Sabahtan açıyorum televizyonu ve bütün sabah programlarını, bruncha dönen kahvaltı eşliğinde izliyorum. Aslında programlar kahvaltıma eşlik ediyor. Bütün gün kapıyı çalan yok. Telefonda hiç arama mevcut değil. İçim sıkılıyor, buzdolabına doğru yürüyorum. Dünden kalma pastayı mideme indiriyorum. Öğleden sonra biraz dışarı çıksam iyi olur deyip, giyim mağazalarını şöyle bir yokluyorum. İçeri girmek mümkün mü? Bedava dağıtıldığını zannettikleri giysiler ellerinde, bekleşen kalabalığı yararak yukarı çıkıyorum. Soyunma kabinlerinin önü neredeyse kasaya kadar uzanmış, kasadaki sıranın da giriş kapısına dayanmış olduğu insanlarla dolu mağazada, kendime göre bir şey bulmam mümkün değil. Girişim nasıl zorluklarla gerçekleştiyse aynen öyle de çıkıyorum.

            Sen gittin ve herkes ölmeye başladı. İçimdeki daralma hiç geçmiyor. Nereye gitsem bir boşluk, anlamsız sohbetler ve faydasız geçirilen zamanlar. Zamanla anlıyorum ki bu hiç geçmeyecek. Bense içimdeki boşluğu doldurmaya çalışırken daha çok yiyorum. Yediklerim yeterli olmayınca da üstüne çerezlik bir şeyler alıyorum.

           Gece de bir korku filmi açıyorum korkmak için ve yanında mısır. Patlamış mısır beni çok duygulandırır bilirsin. Mısır yedikçe ağlıyorum. Film çok hüzünlü bildiğin gibi değil. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, ben dışarı çıkıyorum, koşturarak evlerine kaçanlara bakarak.

           Kapıya gelen olunca hiç sesimi çıkarmıyorum ki gitsinler. Ya çok erken çıkıyorum dışarı ya da çok geç. Gören olmasın diye yapıyorum bunu.  Akşam olunca balkondan dışarıyı seyrediyorum. Ankara'nın kenar mahallelerinden gelen o is kokusunu ciğerlerime çekiyorum. Bu evlerde kaç aile aç diye üzülüyorum. Gün içinde yaptığım en anlamlı iş ise sokaktaki hayvanlara yiyecek bırakmak oluyor. "Onlar da yesinler, herkes yesin doysun" diyorum.

           "Sen gidersen, çok üzülür kendimi bırakırım" demiştim, dinlemedin. hep başkalarını düşündüğümden kızardın bana. "Biraz da kendini düşün az bencil ol." derdin. Görmeyeli aylar oldu telefonda konuşmak yetiyor mu sanıyorsun. Hep çok meşgulsün hep ilgilenecek işlerin var. Para bu kadar önemli mi? Oysa benim senden maddi hiçbir beklentim olmadı. Karşılıksızdı benim sevgim. Biliyordun insanları çıkarları için kullananları sevmediğimi.


2. Bolum

8 Eylül 2021 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ





ÖĞRETMEN OLMAK

               Yıllar ne çabuk geçiyor kuzum. Şimdi aynalara baktığımda tanıyamadığım bir yüz görüyorum, bana yabancı. Dilimde bir şiir...


ZİLLER ÇALACACAK

Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ içimden birisi gidecek ardınızdan uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.

Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan...
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

Sonra bir gün zil çalacak yine,
Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak...
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Tâ içimden birisi kalacak oralarda...
Ben gideceğim.

ZEKİ ÖMER DEFNE


                    Hatırlıyorum da bir gün bir öğrencim...  

                    Her gün, birçok öğrencim de aklımdan öyle çıkmıyordu. Bunun için kendimi zorlamıyordum. Aferin desinler diye yapmadım, teşekkür etsinler diye değil. Evlerine gidip ailelerini ziyaret ettiğimde, ihtiyaçları olduğunda yanlarında olduğumda...  Hatta vefasız olabileceklerini hep biliyordum. Genç onlar, başka hayalleri, düşünceleri var. Toprağa atılan tohum gibi unuttum yaptıklarımı. Bir ağaç olduklarında, meyve beklemedim.  

                    Her bir sınav kağıdını özenle okurken, cevaplardaki yanlışları kırmızı kalemle belirtip ya da doğrusunu yanına üşenmeden yazdıktan sonra, bazen dikkat etmeleri gerekenlere dikkat çektiğimde bile, karşılığında bir şey beklemedim. Sınav kağıtlarını dağıttım ardından, kontrol etmelerine izin verdim. Kendilerince hata bulduklarında, itiraz ettiklerinde, cezalandırmadım, tebrik ettim ki, gelecek hayatlarında kendilerine haksızlık edildiğinde ya da haksızlığa uğrandığını düşündükleri zaman, kimseden korkmadan medenice haklarını arasınlar.  Onları büyük bir sabırla ve şefkatle dinledim her zaman. İstedim ki dinlemeyi bilsinler. Saygı gösterdim ki, kendilerine ve başkalarına gereken saygıyı göstersinler.  

                    Nasihat etmekten çok, doğrusunu yaşamayı seçtim. Konuşmaktan çok yaşayan bir insan olmaları için çalıştım. İyi bir insan olmanın her şeyden daha önemli olduğunu anlattım onlara, anlayışlı oldum ki onlar da öyle olsunlar. Görevimi en iyi şekilde tamamlamaya çalıştım her gün. . Yalan söylemedim, söylemesinler istedim. Bazen benimle dalga geçerlerdi, ben de kendimle dalga geçerdim, gülerdik. Rahatça kendilerini ifade etsinler, onlar da duydukları sözlere alınganlık etmesinler diye düşündüm. Herkesin kusuru var, bilmediği birçok şey ve dışındaki her varlık kendi kadar değerli, bunu bilsinler istedim. 

                    Dünyada kapladığımız yer kadarız demek istedim. Ayrım yapmadım, adaletli davrandım ki onlar da ileride adaleti elden bırakmasınlar. Taraftarlığın futbol için bile olsa, ne kadar tehlikeli olduğuna dikkat çektim ki fanatizmin hiçbir çeşidine pirim vermesinler. Taraftarın gözü kördür, kulağı sağır, beyni yanlışa açıktır. Acımasızdır, empati yoksunudur. Bizden olan vardır onun için, diğerleri yoktur. Diğerleri ölmese bile, ölü gibi olsun istenir. Taraftarla, doğruyu bulma amaçlı tartışmak mümkün değildir. Kendi doğruları vardır, ufku dardır, farklı açılardan bakamaz olaylara. Onun için tek bir açı vardır. Nefretten ve kinden beslenir ki bu, tüm insanlık için tehlikelidir.

                      Kısacası ben iyi ve örnek bir insan modeli olmaya çalıştım onlara.  Bilgi elbet verilir, istendiğinde her şekilde zaten öğrenilir. 

                      Şimdi geçmişe ve o güzel yıllara hayalimde döndüğümde içimde buruk bir hüzün, büyük bir huzur var. Öğrencilerim benim en büyük zenginliğim. Hayatım için yapmış olduğum en doğru yatırım. Onlarla gurur duyuyorum.

                       O bunları bana anlattığında biraz hüzünle dinledim. Şimdi ben de kendim için bir şeyler yapmalıydım. Öyle bir şey olmalı ki bu, onun yaşadığı mutluluğu bana da tattıracak, küçük fakat anlamlı bir şey olsun. Benim öğretmenlik konusunda ümidim kalmadı artık. Atama yapılsın diye yıllardır bekliyorum fakat hiçbir şey değişmiyor. Hiç değilse bu hikayeyi sonsuzluğa bırakayım. Siz de benimle birlikte bu hikayeye ortak olun.


Not: Ağaç Ev Sohbetlerinin bu ayki konusu öğretmenlik olduğu için bir öğretmenin gözünden böyle bir hikaye çıktı ortaya. 

Sevgili Momentos Hikayemi Spotify'da o güzel yorumuyla seslendirmiş onu da buraya bırakmak istedim. Kendisine çok teşekkür ediyorum.

https://open.spotify.com/episode/4FHAVxSnGClNR2dOjNovcF?si=8d58a3e50a8c4f07

                    


5 Temmuz 2021 Pazartesi

ÇÖPLERİN KRALİÇESİ

             






            Sinekler üşüşüyor üzerime. Gri çöp bidonları ekmek kokuyor. Demir bi çubukla eşeliyorum çöpleri. Yemek artıkları bazen ellerime bulaşıyor, yapış yapış oluyor ellerim. Üzerime siliyorum, sinekler tekrar saldırıyor. Geceleri çıkıyorum sokaklara, karanlık içinde kayboluyorum. Etrafta kimse kalmayınca sokaklar, çöplere ve bana kalıyor.

            Ekmeğimi çöpten çıkarıyorum ben. Kibarca, "Geri dönüşüm" diyorlar. Petler (plastik renksiz her türlü şişe) çok değerli. Hani suyu içtikten sonra oraya buraya bırakıyorsunuz ya, onlar bizim altınımız. Altın bulduk mu seviniyoruz. Naylon ve plastik de değerli. Yanlışlıkla bakır buldum mu değmeyin o zaman keyfime o da elmas gibi bi şey. Hurda niyetine atılan metal cihazların hepsini parçalayıp un ufak ediyoruz. Kablosu ayrı, demiri ayrı, plastiği ayrı. Bir de teneke kutular. Yollarda akşamları içilen biraların kutuları. Kola kutuları onlar da çok değerli. 

            Yorgunluktan ayağım takılıyor düşüyorum. 

            Açım...

            Kendime geldiğimde çubuğuma tutunarak kalkıyorum. Çubuğumdan başka yardıma koşan da yok. Kaldırıma oturup biraz daha toparlanınca işime tekrar geri dönüyorum. Alnımı kaldırıma vurmuşum, morluk günlerce geçmiyor.
 
             Bazen, atılmış kuru ama bozulmamış pizza bulursam o gün bayram yapıyorum. Hele bi de dibinde biraz kalmış, kola şişesi denk gelirse şansıma. Kimi bayat ekmek, küflü peynir atıyor. Kenarlarını temizleyip biraz yıkayabilirsem, onu da yiyorum. Pazar toplanırken gidiyorum. Yere atılan ne varsa yenilebilir, topluyorum. Ezilmiş domatesleri rendeliyorum, biraz biber olursa, kırık yumurtalardan bi güzel menemen yapıyorum. Geçen gittiğimde bezelye atmışlardı. Çürümüş yaprakların içinde temiz kalan bezelyelerden yemek yaptım. Erimiş kayısılardan da püre. Şeker koymadım tabii zararlı ya (!) Tatlı niyetine yiyorum birkaç kaşık.

            Şimdilerde terk edilmiş ev bulmak da zor. Boşluk gördüler mi dikiyorlar apartmanı. Başımı sokacak bi yer buldum. Eşyalarımın hepsini de çöpten topladım. Öyle güzel oldu ki bakmaya doyamıyorum. Geçmişimi bilmiyorum, nasıldım, ne yapıyordum, kimdim ben bu derde düşmeden önce. En son hatırladığım kapından kovmuştun beni. Uzun süre bekledim içeri girmeyi. Orada öylece, yağmurda çamurda, güneşin altında günlerce...

              Kapı ya da cam her açıldığında umutlandım. Acaba bugün bana bakacak mı diye. Bakmadın, yüzünü bir kez olsun çevirip, bakmadın. Hızlı adımlarla çıktın evden, kalabalıklarla girdin içeri. Kahkahaları duydum pencerenden, eğleniyordun belliydi. Sessizce gittim oradan, nereye gittiğimi bilmeden. Sonra ara sıra geldim, uzaktan izledim. Parfüm kokuları sızıyordu dışarı. 

              Yeni bi hayat kurmak istedim gücüm yoktu. İş aradım bulamadım. Kapılar yüzüme kapandıkça kapandı. Bu işi yapmaya başladım sonra. Bi ablanın deposunda kaldım bi süre. Tuvalette klozet kırıktı, yarısı dışarı akıyordu çişin. Çöpten bi klozet bulamaz mıydık acaba? Ablaya yardım ediyorum gündüzleri. Kağıtları, plastikleri, naylonları, petleri ayırıp konteynırlara yüklüyorum. Demirlerin arasında oradan oraya koşturuyorum. Demir yığınlarının altında kaldım bir gün. Kaburgalarım ezildi, kırıldı zannettim, ağrısı aylarca geçmedi. 

           Bazı günler atılmış kitapları okuyorum. Kafka en çok sevdiğim. Hani bir gün böçek olarak uyanıyor ya Gregor benim gibi. Gregor tatlım, senin kıymetin hiç bilinmedi. Oysa sen bir kelebek olmalıydın değil mi? Tolstoy okuyorum "İnsan ne ile yaşar?" diyorum. Uzun uzun düşünüyorum bunu. İnsan umutla yaşar Tolstoy amca. Umut olmayınca ne kalır geri. Sizler de olmasanız kim anlar beni. Anton okuyorum sonra. O kadar mı seviyordun o kadını, hep bir yerlerde bırakmak zorunda kaldığın. Hikayelerinde mutlaka bir yerde o vardı. Peki ya Genç Werter neden acılar içinde kaldı? Ölmek bu kadar güzel miydi? Ah Genç Werter, boş umutlara bel bağladın. Bence buna sebep, senin hassas ruhundu. Sen güzeldin, güzel sevdin. 

            Deponun bir odasında ben kalıyorum şimdi. Klozet buldum taktım. Mutfağımın penceresine fırfırlı tüller yaptım yine hepsi çöpten. Atılmış bir koltuk bir de çekyat buldum. Üzerine yine çöpten bulduğum çiçekli örtüleri diktim. Bir ayna buldum birazı kararmış, onu duvara astım. Altına bir sehpa koydum. Üzerinde çöpte bulduğum rujlar, farlar, kalemler var. İçimden gelince makyaj yapıyorum. Dibinde biraz kalan parfümleri atıyorlar sokağa. İyi ki atıyorlar kimi çok pahalı marka. Onlardan da sürdüm mü mis gibi kokuyorum. Güzelim hala çok güzel. 

             Bir gün çöpte bir taç buldum. O gece saçlarımı kağıtlara sardım. Sabah bukle bukle olmuşlardı. Başıma tacımı taktım, bütün gün öyle gezdim. Kraliçe gibi hissettim kendimi.

              Artık para da umurumda değil. Çöpte her şey var. Dünyanın en zengini benim.




14 Aralık 2020 Pazartesi

UZAK DURMAYA SEBEP


Onu uzaktan ilk  gördüğünde biliyordu.

Tam da yanına gitmek üzereydi neredeyse elini uzattığında omuzuna dokunacaktı.

Birinde evlenmişlerdi. Çok hastaydı ölümüne yakın bir deri bir kemik kalmış, gözlerinin önünde eriyip gitmişti.

Birinde okul arkadaşıydılar. Sokak kavgasında vuruluyordu.

Birinde aynı yerde çalışıyorlardı. Asansör düşüyordu ölüyordu.

Birinde aynı mahallede oturuyorlardı. Trafik kazasında ölüyordu.

Birinde ve diğer bütün birlikteliklerinde öldüğünü görmüştü. Defalarca aynı acıyı onlarca kez yaşamıştı. Ellerinde öylece ölüp gidiyordu. Bunu engellemesi imkansız görünüyordu. Her seferinde haykırarak çığlık atarak ağlıyordu.

Durdu ve yolunu değiştirdi.

Böylesi daha iyi oldu dedi. Önemli olan onun varlığı. Var olsun uzakta olsun elbet mutlu olur. Bir gün birini bulur evlenir. Bir kızı olur gözleri sevgiyle bakan. Sonra yazdığı kitaba döndü. Büyük evinin denize bakan balkonlu mutfağında kahvesini içerken gülümsedi.

15 Ağustos 2020 Cumartesi

MAHKUM

             


          30 yıllık kürek mahkumluğu. 30 yıllık zindan. Hücrede güneş görmeden, bileklerimden zincirli geçen 30 yıl. Küçük pencereden, demirlerin arasında görebildiğim mavi gökyüzünün altında, gün ışığının aydınlattığı kırlarda dolaştığını hayal ettiğim insanlar, benim burada çektiklerimden habersiz olacaklar. Duvarlara tırnaklarımla kazıdığım çizgiler benim ne yaşadığımı gördüler. 

          Çizgiler...  

          Her biri birbirine benzemez eğrelti duruşlarıyla seyrettiler gözyaşlarımı. Avuçlarım kan doldu. Çizdikçe yaşadığıma inancım arttı. Çizdikçe var oldum.

          Arada bir demir kapının altındaki küçük kapaktan atılan yiyecekler, üstüne tükürülmüş kuru ekmekler ve farelerin kemirdiğı parçalar... 

          Ölmemek için çaba gösteriyorum artık. Kapıdan çıkarken zincirlerimi sürüyorum yerlerde. Saçım başım dağılmış. Ellerim nasır tutmuş, ayak bileklerim morarmış. Ayak tabanlarım cayır cayır yanıyor, ağrıdan uyuyamıyorum bazı gecelerde.

           Kürekler...

           Yüklendikçe ağırlaşan, ağırlaştıkça yüklendiğim kürekler. Onların ne olduğunu bir ben biliyorum. Onlarla yaşanmaz fakat onlarsız bi hayatım da yok benim. Varlıklarına katlanmak zor. Kürekleri çekerken, akan damlalar denize karışıyor sessizce. Döndükçe dönüyor kürekler, suya vurdukça çıkan sesler beynimi dağıtıyor.  Küçük aralıktan sızan ışığın güneş olduğunu biliyorum. Güneş beni bilmiyor. Hep ilk defa görmüşcesine bakıyorum. Bana hiç uğramıyor. Onun benden haberi yok. Kendi yalnızlığım ve çektiğim kürekler dışında kimse de yok. Burası karanlık. 

          Hayal meyal seçebildiğim insanlar, onlar da mahkum. Ne ben onların çektiklerini hissediyorum ne onlar benimkini. Herkes kendi dünyasında ve kendi kürekleriyle yaşamaya çalışıyor.

          Sevdiğim unutmuş mudur? En son hangi halimle hatırlıyor?

            Gardiyanlar insafsız,. İğrenç bakışları hep üzerimde geziniyor. Bir yanlış gördüler mi kırbaçları sırtımda şaklıyor. Kırbaçların rengi tıpkı yüzleri gibi simsiyah. Gözleri kısık ve kırmızı. Hepsi birer uşak. Efendilerinin hizmetine girmişler, efendilerine dönüşüyorlar kırbaçları şakladığında. Efendilerinin kahkahasını dinliyorum. O, korkunç yeri göğü inleten kahkahası, ben kalbime döndüğümde yaşlı zayıf bir kadının, kısık kısık gülmesine dönüşüyor. "Kih kih kih kih." Gül şimdi gülebildiğin kadar. Ben de o günü bekliyorum ki senin aşağılandığın, hizmetine girenleri terk ettiğin o günü. Hepsinin yaptıklarına pişman olduğu o günü. Yüzüne tükürdüğüm o günü bekliyorum.

          Seyirciler var bir de kürek mahkumlarını izlemeye gelen.  Yüzleri  pudralı, dudakları kırmızı, saçları lüle lüle kadınlar.  Soluk benizlerinde maske gibi envai çeşit boyalar. Bizimle ilgilenmiyorlar esasen,  görmek istedikleri  bizim çektiğimiz çile. Çilelerimizi izlemeye, kikir kikir gülmeye geliyorlar. Çilelerimiz onlar için süslü, nakışlı.

          Uyanamadığım kâbuslardayım hep... Seni görüyorum. Yürüyorsun, arkandan geliyorum. Seni hiçbirinde bulamıyorum. Sen hep uzaklaşıyorsun ben sana ulaşamıyorum. Kum tepeleri üzerinde yalınayak... Ne arıyorsun, nereye gidiyorsun? Belki sen de bulamadın izimi. Ben hep senin peşindeyim sen beni göremiyorsun. Fakat güneş, bedenimden geçip kalbimi yakıyor. Seni bitmeyen seraplarda görüyorum gündüz. Gece yıldızlara körüm.

            Kürek mahkumu kadın da olur muymuş diyorum içimden, burada ne arıyorum ben?

18 Mayıs 2020 Pazartesi

ANNANEMİN FOTOĞRAFI




       Uzunca bir süredir kendimle konuşuyorum. Bazen de yazışıyorum. Öteki benin bunları okumadığını biliyorum. Oysa ne çok istedim beni anlamasını. Hiç duymak istemedi, hep reddetti. Belki bi cümleyi, içten yazılmış tek bi cümleyi okumak için azıcık hevesi olsaydı, her şey değişirdi.

       Annanem ben doğmadan önce öldüğü için, çocukluğumda onun yokluğunun acısını çok çektim. Birçok çocuk için bu, öyle kısaca üzerinde durulup, unutulacak bir şey olmasına rağmen neden bilmiyorum benim için bi travma gibiydi. Belki fazla hassas olduğum içindi. Belki de babannemin bana karşı sevgisizliğini, var olsaydı giderecek bir figürdü.

       Dedem benimle ne kadar ilgiliyse babannem de o kadar ilgisizdi. O hep ablamı sever, onu düşünür, benim görmediğim yerde ablamın ceplerini doldururdu. Babannemde bu ayrımcı sevgi sadece torunlarına karşı değildi elbette. En küçük çocuğunu her zaman diğerlerinden daha fazla sever kollardı. Kardeşler arasında o kadar alışılmış bir şeydi ki bu, itiraz edilmezdi. Babam çocukluğunda bulduğu her işte çalışıp evin ihtiyaçlarına katkı verirken, küçük kardeş, hep küçük kaldığı için durumundan memnun, rahat yaşamayı seven bi adam olmuştu. Kendini zorlayacak hiçbir işe atılmamış, kumarda kaybettiği paralar, babannem tarafından bir şekilde ödenmişti. Sadece babam değil tüm kardeşler onun ihtiyaçlarını karşılamak için vardı. At yarışlarına bağımlı, bi adam olup çıkmıştı. Eski ev yıkılıp apartman olduğunda, verilen daireler kardeşlere ortak paylaştırılırken tek daire amcama tahsis edilmişti.  Babannemin bu hali son nefesine kadar devam etti. Ölmeden önce dert ettiği tek evladı da oydu.
Amcam hala hayatta. Bu kez de oğlu, gelini ve dünürleri tarafından korunup kollanmakta, tüm ihtiyaçları yine başkaları tarafından karşılanmakta. Zannediyorum bazı insanlar hayatları boyunca hep şanslılar.

       Annanemden bahsetmeye devam edelim. Annem, onun çok becerikli ve iyi huylu olduğunu anlatırdı her zaman.
Çocuklugumda, annanemin fotoğrafına bakar ağlardım. Öldüğü için kızardım biraz da. Allah istese onu yaşatabilirdi neden yapmamıştı? O yaşasaydı her şey farklı olabilirdi. Annem kafayı temizlikle bozmuş bi kadındı. Sabahtan akşama kadar bitmeyen meşguliyeti yüzünden, ben de hep yalnız başıma bütün gün sokakta oynardım. Ne vardı evde bitmeyen? Bana neden zaman kalmıyordu. Sanki bütün işler oylanması için bi fırsatı ki sıra hiç bana gelmesindi. İstediği bir erkek çocuğa sahip değildi. Onlar bebekten arka arkaya ölmüşlerdi. Elde ben vardım ve yapacak bir şey yoktu. Annanem yanımızda olsaydı ona yardım edebilir, annem de bana kalırdı. Ya da birlikte evcilik oynar sokağa çıkmak zorunda olmazdım. Saçlarımı uzun uzun tarardı belki. Dizine yatıp onun bana anlatacağı hikayeleri dinler hayaller kurardım. O olsaydı beni çok severdi. Annem ağladığında, onun gözyaşlarını silerdi sonra. Ben bir çocuktum fakat her şeyi çok düşünüyor, hafızamda tutuyordum. Düşüncelerimde tekrar tekrar yaşıyordum. Öğrenmeye olan isteğim hiç bitmiyordu.  Sırf bu yüzden tehlikeli işlere kalkışıyordum. Uzun aramalar sonucunda hep beklenmedik yerlerden çıkıyordum.  Arkadaşlarım pek tekin olmayabiliyordu. Bunların hepsi bir çocuk için çok fazlaydı.

       O yoktu. Ben yalnızdım. Bu yalnızlığımı onunla ilgili fakat hiç gerçekleşmeyecek hayaller kurarak gidermeye çalışıyordum. Avucumda tuttuğum fotoğrafı uzun uzun inceliyordum. Solgun, düşünceli gözleriyle bakıyordu fotoğrafta.  Hiçbir şey söylemek istemiyor gibiydi. Yalnız ve çaresizdi.

       Köye gittiğimizde eksikliğini yine hissediyordum.  Yağlı, pulbiberli ekmeğimi camdan uzatan o değildi. Tuhaf olan, benden başka kimse onu özlemiyor gibiydi. Ondan bahsedildiğini hiç duymuyordum. Unutmuşlar mıydı?
Teyzem, konuştuğu zaman kendini dinleten bir kadındır fakat ağzından annaneme dair ufak bi hatıra bile duymadım. Annanem öldüğünde iki yaşındaymış teyzem, o da bi anda öyle kimsesiz kalmış. Teyzemi, dayımın eşi büyütmüş. O yuzden onu anne gibi sever.

       Birkaç yıl önce teyzemin kızı olan kuzenimle konuşuyoruz. Psikiyatriye gittiğini ve ilaç aldığını söylüyor. Yaşama isteğinin olmadığını, hayatta kalabilmek için çok çaba sarfettiğini anlatıyor.
Ben buna çok şaşırıyorum. Oldukça güzel, zeki, ayakları üzerinde durabilen çalışkan bi kız. Bunları konuştuğumuz zaman, onun da iki yaşinda bir kızı var. Depresyonu hakkında uzun uzun konuştuktan sonra bana diyor ki "Biliyor musun psikolojik rahatsızlıkların  kökeni aileye dayanıyor. Annanem de intihar etmişti." Ben bunu duyunca şoka giriyorum. "Bunu kim söyledi sana diyorum?" Çünkü o zamana kadar benim ölüm sebebi olarak bildigim, iç hastalığı. Kanser teşhisi konulamadı diye düşündüğumden, annanemin ölümü bende hep bi kanser şüphesini doğuruyor.

       Meğer annanem, dedemin baskılarına ve gelinleriyle yaşadıği sorunlara dayanamıyor zehir içiyor. Hastaneye yetiştirmek üzere traktöre bindiriyorlar fakat yolda ruhunu teslim ediyor. Ben bir kez daha yıkılıyorum. Bu arada, onun fazla iyi bir insan olmanın verdiği zorlukla başa çıkamadığını, herkesi asla memnun edemeyeceğini bir türlü kabullenemediğini, kimseyi kırmak istemediği halde insanların ona hiç acımadığını, bu yükü kaldıramamış olduğu için hayatından vazgeçtiğini filan düşünüyorum.

       Annemden hiçbir zaman duymadığım bu bilgiyi teyzeme soruyorum. Sadece susuyor.  Çantasında psikiyatristin ona verdiği ilaçlardan birkaç tanesini alıp içiyor ve başka bi konuya geçiyor. Teyzem bildim bileli bir sorun varsa susmayı tercih eder. Bu onun sorunlarla başa çıkma şeklidir. Problem konuşulmaz hep yokmuş gibi davranılır. Mesela kuzenim daha sonra eşinden ayrıldığında bu konudan hiç bahsetmedi.

       Kuzenim hala ilaçlarını düzenli bir şekilde içiyor.

       Elimdeki fotoğrafa dikkatlice bakıyorum. Öyle doğal ki gözümü ondan alabilmem mümkün değil. Elini tutmak istiyorum, bazen de sarılmak.... Olsa belki beni anlardı diyorum. Güneş yüzüne vurmuş saçları parlıyor. Sakladığı şeyler var biliyorum. Ben hiç psikolağa gitmedim. Psikiyatristin kapısından şöyle bi bakıp geçtim. Bu, benim sağlıklı olduğumun en büyük kanıtıdır. Fakat istediğim zaman delirme hakkım saklıdır.

29 Mart 2020 Pazar

AŞKIN MASUM HALİ

       Çocukluğumda, dedemlerin oraya,  herkesin birbirini tanıdığı, akşamları sokakta kapı önlerinde muhabbetlerin döndüğü, çocukların hava karardıktan sonra, anneleriyle birlikte eve girdiği bi mahalleye taşınmıştık.

       Eski mahallemizi özlemekle birlikte, bu mahalledeki komşuluğu sevmiştim. Okulum uzakta olduğu için kaydımı yakındaki okula almışlardı. Annem evden mümkün olduğunca çıkmaz, babam çalıştığı için evde olmazdı.  Bir süre mahalledeki okula gitmiş, daha sonra bizzat kendim gidip eski okuluma kaydımı aldırmıştım. Birkaç mahalle aşarak gitmeyi ancak başarabildiğim okuluma tekrar kavuşmuştum. Yol boyunca sürekli düşünürdüm. İlgimi çeken bi ayrıntı beni saatlerce meşgul edebildiğinden yalnız yürümek hoşuma gidiyordu. Bazen ayrıldığiım okuldaki arkadaşlarla karşılaşıyor okulu neden bıraktığımla ilgili sorulara maruz kalıyordum. Tek sebebi vardı. Òğretmenimi seviyordum. Neyse bu benimle alakalı kısma son vereyim. Hikayenin asıl kahramanı ben değilim.

       Komşulardan birinin, bebekken menenjit geçirmiş genç bi kızı vardı. Fırına ekmek almaya gönderirlerdi. Fırıncının Sâdi adında oğlu vardı. Belki adı Sadullah'tı da kısaltıp öyle söylüyorlardı. Uzun boylu, yeşil gözlü yakışıklıydı. Çok da efendi çocuktu. Genellikle babasına yardım etmek için fırında olurdu. Okuyor muydu bilmiyorum. O zamanlar lise çağlarındaydı.

       Bizim kız, ekmek alırken onu görüp aşık oluyor. Çocuk herkese olduğu gibi buna da sevimli ve güleryüzlü davranıyor. Kız da Sadi'nin sadece kendisine öyle davrandığını zannetmiş olacak ki ümide kapılıyor.
Tabii ne bilsin zavallı aralarındaki farkı. Kimi görse ondan bahsediyor.
Varsa yoksa Sadi. Şöyle dedi şöyle yaptı.

       Onu görmek için, sokakta kim varsa ekmeklerini alıyordu. Millet de bununla hem eğlenmek hem de ekmek alsın kendilerine diye, Sadi'yle ilgili sorular sorup onu konuşturuyordu.

       Kız biraz zeka özürlüydü. Aslında bu kusuru olmasa güzel de kızdı. Uzun, ince, sarışındı. Dalgalı saçları omuzlarındaydı. Mavi gözlerini kısarak konuşurdu. İncecik dudakları vardı. Annesi onu güzelce giydirirdi. 

        Kendinin bilincinde değildi zaar. Çocuk aklı büyük kalbinin peşinden gidiyor gibiydi. Tüm hayalleri Sadi'ydi. Adını söylerken gülümser, dudakları daha da incelir, gözleri kısılır, rengi görünmez olurdu. Onu çok seviyordu. Onunla evleneceklerini söylüyordu hep. 

       O zamanlar, ondan bahsettiği zamanlarda dinlerdim onu. İçimde ona karşı bir merhamet, biraz acıma, biraz da şaşkınlık belirirdi. Nasıl olup da bunları söyleyebildiğine şaşardım. Çocuk aklımla durumun garipliğini anlıyordum fakat anlam veremiyordum. Belli ki hepsini uyduruyordu.

       Konuşurken bazı kelimeleri bazı harfleri söyleyemezdi. Mesela Sadi diyemezdi de "Tadi Tadi" derdi. Hep iki kere tekrarlardı. Yine gözlerini kısardı. Dudakları incelir beyaz dişleri görünür, yüzü aydınlanırdı. Ondan bahsetmekten bile aşırı mutlu oluyordu. İnsanlar konuşacak bi şey bulamayınca hemen konuyu acıp kızı konuştururlardı. "Bugün Sadi'yi gordün mü?"derlerdi mesela. Ya da "Sadi fırına gelmiş bi bak" derlerdi de kız, sanki onu oradan görecekmiş gibi kafasını uzatır bakardı istemsizce.

       Annesi, yine insanların böyle sorular sorup onu konuşturdukları bi gün, "Sus artık yeter" diye kızını azarladı. Sonra dönüp diğerlerine;

"Konuşmayın öyle. Ayıp, günah, Allah'tan korkun" dedi.

Herkes sustu...

       O kısa sürede, günahlar birbir gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmiş olmalı ki bir anda konu değişiverdi. Birkaç gün sonra deprem olduğunda, ben bu günahlara yordum. Öyle basit değil işte dedim. Bunun da bir bedeli olmalı.

       Aysel'e ne oldu?

       Yıllar sonra öldüğünü duymuştum ablamdan. Aklıma hemen Sadi geldi.
Ölünceye kadar "Sadi" demiş olabilir miydi?

18 Haziran 2019 Salı

HİÇ IŞIK YOK FARKINDAYIM

             ilk taşındığımızda büyük bir tedirginlik vardı bu şehre karşı içimde. Kimseyi tanımıyordum hiç arkadaşım yoktu. Küçük bi kasabadan geldiğimiz için kalabalık şehir,  o çok katlı apartmanlar, bilmediğim yollar beni nasıl korkutuyordu. Merdivenlerde karşılaştığım genç adam bizi öyle içten karşılamıştı ki bir anda içime dolan o tatlı huzur bana korkularımı unutturdu. Biz yerleşene kadar da her konuda yardımcı oldu. Annem de ilk fırsatta onu yemeğe çağırdı. Fotoğrafçıydı,  muhteşem bi gözlemciydi. Yorumları inanılmazdı. Her konuda bilgisi var gibi gelirdi bana. Kararsızlığa düşsem hep ona sormak isterdim. Onunla büyüdüm diyebilirim. Ailemden biri  gibi olmuştu sanki. Evine her gittiğimde çektiği fotoğraflara dikkatlice bakardım. Yeni bi şeyler var mı diye heyecanlanırdım. Hepsinin ayrı hikayesi vardı ve bıkmadan usanmadan bana anlatırdı.
Babamın memurluğu yüzünden harika geçen beş yıl da sona ermişti ve biz oradan taşınıp başka bir şehre gitmiştik. Ondan ayrılmak asla istemiyordum. Eşyalarımızı toplarken tıpkı ilk geldiğimiz gün bize yardımcı olduğu gibi yardım ediyordu. Gitmeden önce bir bahane bulup tekrar eve dönmeli ona bir kez daha sarılmalıyım. Tabii ki öyle bir şey olmadı ben gizli gizli ağladım. O sene üniversite sınavını kazanıp şehre tekrar dönmeliydim.  İnstagrama sık sık fotoğraf yüklüyor altına da ufak hikayeler yazıyordu. Sınavlara hazırlanırken çektiği fotoğraflara bakıp hayaller kuruyordum. Günler geçmek bilmiyordu. Onu her yerde arıyordum, herkeste. Kimse o değildi. Nihayet sınav günü gelmişti. Umutla girdiğim sınavda istediğim gibi bi sonuç elde edemedim fakat sırf onunla olmak için şehirdeki iki yıllık bir bölüme razı oldum. Aynı şehre bu kez bilerek ve isteyerek onunla olabilmek için gidiyordum.

           O, öyle akıllı ve sevimli ki tanıyanların ona kayıtsız kalması mümkün değil. Bunların gerisindeki içtenlik, o yapaylıktan uzak davranışları, olgunluğu inanılmaz. Beni her seferinde şasırtıyor. Basmakalıp bi düşüncesi yok. Zarar verebilecek güce sahip olduğunda bile bunu asla yapmayacak biri. Bana göre bir bataklıktaki inci tanesi.
             Konuştuğu zaman dikkatleri üzerinde toplamayı biliyor. Yeniliklere her zaman açık. Taraf tutmuyor objektif yaklaşıyor her konuya. Söylediklerinde hiçbir zaman kibir sezinlemedim. Öyle doğal ki. Başkalarının dediklerini de umursamıyor. Bazen komik ve saçma şeyler söylüyor düşündükçe gülüyorum. Yıllar geçtikçe daha olgunlaştığını görmek, yüzünün değişimini izlemek hoşuma gidiyor.

             O, tanıdıktan sonra hayatımı değiştiren adam. Eski mutsuz ve depresif halim yok şimdi. Belki onunla olmamak beni üzüyor. Karşısına geçip duygularımı söylemek istiyorum. İçimden geçen her şeyi, bunca yıl sessizce gelişen aşkımı anlatmak istiyorum.
Şimdi artık cesaretim var korkmuyorum.

              Bu satırları yazdıktan sonra telefonuna mesaj attım. İlk mesajımda inanılmaz heyecanlıydım. Sonrakilerde aklıma gelenleri, duygularımın ise bir kısmını temkinli bi şekilde ifade etmeye çalıştım. Uzun bi süre mesajlarımın hiçbirine cevap yazmadı. Okudu mu onu bile anlayamadım. O gün, artık ümitlerimin kırıldığı bir anda onu rahatsız ettiğimi düşündüm. "Bu yaptığımın ne kadar manasız olduğunu biliyorum" dedim. Geceleri  uyumadığını adım gibi bilsem de "Uyudun mu ki" diye mesaj attım. Aslında "Sanki moralin bozukmuş gibi hissediyorum, doğru mu? Sen kimseye aldırma. Seni ne yaparsan yap ne söylersen söyle seviyorum" demek istiyordum. Uyudun mu ki böyle bir şeydi işte. O da benim bu soğuk ve anlamasız mesajıma İstese cevap yazabilirdi. Sana ne evet uyumadım bile diyebilirdi. Hiçbir şey söylemeden Beni engellemeyi tercih etti. Anladım ki beni hiç sevmemiş. Fakat ben yine de vazgeçemedim ve evine kadar gittim.  İlerideki parkta, evini görebileceğim bir banka oturdum. Parktaki evlerinde oynaşan kedileri, salıncakta sallanan çocukları seyrettim. Onu beklerken hava kararmıştı. Parkta kimseler kalmamıştı.

             Nihayet, arabası uzaktan göründüğünde heyecandan kalbim duracaktı. Arabadan, bi arkadaşıyla birlikte indi. Sonra eve geçtiler. Tadım kaçmıştı. Nerden çıkmıştı bu arkadaş, neden yalnız değildi sanki.

             Gizlice arka bahçeden dolanıp, son bi kez daha onu uzaktan da olsa göreyim istedim. Arka pencere salona bakıyordu. Yaklaştım ve pencerenin kenarından içeri baktım. O ve arkadaşı öpüşüyorlardı. Şaşkınlıktan ve gördüğüm manzara karşısında yaşadığım şoktan,  başım dönmeye midem bulanmaya başladı. Homofobik değildim ama bu asla beklediğim bir şey değildi, olamazdı. Oradan koşarak uzaklaştım. Koştum koştum, sanki arkamdan beni kovalıyormuş gibi koştum. Gördüklerimi tekrar tekrar düşünüyor ve ağlıyordum. Onunla olmam artık imkansızdı. Beni hiçbir zaman istemeyecekti.

             Yıllardır sevdiğim adamın gay olduğunu öğrendiğimde, kafamda onunla ilgili kurduğum tüm hayaller bi toz bulultu olup üzerime yağıyordu.

              Geçmişi düşündüğümde tek bildiğim, bir hikayeden ibaret olma sevgilisi dışında, hiç sevgilisi olmadığı. Belki o da bir kadın değildi. Onunla ilgili komik şeyler anlatıyordu. Kadının, -belki de erkek olan sevgilisinin- trafik kazasında ölmesi dışında elimde hiçbir bilgi yok.

             Yıllardır ona karşı beslediğim duygular, aşkımın yazılara şiirlere olan yansıması, onsuz yaşayamayacağıma olan kendimi inandırmışlığım, acılarım bana şu an bi hayal gibi. Oysa tüm yazdıklarım, onun için hazırladığım tüm mektuplar ortada. Birini bile okuma zahmetinde bulunmadı. Mesajlarıma evet hayır gibi bi cevap bile alamadım. Beni engelledi.

              Fakat ben bu delicesine sevdayla nasıl da yapayalnız kaldım. Ona olan duygularım öyle yoğun ki, bir erkekten isteyebileceğim ne varsa hepsini göz ardı edebilirim. Bir arkadaş, kardeş gibi yine de sarılabilirim. Yeter ki onunla olayım. O tatlı, güler yüzünü görmeden nasıl geçer ömür.

              Bir yandan beni reddetmesine dair bu sebebe yaslanmak,  az da olsa beni rahatlatıyor. Sonuçta hangi kadın istenmemeyi kaldırabilir. Buna üzülmek ve inkâr etmekle, mantıklı bir şekilde kabullenmek arasında gidip geliyorum. Kabullenemiyorum...

               Sabahları uyanma sebebim; Şimdi artık kimsem yok. Başkalarına yalnızdım şimdi sana da yalnızım.
   

16 Temmuz 2018 Pazartesi

KENDİ YOLUNU ÇİZEN BİRİ


             Özgürlük...
             Biraz daha farklı bir deneyimi yaşamak ya da daha önce hiç bulunmadığı ortamlarda olmak mıydı amacı?  Belki de içlerinden birine aşık olup kaçıp gitmişti. Onlardan değildi, onların içinde değildi fakat onlardan ayrı bir yerde de değildi. Hiç kabul edilmedi belki hiç sevilmedi, kimi nefret etti kimi küçümsedi fakat o bir türlü vazgeçmedi. Geri dönemedi. Geri dönemezdi, çünkü artık eskiden olduğu kişi değildi. Mutasyona uğramadan değişim geçirmişti. Dışarıdan bakıldığında aynıydı fakat iç dünyası oldukça farklılaşmıştı.

             Soğuk kış günlerinin ve etraftaki tüm korkunç manzaranın varlığına aldırmadan, yıllar geçip gidiyordu. Kurt sürüleri zaman zaman onlara yaklaşıyordu. Başına hicbir şey gelmeyecekmiş gibi yürüyordu yollarda. Korkuyordu... Hem de çok korkuyordu. Dondurucu soğuğa karanlık gecelere vahşi kurtlara inat geri dönmüyordu.

             Dört yıl önce o gün standart hayatını, standart bir yerde tüketirken, bir gün eğlenmek için uzaklara gitmeye karar verdi. Biraz dolaşıp gelecekti. Bir süre yol aldıktan sonra, yolun kenarında daha önce hiç görmediği türden biriyle karşılaştı. Biraz sohbet ettikten sonra eve doğru yol aldı. O akşam uzun uzun düşündü, tekrar gitmenin hayallerini kurdu.

             Sabah hava aydınlanmadan sessizce kapıdan çıktı. Çevredeki evlerin ışıkları henüz daha aydınlatmıyordu karanlığı. Acaba hala orada mıydı? Belki de hiç gelmeyecekti. Önemli işleri olabilirdi. Sözleşmemişti üstelik. Aynı yerde onunla tekrar karşılaştı. Bu kez yanında daha uzun kalmak istedi. Sonraki günler de aynı şekilde geçiyor fakat artık ondan ayrılmak istemiyordu.

             - Seninle kalabilir miyim? Seni hiç rahatsız etmeyeceğim söz.

              Sorusuna cevap alamamıştı lakin eve dönmesi gerektiğini unutmuş, neşeyle bilmediği bir yere onun peşinden gidiyordu bu kez.

             Yolda tatlı tatlı sohbet ediyorlardı. Uzaklarda bir toz bulutu belirdi. Güçlü ayak sesleri ve bağırışlar onu biraz korkutmuştu. Çok kalabalıklardı. Arkadaşının yanından hiç ayrılmıyor, kendini onun yanında güvende hissediyordu. Bugün, yarın öbür gün derken aylar geçti, yıllara döndü bizimki eve dönmedi.

             Bir gün kaçarcasına yanından ayrıldı. Ondan ayrı kaldığı zamanlarda hayat enerjisi alınmış gibi hissediyordu kendini. Bir daha ayrılmamak üzere yanına koştu.

              Bir daha hiç ayrılmadılar.

           
             SON SÖZ NİYETİNE:

             Belki de bundan sonra çiftliklerde karın tokluğuna çalıştırılacak hayvan kalmaz. Hikayemiz, sistemin dışına çıkabilmiş, başkalarına benzeyip mutsuz olmak yerine, olmak istediği gibi davranıp  kendi yolunu çizen bir inek hakkında. Haberi okumak isteyen linkin üzerine tıklayabilir.

Bizon sürüsüne katılan inek
Bizon sürüsüne katılan inek


4 Şubat 2018 Pazar

GÜZELLİK Mİ ZENGİNLİK Mİ

             Çocukluğundan beri tüm sevimli ve güzel halleriyle herkes tarafından sevilen biriydi. Girdiği ortamlarda hemen dikkat çekiyordu. Arkadaş edinmek onun için her zaman çok kolaydı. Genç bir kız olduğunda da okulun en popüler kızlarından biri olarak parmakla gösteriliyordu. Kabul görmek, sevilmek onun için hiç zor olmamıştı. Okulun en yakışıklı genciyle çıkıyordu. Geçtiği yollarda bir gören bir daha bakıyordu ona. Öyle güzeldi işte.

             "Ne çektiysem güzelliğimden çektim" dedi kadın. "Onu elde etmek uğruna kimse ruhumla ilgilenmedi. Aklım ve duygularım hep arka planda kaldı. Fazla güzel olduğum için, kız arkadaşlarımla da aram hiçbir zaman iyi değildi. Çünkü bazen rakip, bazen potansiyel tehlike olarak gördüler beni. Sevgililerim beni yanlarında gezdirirken, kendileriyle gurur duydular ve adeta diğer erkeklere nispet yaptılar. Bense hep sevildiğimi sandım. Birkaç sevgi sözcüğüne tav oldum. Buna adeta muhtaçtım. Seçimlerimde dış görünüşe asla değer vermedim. Benim sevgi açlığımı doyuracak bir adam yeterliydi.

             Aslında her şey, babamın annemi ve beni terk edip gitmesiyle başladı. Soğuk bir kış günü peşinden koştuğumu hatırlıyorum. Babam arkasına dönüp bakmadı bile. O günden sonra hep daha fazla sevilmek istedim. Bunun için çok çaba göstermeme gerek de yoktu üstelik. Şansım yaver gidince hem çok beğenildim sevildim, hem de çok param oldu.

              Şimdi bu kadar güzel olmasaydım ya da zengin fakat yüzünü hayal meyal hatırladığım babam yanımda olsaydı diyorum.

              Sonra onunla karşılaştığım günü hatırlıyorum. Kalabalık insan kitlesine konuşurken kullandığı eşsiz kelimeleri ve benim ilk defa karşılaştığım daha önce kimsede görmediğim olağanüstü bakış açısı. Tam da defalarca kandırılmış olmanın beni aptallaştırdığı bir anda, karşılaştığım samimi dokunuşları. Ona nasıl hayır diyebilirdim ki. Bir çeşit hipnoz olmuş gibiyim ve bana ne derse yapabilirdim. Daha yalın anlatımla aşk olmuştum. Mutluluktan uçuyordum.

              Fakat o benim ona olan sevgimi, daha fazla tanınmak ve çevresini genişletmek için kullandı. Sayemde daha fazla okundu, geniş kitlelere ulaşma imkanı buldu. Şimdi, o günlerde çektirdiğimiz fotoğraflara bakıyorum da hemen hepsinde yapay duruyor. Adeta kendince bir senaryo hazırlamış ve oynamış gibi. Öpüşürken etrafı kolladığı fotoğraflar ya da birilerinin baktığına emin olduktan sonraki öpüşleri var.

               Bense sadece ona odaklıydım ve başka kimseyi görmüyordum. Herkes bizi izlerken bile gözlerim onun üzerindeydi. Hala da öyle, seviyorum be!" diye son sözlerini söyledi. Kalemi kağıdı çantama koyarken "Güzel olmak da ne zormuş" diyordum.

             Güzellik de zenginlik gibidir. Seninle olan kişinin sevgisinden asla emin olamazsın. Seni mi seviyor yoksa o güzel vücudunu mu bilemezsin. Hele tanınan biriysen, birinin bundan faydalanma ihtimali de her zaman vardır.  Mesele adam gibi bir adamı yani vicdanlı, merhametli, namuslu birini bulmak. Öylesi her ne olursa olsun kıymet bilir.

              Adam öyle zengindir ki çevresindeki kadınlar, bunun parasını yemek için sıraya girmişlerdir. adam da fırsatı hiç kaçırmaz. Etrafındaki sahte ilginin günlük eğlencenin peşinden koşar. Para bitince kadınlar dağılır ya da para hiç bitmez, biri gider diğeri gelir. Kadınların hiçbirinin, kendisini gerçekten sevdiğinden emin olamaz. Zaten sevmezler de... Onlar parayı sever.

             Yıllar sonra bir ayağı çukura girdiğinde, kalacak mirasın planları yapılır, bir an önce ölsün diye bakılır. Yani zengin ve şımarık bir adam asla gerçekten iyi bir kadına sahip olamaz.

            Zamanında istemez, ileride de sahip olamayacağı tek zenginlik, o kadındır.

21 Ocak 2018 Pazar

SURETLER VE ASILLAR 3.BÖLÜM

 Okumak isteyenler için 1. Bölüm
                                    2. Bölüm         

             Gözlerini kapadı. "Senden başka hiçbir adamın sesini artık duymak istemiyorum. Keşke yanımda olsan ve bana şarkılar söylesen." diye kendi kendine konuştu. Sonra tekrar sessizliğe büründü ve hikayeye devam etti.

             Dükkanın kapanmasına çok az zaman kala gelen müşterilerin doluştuğu sırada, kapıda bir adam belirdi. Yine her zaman olduğu gibi mağazamız kapanmak üzeredir anonsunun ardından, diğer müşteriler kapıdan çıkıp giderken adam emin adımlarla ilerledi. "Tablolara bakacaktım" deyince tabii akan sular durur mağaza gerekirse açılır neyse. Kasaya yakın, duvarları süsleyen goblen yani dokuma tablolara uzun uzun bakıp "Şunu alıyorum" dedi. Cironun ortalamanın altında olduğu bir günde bu mutluluk verici cevap, tüm yorgunluğa değerdi.. O anda öyle sevinmişti ki, tabloyu nasıl paketleyip adama tutuşturduğunu hatırlamıyordu. Adam tabloyu aldı döndü ve "Yarın yine geleceğim" dedi. Kadın, "Çok memnun oluruz efendim, yine bekleriz" diyerek adamı kapıya kadar yolcu etti.

             Ertesi gün yine kapanmaya az kala geldi.  Sonraki ve diğer günlerde de geliyor, artık onun geliş saati bekleniyordu. Akşam saatler 19.10'u gösterdiği sırada kapıya çıktı ve gelişini heyecan içinde beklerken, yine her zamanki gibi 19.15'te kapının önünde olan adam, bu kez biblolara doğru yöneldi. Onları dikkatle inceledikten sonra, kadına "Neden bu eşyalara, bu kadar sevgiyle bakıyorsunuz? diye sordu. "İçimdeki nedensiz sevginin kaynağını bilemiyorum fakat bana canlıymış gibi geliyorlar. Belki de canlıdırlar, sadece biz duyamıyoruz olamaz mı?"  Adam kadına yaklaştı ve kulağına kadar eğilip "İşte seni bu yüzden çok seviyorum" dedi. Kadın şaşkınlık ve utançla bir adım geri kaçtı. Ne diyeceğini bilemedi. Bir mektup uzattı ve sözlerine devam etti adam, hiç tereddüt etmeden. "Gittikten sonra oku. yine geleceğim." Mektubu heyecanla aldı kadın. O gittikten sonra da aceleyle açtı.

               "Ruhumun Aynası" diye başlanmıştı mektuba.

               "Seninle karşılaştığım günden beri o tatlı tebessümün, içtenlikle kurduğun çümlelerin bir gün olsun aklımdan çıkmadı. Buraya, bu dükkâna her gelişimde seni bir tablo gibi izlemek bana nasıl bir mutluluk veriyor bilemezsin. Bazılarını kaybettim sandığım, bazılarını daha önce hiç farketmediğim duygularımı sende görmek beni yaşadığıma inandırdı.

               Dükkândaki tüm eşyalara olan sevgin ve onlara her şefkatle dokunuşun, hayatla ilgili ümitlerimi yeniden yeşertti. Beni sonsuzluğa inandırdın. Seni her gün görmek ve dinlemek istiyorum. Yalnızlığıma arkadaş ol istiyorum. İçimde benim için yaratıldığına dair tuhaf bir his var. Öyle ki sen olmasaydın ben, şuan olduğum kişi olamazdım."

 Not: Salı akşamı, bizzat kendi ellerimle hazırlayacağım yemeğe davetlisin. Beni kırmaz da gelirsen çok mutlu olacağım. Cevabın ne olursa olsun sonsuza kadar kalbimin sahibisin.

               Evin kapısına geldiğiğinde dizlerinin bağı çözülür gibi oldu. Heyecandan oraya yığılıp kalacaktı. Kapının yanındaki merdivene oturdu. Biraz kendine geldikten sonra derin bir nefes alıp kapıyı çaldı.

               Adam kapıyı açtığında, ona çok yakıştığını düşündüğü önlüklü hali, kadını gülümsetmişti. İçeriden nefis yemek kokuları geliyordu. Masa özenle hazırlanmıştı. Kadın elindeki paketi adama uzattı. "Ufak bir hediye" diye ekledi. O akşam öyle güzel geçmişti ki yıllardır karşılaşmamış olduklarına üzüldüler.

              Gramofonda taş plaktan Müzeyyen Senar'dan Fikrimin İnce Gülü şarkısını dinlediler. Sabaha kadar konuştular. Kadının hediye olarak getirdiği, Şarkı söyleyen adam biblosunu, Yazı yazan kadın biblosunun yanına koydular. Yazı yazan kadın biblosuna ait kağıdın üzerinde "Yanında olacak" yazıyordu. Artık her yazılan anlaşılmış, kehanet gerçek olmuştu.

             Ne biblolar ne de kadın ve adam bir daha hiç ayrılmadılar.

              Derler ki bazı insanlar birbirleri için yaratılmışlardır ve mutlaka dünyada karşılaşırlar. Tamamlanmak için birbirlerini bulurlar.

14 Ocak 2018 Pazar

SURETLER ASILLAR - 2. BÖLÜM

Okumak isteyenler için 1. Bölüm


           Gittiği evde kütüphanenin üstündeki rafa konulan yazı yazan kadın biblosu çok mutlu olmuş, bir o kadar da şarkı söyleyen adam biblosundan ayrıldığı için üzülmüştü. Yazılarına her zaman yaptığı gibi devam ederken, başka bir şey yapamayacağını da fark ediyordu. İşte o gün ayrılırken çok ağlamıştı ya onun için daha acıklı hikayeler yazmaya başlamıştı. Hikayeleri yine kimse tarafından okunamıyordu. Sabahları silinme gibi bir huyu vardı hikayelerin. Evdeki çok okuyan adam yeni bir kitapla ilgili çalışmalar yaptığı için, odasından çıkmadan sürekli yeni bölümler ekliyordu romanına. Adam iktisat profesörüydü, ne gerek vardı şimdi roman yazmaya. İktisat üzerine bir kitap yazsa öğrencilerine onu zorla aldırsa, elbet köşeyi dönebilirdi. Öyle yapmıyordu da belki bazılarının dalga geçebileceklerini bile bile roman yazıyordu. Yazı yazan kadın biblosu, onu izlemekten çok hoşlanıyordu.

         -İyi ki de beni alıp buralara getirdiler fakat çok yalnızım.
         -Ah şarkı söyleyen adam neredesin?
         -Şimdi kimin için söylüyorsun şarkılarını?
         -Beni unuttun mu artık?

          Bir daha onu görmesi imkansızdı. Nasıl görebilir, o güzel sesini nasıl duyabilirdi ki. Her gece ağlıyordu. Acaba diyordu aynı maddeden mi yapılmışız? Bir bütünün parçalarıyken bize ayrı bir form mu vermişler? Bu, acayip, ancak oldukça mantıklı çıkarımından sonra tekrar yazmaya başladı

           Biblocu Bilgin adında bir adam, kalp şeklinde bir metal bulur. Bu metalin ne olduğunu ve nereden geldiğini çözemez. Sanki gökyüzünden düşmüş gibidir. Bu kalp şeklindeki maddeyi, uzun süre atölyesinin bir köşesinde saklar. Gelen giden kimselere de asla göstermez. Bir gece rüyasında kalbin ikiye ayrıldığını, iki farklı bibloya dönüştüğünü görür. Bu rüya tam yedi gece tekrarlanır. Yedinci gecenin sabahına uyandığında, kalkıp rüyasında gördüğü bibloları yapmaya başlar. Bu esnada da kimseye göstermez onları. Bu madde sanki büyülüdür. Bir kadın ve bir erkek biblosu çıkar ortaya. Biri şarkıcı biri yazar biblosu olan eşsiz güzellikteki iki bibloyu ayrı şehirlerdeki dükkanlara satar. Şehirlerin arasında yedi saatlik yol vardır. Yedi yıl boyunca ayrı şehirlerdeki biblolar kimse tarafından alınmaz. Yedi yıl kimse fark etmez onları. Yedinci yılın sabahında dükkan sahiplerinden biri ölür ve mirasçılar dükkanı devretmeye karar verirler. Gazeteye ilan verirler. Yedi ay kimse aramaz sormaz. Yedinci ayın sonunda biri telefon açar ve dükkanı almak istediğini söyler. Yok pahasına da olsa devretmeye razı olan mirasçılar pazarlık bile yapmadan telefon eden adama dükkanı satarlar. Adam bir süre uğraştıktan sonra dükkanı kapatır ve bütün hediyelik eşyaları satar. hediyelik eşyaların tümü, işini çok severek yapan biri tarafından alınır. Gelen tüm eşyaları sevgiyle paketinden çıkararak raflara dizen kadın, yazı yazan kadın biblosunu şarkı söyleyen adam biblosunun yanına bir yere götürür. Daha sonra alt rafa alır yazı yazan kadın biblosunu.  Hikaye de işte tam olarak orada başlar. Sonrası bildiğiniz gibi ayrılık. Acaba kavuşabilecekler mi? Sabah kalktığında hikaye tekrar silinecek mi? Tüm hikayeler silinse bile duygular asla yok olmazlar. Tıpkı gerçeklerin üstü kapatılsa bile yok edilmeyeceği gibi.


Okumak isteyenler için 3. Bölüm





5 Aralık 2017 Salı

SURETLER ASILLAR 1. BÖLÜM

           
             "Merhaba hanfendi. Uzaktan sizi tam göremiyorum. Acaba ne yapıyorsunuz orada?" diye sordu.

               Kadın hiç istifini bozmadan "Yetiştirmem gereken yazılar var, elimdeki kağıt kalemi görmüyor musunuz?" diye cevapladı.

              - Ne yazıyorsunuz acaba? Bitmiyor bir türlü. Bu tarafa bakacaksınız diye saatlerdir sizi izliyorum.

              - Ben de bilmiyorum. Beni yapan böyle yapmış. Elbet önemli bir şeyler yapıyor olmalıyım ki kendimi bildim bileli bu haldeyim.

              - Birkaç gün önce sizin rafa doğru yaklaşmıştım. Tozlarımı temizleyen kadın, yakınınızda bir yere almıştı beni. Fakat buradan iyi göremiyorum.

               - Ben aylardır aynı rafta duruyorum. Neden benim yerimi değiştirmediğine bir anlam veremedim. Yanımdaki sekreter kız da konuşup duruyor. diğerinin ise süslenmekten başka bir şey yaptığını görmedim.

              Sonra yine işine döndü. Büyük bir ciddiyetle kalemi kağıdın üzerinde gezdiriyordu. Bir yandan da anlamsız kelimelerin sebebi üzerine düşünüyordu. Biblocu uğraşmak istemediğinden olsa gerek kağıdın üzerine rastgele birkaç kelime çizmişti.

             "Size şarkılar söylemek isterim" diye tekrar seslendi en üst rafta duran adam.

              "Dinlemek isterim. Sesiniz çok güzel" diye cevapladı diğeri. Arkadaşlıkları da böylece başlamış oldu.

               O kalabalık içinde anlaşmaya çalışmak da çok zordu. Adam bir gün aynı rafta yan yana olacakları günün hayaliyle yaşıyordu. Kadın da onunla tanıştığından beri hikayeler yazmaya başlamıştı. Fakat geceleri yazdığı hikayeler gündüzleri siliniyor, müşterilerin hiçbirisi kağıda yazdıklarını anlayamıyordu. Adam "Üzülme ben seni anlıyorum. Sanki benim söylediğim şarkıları duyuyorlar mı? Ben söylemekten vazgeçmiyorum siz de yazmaktan vazgeçmeyin "
diye teselli veriyordu.

               "Artık eskisi kadar üzülmüyorum. İçimdeki boşluğu dolduruyorsunuz." diye cevapladı kadın.

               "Sizin için  bir şarkı besteledim dedi" şarkı söyleyen adam.

Aklımda bir hece
Seni izliyorum her gece
Kavuşmamız bilmece
Yetti artık bu işkence

                 Bir gün rafları düzenleyen kadın, yazı yazan kadın biblosunu alıp dükkânın en uzak yerine götürdü. Acı dolu günler birbiri ardına bitiyordu. Aradan aylar geçti fakat onlar yanyana gelemediler. Adam daha bir hüzünle söyledi şarkılarını, kadın hüzün ekledi hikayelerine. Kimse şarkıları duymadı, hikayeleri okumadı. Her yeni gün yeni bir kavuşma ümidiyle başlıyor, hayal kırıklığıyla tamamlanıyordu.

                 "Senin olduğun bir dünyada kendimi yalnız hissetmiyorum" dedi müşterinin elinde kasaya giderken kadın. İşte bu cümle kavuşmanın imkansızlığına rağmen sonsuza kadar birlikte olacaklarına dair bir son cümle olarak dökülmüş oldu dudaklarından. Tüm dükkanda yankılanmıştı adeta. Kasadaki işlemlerin ardından paketlenerek bir poşete konulan yazı yazan kadın biblosu tekrar geri dönmemek üzere dükkandan çıkıp gitmişti. Ardından bakakalan şarkı söyleyen adam, göz yaşlarını içine akıttı. Bu dünyadaki nedenini kaybetmişçesine yapayalnız kalmıştı. Kendini anlayan tek biblo olarak gördüğü arkadaşı, onu bir başına bırakarak gitmişti. Her yeni açılan pakette getirilen biblolar içinde, onun gibi birini bulmayı ümit etmişti. Fakat kimse o değildi. Bir süre çevresindekilerle konuştuktan sonra derin bir yalnızlığa gömüldüğünü hissediyordu. Ona benzeyen fakat asla o olmayan milyonlarca biblo niye vardı ki. Sanki geri kalan tüm biblolar içindeki yalnızlığı artırmak içindiler. Onu hatırlatmak için...

              Şarkı söylemeye devam etti. Sesinin belki kilometrelerce öteden ona ulaştığını hayal etti. Belki de duyuyor diyordu. Bu mümkün olamaz mıydı. Günler aylar ve yıllar boyunca söyledi şarkılarını. Ümit hiç bitmeyen bir aşk gibiydi.

Şimdi artık sen
Düşlerimden gelen
Bir periydin ancak
Kader denilen
Yazıydı bizi ayıran
Bu şarkım senin için
Bütün şarkılar gibi
Ne olur bana gelsen
Seni beklerim her an

           Bestesi ve güftesi kendine ait olan bir şarkıda dinlediniz şarkı söyleyen adam biblosunu  diye anons etti spiker biblosu. Diğer bütün biblolar alkışladılar. İşte o zaman artık söylediği şarkıların başkaları tarafından da duyulduğuna şaşırarak. "Demek" dedi. "Aşkmış birini anlaşılır kılan." Bunu şarkılarını duyduğuna dair bir işaret olarak gördü. "Beni o da duyuyor olmalı." Yandaki papağanlar, yüksek sesle ve defalarca tekrar ettiler bu sözleri. Spiker "Sus!" diyene kadar.

Okumak isteyenler için 2. Bölüm


7 Kasım 2017 Salı

AŞK İÇİN 2.BÖLÜM

           
Okumayanlar için AŞK İÇİN 1. BÖLÜM


            Aslında yaşamaya karşı en ufak bir isteğim yoktu ta ki onunla karşılaşıncaya kadar. Ölümün kıyısında, yaşarmış gibi yapıyordum. Belki de bu yüzden ona bu kadar çok bağlandım. Her anımı onunla geçirmek istiyordum. Bu yaptıklarım hiçbir şey değil sen ondan sonrasını bir dinle.

             Bir gün üst katta bir evrak işim olduğu için, gelmişken Umut'un da yanına uğrayayım demiştim. Bir de baktım ne göreyim sarışın bir kadın ahtapot kollarını boynuna dolamış. O anda kan beynime sıçramasın mı? Koşup kadının pırasa saçlarından tuttuğum gibi yere serdim ve kadını tekmelemeye başladım. Kadın çığlık çığlığa, Umut beni tutmaya çalışıyor, etraftan koşup gelenler "Ay ne oluyor!" diyorlar. Patron içeri dalıyor ve yarından itibaren işe gelme diyor.

             Tabii ki öyle olmadı.

             Tüm sakinliğimle ve yapmacık gülümsememle masasının yanına kadar gittim. "Merhaba demek istemiştim" deyip ne olduğuna dair bir açıklama yapması için yalvaran gözlerle baktım. "Bu arkadaşım Tatyana" demez mi? Kadın şirketin Rus ortaklarına ait bir şirkette satış sorumlusu olarak çalışıyormuş o sebeple tanışıyorlarmış. Dişlerimi sıktım ve kadınla tokalaştım. Bir süre daha bizim şirkete gelip giden kadınla, arkadaş oldum. Evine bir şekilde gittim. İkram ettiği viskiden üzerime döktükten sonra, lavaboya gidip,  şampuanının içine tüy dökücü krem doldurdum ve güzelce çalkaladım. Sonra başım ağrıyor bahanesiyle oradan ayrıldım. Ertesi gün tabi bir numaralı gündem kadının dökülen saçlarıydı. Baktım Umut onunla daha da bir ilgilenmeye başladı. Saçlarının dökülmesine aldırmadı bile. Gittikçe ümitsizliğe sürükleniyordum. Plazanın terasına çıktım. Çıkmadan önce de Umutun masasına bir mektup bırakmıştım. Mektuba, içimden geçen her şeyi yazmıştım.

              Bu kez kesinlikle karar vermiştim. Onunla olamadığım bir dünyada yaşamamın da bir anlamı yoktu. Gözlerimi kapattım ve tüm hayatımı düşündüm anlamsızlıkla geçen. Birazdan kendimi boşluğa bir tüy gibi bırakacaktım, birkaç dakika sonra ölmüş olacaktım. Arkamdan ağlayanım da olmayacaktı. Tam kendimi atacakken, biri beni belimden terasa doğru çekti. Umut beni ikinci defa ölümden kurtarıyordu. Ona sarıldım ve ağlamaya başladım. Beni bırakmaması için yalvardım. Onsuz yapamayacağımı defalarca söyledim. Birlikte aşağıya indik.

              Sonrasında beni bir akıl hastanesine götürdüler. Akıl hastanesi işte, bildiğin herkes deli. Deli olmak bir yerde iyi geliyor insana. Bolca ilaçla sakinleştim. Rehabilite için yapılan faaliyetler derken orada da hatırı sayılır bir arkadaş kitlesi edindim. Birlikte bir tiyatro oyunu için çalışmalar yapıyorduk. Tiyatro oyunu diyorum ama öyle herkesin aşina olduğu oyunlardan değil. Tüm oyuncular kafasına göre davranıyor, bir çeşit doğaçlama. Onlar bir şey söylüyor ben bir şey, bir diğeri başka şey derken oyun bitince sahneye çıkışımızı görsen usta oyunculara taş çıkartıyoruz. Kendi kendimizi alkışlıyoruz. Orada geçirdiğim birkaç ay sonunda, doktorlar artık iyileştiğime kanaat getirmiş olmalılar ki beni dışarı çıkardılar. Bir süre normal hayata adapte olamadım. Haftada bir doktoruma gitmeye devam ettim. Ailemle vakit geçirdim. Babamın eski arkadaşı Hilmi Amca'nın yanında, yani bu şirkette çalışmaya başladım.

             Şimdi tüm geçmişimi öğrendin işte." dedi Aysun. Şaşkınlıkla yüzüne bakmaya devam ediyordum ve diyecek hiçbir şey bulamıyordum.

             Dışarıda güvenlik görevlisinin sesini duyunca bağırmaya başladık, kapıya tüm gücümüzle vurduk."Kurtarın bizi" diye avazımız çıktığı kadar bağırdık. Beş dakikaya kalmadı, kapı açıldı. Dışarıya çıkınca, Aysun'dan ayrılmadan önce, "Ben olsam cesaret edemezdim ve bu kadar delirmeye de gerek yok bana göre. Peki hiç pişman oldun mu?"diye sordum.Verdiği cevap çok ilginçti.

             "Ne kadar rezil olursam olayım tek bir anımı değişmem."

             "Peki şiirler, şiirleri kim yazmış? dedim. "

             "Onu hiç öğrenemedim. Hiç tepki vermediğine göre sanırım bir robot olmalı" Ardından kahkahalarla gülmeye başladı.

              Kendi kendime delilik baki dedim.


11 Eylül 2017 Pazartesi

BİR TEYZENİN ANILARI


             Tekerlekli sandalyede kendisine yardımcı olan sevgili(!) eşine bağırıp duvara tekme atan adamı görünce söylendim. "O adamı orada bırakıp git be kadın!"

            "Gençken de huysuz adamdı" dedi kadın. "O zaman dışarı çıkarmazdı beni. Pek sever, kıskanırdı. Ne yapayım huyu böyle. Üç çocuk büyüttüm hepsi de iş güç sahibi oldular, uzaktalar şimdi. Olsun sağlıklı olsunlar da gerisi önemli değil. Bir amcan bir de ben kaldık evde. Emekli olduğundan, her gün evde bana eziyet edip duruyor. Bir gün evin çatısına çıkmıştı tamir etmek için, ayağı kaydı düştü. Sonra hastaneye kaldırdık hemen. Ayağı ameliyattan sonra iyileşmedi bir türlü. İyice aksi oldu ondan sonra.

          Yemek yaparım tuzu eksik der, bağırır, tuz eklerim fazla der bağırır. Bir gün masaya bir tekme attı, devrildi tencereler tabaklar. Çorba tenceresi bereket dökülmediydi. Salataya rendelediğim havuçları, halıdan ayıklamak için saatlerce uğraştım.

        Annem babam ben çok küçükken ölmüştü. Beni babaannem büyüttü. O zamanlar ayrı eve çıkmak yok, hep birlikte yaşıyorduk. Temizliği neyin yapardım Yengelerim arada bir vururdu bana. Kimsesizlik ne zor bir bilsen. Hep sığıntı gibi hissedersin kendini. Evde yemek bitse suçlanırsın. Çocukluk işte, ben eriği çok severdim. Bahçeden toplanan erikler, ağacında ya da buzdolabında çürürdü ama ben dolabı açıp alamazdım. Yesem hemen anlarlardı. Yine sen mi aşırdın diye sorarlardı. Büyüyüp genç kız olunca da sokağa çıkamadım, mahallenin komşu kızları bize gelirlerdi ben gidemezdim.

            Gençken de dedim ya pek aksiydi. O zamanlar beyim hastanede odacıydı. Beni ilk isteyene verdiler. İşi var düzgün diye. Çok gençtim evlendiğimde. Kocam benden 15 yaş büyüktü. Boyu da biraz benden kısadır. Okumadım ben kızım, kız kısmı okumaz derdi dedem.. İşim gücüm de yok. Birkaç yıl çocuğum olmadı. Nasip... Kaynanamlar çok eziyet ettiler o zamanlar bana. Az kalsın kocam beni boşayacaktı."

           "Boşasaymış be teyze kurtulurdun bari"

            "Öyle deme kızım, dul kadına hiç rahat vermezler. Kimse istemez buralarda. Babamın evinde de sığıntı gibi yaşamak istemem.

             Lakin sığıntı gibi yaşamadım ama bir çeşit tutsak da oldum. Evden çıkarken kapıyı üstümden kitlerdi. Pencerelere de işaret koyardı. Açmaya korkar idim. Bir gün çocuk, düşürmüş penceredeki işareti. Eve geldi bizimki, birden sinirlendi. Benim haberim yok tabii işaretten falan."

             "Demek ben yokken camdan karşı evdeki bekar subaylara bakıyorsun ha!" diye bağırmaya başladı. Yok vallahi ben kimseye bakmadım desem de dinlemedi. Belindeki kemeri çıkarıp beni öyle bir dövdü ki üç gün yerimden kalkamadım. Morluklar iki ay geçmedi.  Dövünce üzüldü sonra. Yapmayacam bi daha diye yemin billah etti. Soranlara düştüm dedim. Ne edeyim gidecek yerim de yok. İki çocuk daha oldu sonra. Bir daha o kadar dövmediyse de hır gür çıkarmaktan da hiç vazgeçmedi. Ömrüm dört duvar arasında çocuk büyütmekle geçti. Çocukların toplantılarına da gidemezdim. Bereket çalışkandılar, okudular. Takdir belgesi alırlardı her sene.
Derdimi anlatacak kimsem de yoktu. Komşumuz Hatçe abla vardı . O gelirdi bazen laflardık. Neyimi kıskanırdı bilmiyorum."

            "Teyzecim hasta olduğunu hiç düşnmediniz mi? Psikolojik rahatsızlıkları olabilir."

             "Ben psikolojik bilmem kızım deli mi diyon."

              "Grip gibi teyzecim iyileşmezse ciğere iner kronik astım yapar. Sonra ömür boyu kurtulamazsın. Onun gibi bir şey işte."

               Baktım sıram gelmiş doktorun odasına girdim. Çıktığımda adını bile öğrenemediğim teyzem gitmişti.

     
Not: Hikaye gerçekten yaşanmış mı yoksa yaşanmadan yazılmış mı diye merak edenler için. Yaşanmamış değil ama birebir anlatıldığı gibi yaşanmış desem yalan olur. Yani bu teyzeyle doktor sırasında hiç konuşmamış olabilirim. Bir teyze olduğu da tartışma götürür :)
         

21 Temmuz 2017 Cuma

PARİS MODA HAFTASI

               Paris moda haftası için tüm hazırlıkları tamamlamıştık. Uçak biletlerini asistanıma aldırdıktan sonra, tüm tasarımlarımı bir kez daha gözden geçirdim. Oldukça kaliteli ve yaratıcı tasarımlarla karşılarına çıkmalıydım. Aylardır bu proje için çalışıyorduk ve herkes oldukça heyecanlıydı. Tüm ünlüler defileleri izlemek için orada olacaklardı. Tüm koleksiyonu ayrı ayrı kontrol ettim. Mükemmel bir sonuç çıkarmıştık ortaya.

              Paris'e inip otele yerleştikten sonra, defilenin yapılacağı yere gittik. Podyumdaki tüm tasarımlarıma gözlerim yaşararak bakıyordum.

              Özellikle bu çok özel kostüm inanılmaz derecede ilgi gördü. Bu "Kral Çıplak" adlı koleksiyonumdan bir parça. Olağanüstü güzellikteki bu tasarımı izlemeye gelen çok değerli ünlü Michail....... orada satın aldı ve giydi. Kendisine çok teşekkür ediyorum.


"Pontolu Akordiyonlu Yarim" adlı çalışmam. Yine çok beğenilen tasarımlardan biri oldu. Önümüzdeki yıl sokaklarda görebiliriz belki.

"Çuval Giysem Yakışır!" adlı tasarımım. Tüm kadınları çuval giymeye davet ediyorum.

Bu da "Gelinliğimi Giydim Bekliyorum" adlı çalışmam.

"Yağmur Yağar Sel Olur, Şemsiyeni Unutma Islanırsın"  Olmadı yüzersin.

"Ben Nerdeysem Yorganım Orda" adlı tasarım. Gittiği yere uyum sağlayamayan tüm güzel ruhlu insanlar bu sizin için.

"Perdenle bütünleş" İnsan evine ait bir parça değil midir aynı zamanda? Bu tarz birkaç tasarımım daha var fakat onları şimdilik almadım. Bu, eve ait bütüncül yaklaşımları çok güzel ifade eden nadide bir parça.

"Spot ışıkları altında bir ömür" Podyumlarda arzı endam eden tüm mankenlere gelsin.

Veeee son tasarımım olan. "Papatya gibisin beyaz ve ince. Sev seveceksen gönlünce"

             Tasarımlarım, tüm moda otoriteleri tarafından ayakta alkışlandı. Ülkemi en iyi şekilde  temsil etmenin gururuyla döndüm.

              Siz nasıl buldunuz? Yorumlarınızı bekliyorum. Bir sonraki defilede görüşmek üzere. By by.

Not: Biraz da eğlenelim değil mi? Bunları Pinterest'ten buldum çok komik değiller mi? Çok gülünce üzerine bir hikaye yazıp paylaşayım dedim.

7 Temmuz 2017 Cuma

UYANMAK VAKTİ - Girdap ve kurtuluş - 2. Bölüm



          Bugün değişiklik yapıp alış-veriş merkezine gideyim diye düşündü. Öylesine seçtiği, ihtiyaç ya da değil, ne bulursa aldı. Ödeme için aşağı indiğinde, raflardaki kitaplara ilişti gözü. Birden çok şaşırarak aldığı bir kitabı iyice inceledi. Kitap ona ilk sayfadan itibaren kendini anlatıyor gibiydi. Yazarla ilgili arka kapak bilgilerini incelediğinde. Yazarın fotoğrafıyla bir şok daha yaşadı. Hızlıca ödedi aldıklarını, eve gidip kitabı okumaya başladı. Kitabı sonuna kadar okumuş ve çok beğenmişti. Kitapta kendisinden bir şeyler bulmuştu.

         Gazetedeki kitap şenliğinin ilanlarında, okuduğu kitabın yazarının imza günü olduğu yazıyordu. Hemen hazırlanıp çıktı. İçi içine sığmıyordu. Karşılaştığında ona ne diyeceğini düşünüyordu ki söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Bunca zamandır nerede olduğunu, gelmediği günler, haftalar, hatta aylar boyunca nasıl olduğunu sorabilirdi. Yazdığı kitapta kendisinden bir şeyler anlattığı için ona teşekkür edebilirdi. Bunları düşünürken etkinliğin olduğu yere varmıştı bile. Kapıdan girerken güvenlik görevlilerinin onu oyalamasına biraz sinirlendi. Yazar da ondan hemen sonra kapıdan girmiş, yayıncılar tarafından karşılanmıştı bile. Fark ettiği gibi yanına koştu. "Kitap harika olmuş, ne zamandır seni göremiyorum oldukça merak ettim nasılsın?" demişti. Yazar, gözlerini kıstı, düşünceli bir şekilde kadına baktı. "Sizinle tanışmış mıydık?" dedi. "Nasıl hatırlamazsın hani parkta uzun uzun sohbet ediyorduk. Sana annemden bahsetmiştim." dedi fakat karşısındaki adamın onu tanımadığı çok açıktı. Başı döndü ve sendelemeye başladı. Adam onun kolunu tuttu ve iyi olup olmadığını sordu. "Tamam iyiyim" dedi kadın. "Bir yanlışlık olmalı." Hemen oradan uzaklaştı. Lavaboya gidip iyice bir kustu. Öyle bir kustu ki kusmuk lavabodan taşıp etrafa yayılıyordu. Oradan hızlıca kaçarken kapıyı kusmuk selini engellemek için kapattı. Evrenin her yerinden geldiğini düşündüğü gürültülü sesi, duymamaya çalışıyor, kulaklarını elleri ile kapatıyor, fakat bir türlü engel olamıyordu. Hemen eve gitmeliyim diye düşündü. Bir taksiye atladı evin yolunu bir an unutmuş olmasına rağmen çantasındaki elektrik faturasının üzerinde yazan adresi taksiciye gösterdi. Hala başı dönüyordu. Evin kapısını güçlükle açabildi. Üstündekileri çıkarmadan duşa girdi. Akan suyun rengi yeşildi. Bana ne oluyor bu yeşil boya da nereden geldi diyordu. Biraz açılmaya başlamıştı. Duştan çıktıktan sonra kendine koyu bir kahve yaptı. Kitabı tekrar gözden geçirmeye karar verdiğinde kitabın çantada olmadığını fark etti. Belki de takside unutmuştu.

         Ertesi sabah çok erken bir saatte kalktı. Dünkü olayların gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu düşünmeye başladı. Kendisine kahvaltılık bir şeyler hazırlayıp, demli bir çay eşliğinde kahvaltısını yaptı. Köpeği dışarı çıkarıp gezdirdi. Marketten ihtiyacı olan şeyleri aldı. Temizlik yaptı. Yemek hazırlayıp yedi. Akşam yemeğinden sonra, annesine ait çeyiz sandığını düzenlemeye karar verdi. Sandıkta sararmış bir gelinlik, dantel bir masa örtüsü, iğne oyaları, birkaç abiye elbise vardı.  Onları tek tek eline alıp sarılıyor, göz yaşları içinde annesine ait bir parçayı elinde tutmanın, içindeki hüznü biraz olsun unutturabileceğine dair kendini avutmaya çalışıyordu. Eşyaları özenle yerine yerleştirirken, dipte, aslında orada olması tuhaf kaçan bir şeye eli uzandı. Bir kitaptı bu. Yeşil bir kapla kaplanmış kitabın burada ne aradığına dair fikri yoktu. Kitabı açıp baktığında baş dönmesi tekrar başlamıştı işte. Duvarlar ve yer, ahenk içinde dünya ile birlikte dönüyor, kendi de bir boşluktan içeri düşüyordu. Elleriyle sandığa tutundu. Boşluk büyüdükçe büyüyor, ayakları artık boşluğun içine girmiş görünmüyordu. Dünyanın bir gün durabileceği ile ilgili hikayeleri aklına getirdi. Keşke şimdi hemen dursa, o döndükçe ben de dönüyorum galiba dedi. Kendine geldiğinde gece 03,17'ydi . Muhtemelen bayıldığı zaman zarfında dünya, güneşe küsüp, olduğu yerde kalmıştı. Kalkıp yüzünü yıkadı. Sandıkta bulduğu kitapta onu bu kadar etkileyen ne vardı? Tekrar eline alacak olsa yine aynı şekilde etkilenecek miydi? Sandığın başına gitti. Derin bir nefes aldıktan sonra yeşil kaplı kitabı inceledi. İyi de bu kitap... Bu o yazarın kitabı. Bu bende ne arıyor?  Marketten aldığımı takside unuttuğuma göre bunu daha önce almış olmalıyım diye düşündü. Kitabı alıp odasına gitti yatağına oturdu. Hiç kalkmadan baştan sona sabaha kadar okudu. Ağlamaya başladı. O kadar çok ağladı ki artık takatsiz kalmıştı. Bana ne oluyor diye bağırmaya başladı. Hepsi yalan mıydı? Tamamen kafasında olup bitiyordu belki de. Bununla yüzleşmek zorunda hissediyordu kendini. Belki de hastaydı.

           O gün, yazarın başka bir imza günü için hazırlandı çıktı. Bu kez kapıdan çabucak geçmiş, yazarın olduğu standa yaklaşmıştı. Kitabı eline aldı son sayfayı açtı ve okumaya başladı.


BİTTİ...

5 Temmuz 2017 Çarşamba

UYANMAK VAKTİ - Yaşlı adam yol gösteriyor - 1. BÖLÜM

       


            Yolun sonuna kadar gitmişti. Etraf ağaçlarla doluydu ve sis yüzünden göz gözü görmüyordu. Kaybolduğunu, geri dönmek için artık çok geç olduğunu anladı. Oysa yol, doğruca ahşap kulübeye çıkaracaktı onu. Elindeki haritaya baktı. Haritaya göre bu eski yol ileride ikiye ayrılmalıydı. "Işık" dedi "Işığı bulmalıyım", Çantasına elini attığında, yüzüne vuran ışık gözlerini kamaştırdı. Yaşlı adam, kollarıyla gözlerini kapatmaya çalıştığını fark edip, el fenerini aşağı doğru indirdi. "Ne arıyorsun bu saatte burada" dedi. "Ben bir arkadaşımın kulübesini arıyordum fakat yolu kaybettim. Elimdeki haritaya göre ona ulaşmam gerekiyor." "Onu bu şekilde bulamazsın" dedi yaşlı adam. "Artık onu bulman imkansız."

            Kitabın kapağını kapattı. Gözlerinden bir damla yaş, istemsizce akarken, elleriyle gözlerini sildi. Sırada çok fazla kişi vardı. Kitabı imzalatmak için beklemekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Önündeki genç kız da imzalı kitabı aldıktan sonra, heyecanla kitabı uzattı. Yazar, gülerek herkese yazdığı notun aynısıyla ilk sayfayı doldurduktan sonra, o karmaşık imzasını attı. Tekrar gülerek kitabı kadına geri uzattı. O zaman tüm gerçekliğin farkına vardığından, bundan önce olan tüm o olayların hepsinin ama her birinin tamamen kurgudan ibaret olduğunu kabullenerek, kitabı hiçbir şey söylemeden alıp, çantasına koydu. Oradan uzaklaşırken son bir defa bakmak için döndüğünde, yazar, aynı tavırla diğer okuyucuya gülüyor ve bir diğer kitabı imzalamış bulunuyordu.

           Salonun çıkış kapısına geldiğinde. "Hepsi kafamda kurduğum olaylar zinciri. Bu kapıdan çıktığımda tamamen bitecek." dedi sessizce.

           Kürsüdeki genç yazar: "Şimdilik söylenecek bir şey yok" diye cevapladı soruları. "Bir sonraki kitabımdaki hikayeyi okuduğunuzda, bu karakterin hayal dünyasına tam anlamıyla tanık olacaksınız." Kürsüden indi. Etrafını çevreleyen okuyucularla biraz daha sohbet ettikten sonra, salonun kapısından çıkıp arabasına yöneldi. Arabayı çalıştırıp çiftlik evine doğru yola çıktı. Yol boyunca son kitabı için yapılan söyleşinin, oldukça faydalı geçtiğini düşünüyordu. Genç bir yazar olmasına rağmen, bu kadar okuyucu kitlesinin olması mutlu ediyordu. Çiftlik evi meyve bahçesinin içinde bulunuyordu. Burası adeta bir huzur mekanıydı.

               Eve girince tüm perdeleri ve pencereleri açtı. Mutfakta kendine şekersiz bir kahve hazırladı. Kahvenin kokusunu içine çekti. Güneşin sıcaklığı, parlaklığı tamamen evin içine dolduktan sonra çalışma masasının başına geçip yazmaya başladı.

              Genç kadın annesinin ölümünden sonra evde yalnız yaşamaya başlamıştı. Evde kendisine eşlik eden bir köpeği bulunuyordu. Köpeği gezdirmeye çıktığı zamanlar dışında, evde vakit geçirmeyi seviyordu. Apartmanda görüştüğü birkaç komşusuyla ettiği sohbetler dışında, arkadaş edinmek istemiyordu. Anlamayacak insanlarla vakit kaybetmenin anlamı yoktu.

               O gün, mahallelerindeki büyük park alanına gidip, çocukların eğlencelerine ortak olmak çok hoşuna gitmişti. Bir bankta oturmuş, köpeğinin tasmasını çıkarmış, onun da özgür bir şekilde çocukların oyunlarına katılmasına izin vermişti. Merhaba diyen bir adamın sesine doğru başını çevirdi. "Merhaba" dedi. Adam, müsaade isteyip kadının yanına oturdu. Kumral uzun saçlarını bir lastikle toplamıştı. Ela gözleri dikkat çekiyordu. Kirli sakalları yüzüne çok yakışıyordu. Kısa bir süre sonra tadına doyulmaz bir sohbetin içinde buldu kadın kendisini. Öyle ki havanın karardığının bile farkına varmamıştı. Adam müsaade isteyip yanından kalktı ve görüşmek üzere diyerek, oradan uzaklaştı.

               Bu şekilde her gün adamla buluşup, bir süre konuştuktan sonra ayrılıyorlardı. Adam, kelimelerle oynamayı iyi bilen biriydi. Söyleyecek çok fazla şeyi vardı. Kadının tek isteği konuşmaktı. Anlatsın istiyordu ona kendini anlatsın. Ne kadar bildiği varsa ekledi cümlelerine, kâh güldü kâh ağladı. Uzun uzun anlattı annesini, tüm çocukluğunu anlattı ona. Hâlâ çocuk olduğundan bahsetti. Kimseye söyleyemediği bu gizli sırrı ona kolayca söylemiş, tüm duvarlarını yıkmıştı. Bir gün buluştukları yere adamın gelmemesi, onu çileden çıkarmıştı. Bu kez sokaklarda aradı onu. Günlerce aylarca aradı fakat adam bir daha gelmedi.

19 Haziran 2017 Pazartesi

AŞK İÇİN -1.BÖLÜM-


        Asansör 4. katta birden durdu. Şirketin cimri patronları, asansör bakımını senede bir yaptırdıkları için, sık sık bozulurdu. Piyango kime vurursa artık...

        Bu kez bize denk gelmişti. Akşam olmuş, çoğu çalışan gitmişti. Aysun'la çok yakın değildik. Patronun sekreteri olduğu için biraz uzak dururdum ondan. Asansörde onca zaman kurtarılmayı bekledik. Havalandırma ve ışık sorunu yoktu. Topuklu ayakkabılarımızı çıkarıp yere oturduk. Birazdan nasılsa gece bekçisi katları dolaşacak ve biz kurtulacaktık. Daha önce hiç yapmadığımız kadar konuşmaya başladık. Meğer aynı lisede okumuşuz da farkında değilmişiz. Tanıdığımız ortak arkadaşlarımız varmış ama ben, sanki onunla hiç karşılaşmamıştım. Zaten büyük bir liseydi.

       "Eee anlat" dedi. "Ne anlatayım" dedim."Aşk için yapabileceklerinin sınırı ne?" Bilemiyorum böyle bir soruyla daha önce hiç karşılaşmadım"dedim. Aysun konuşmaya devam etti. "Bak bu aşk diye anlatılan ne varsa hepsi palavra. Sana başımdan geçen bir olayı anlatmak isterim dilenlersen." "Dinlerim tabi ki neden olmasın, zaten burada yapacak daha iyi bir şey yok." dedim. Aysun konuşmaya başladı.

        Ben, gezmeyi çok severim, bilmem daha önce hiç sözünü etmiş miydim? Bir turla Kapadokya gezisine gitmiştim. Yol boyunca sıkılmamak için gevezelik edecek birini arıyordum. Benim gibi gezmeyi ve gevezelik etmeyi seven bir adamla tanışmıştım. Aklımıza ne gelirse konuşuyorduk. Ben gülmekten perişan oluyordum. Vakit nasıl güzel geçiyordu anlatamam. Tur rehberinin gözetiminde etrafı geziyorduk. Bu da, yanımda hem gezip hem konuşurken, ayağı kayıp bir uçurumdan aşağı yuvarlanmasın mı? Bir de baktım adam yok. Neyse ki Allah'tan birkaç metre aşağıda düz, kayanın dışına çıkıntı yapmış bir zemin varmış. Yoksa uçurum nasıl biliyo musun? Aşağı direkt yuvarlansa parçası kalmaz. Ekipler geldi, kurtardılar. Ben de onlar gelip onu kurtarıncaya kadar üzüntüden ne yaptım bilemiyorum. Bildiğin kahroldum. Dualar ediyorum filan. Hayır, adamı daha önce tanımıyordum. Ne oldu da bu kadar üzüldüm diyecek durumda bile değilim. Öyle perişan olmuşum. Bereket çok büyük bir sorun yokmuş. Yukarı çıkardıklarında adamın boynuna sarılıp bir ağlıyorum ki sorma. Bu tuhaf hallerimi de sonradan fark ediyorum. Ayağı kırılmış.  Alçıya aldılar. Tabi ondan sonra geziden bir şey anlamadım. Hastanede bir süre yanında kaldım. İstanbul'a birlikte döndük. Herkes işinin başına. Fakat ben normal hayatıma devam edemiyor, bir sebep uydurup soluğu adamın yanında alıyorum. Ancak hala durumun farkında değilim. Her yerden takip ediyorum. Nerede ne yapıyor diye. Tüm sosyal medyada peşinden koşuyorum. An be an eğlenmeye devam ediyoruz. Bir gün bir şey oldu kavga ettik. Beni tüm hesaplarından ve telefondan engellemesin mi. Başta sadece üzüldüm fakat her geçen dakika azap çekiyorum adeta. Onsuz geçen zamanlarda bir hasta gibi dolaşıyorum. Bir görsem sesini duysam yetecek."

       "Ne güzel bir hikaye" dedim. "Sonra ne oldu?"

        "Hikaye mi? İnan hepsi gerçek ve dahası var" deyip anlatmaya devam etti.

         "Baktım olmuyor. İşten ayrıldım. Çalıştığı şirkete bir şekilde girdim. Büyük bir şirkette küçük bir işe razı oldum. Oturduğu mahalleye taşındım. Tekrar konuşmaya başladık. Bu kez mutluluktan uçuyorum. Her sabah masama bir gül ve yanında bir şiir bırakılıyor. Bugün acaba hangi şiir diye heyecanla masama gidiyorum. Her gün istisnasız bu gerçekleşiyor. Ben de bana konuşacağı günü iple çekiyorum. Görüşüyoruz, konuşuyoruz, şirketteki diğer arkadaşlarla birlikte akşamları, hafta sonları program yapıyoruz. Güzel günler böyle birbiri ardına geçip gidiyor. Maaşım bir öncekine göre daha düşük olsa da sorun etmiyorum. Bir yandan da değer mi bunca şeye diye sorup, her şey para değil önemli olan mutluluk diyorum."

         "Bütün bunları bir adam için yaptığına inanamıyorum. Delirmiş olmalısın. Belli ki fazlaca etkilenmişsin orasını anladım da iş değiştirmek çok riskli gibi geldi bana.  Evini taşımak hele iyice abartmışsın. Çok mantıksız" dedim. Benim bu sözlerim üzerine boynunu büktü. "Haklısın" dedi. "Mantık düşünecek halde miydim bir de bana sor. Sebep desen yok. Bana öyle geliyordu ki onu görmeden geçen her günüm karanlık. Biraz konuştuğumuzda ise birden güneş açıyordu. Mutlu ya da mutsuz olduğumda kendimi kapısında buluyordum. Ona olan ihtiyacım hiç azalmıyordu. Ne kadar kötü şey varsa dünyada birden yok oluyordu sanki. Unutuyordum ne bileyim tuhaf bir durum. Biliyorum şimdi sana çok saçma geliyor, beni anlamıyorsun. Kimsenin anlamasını beklemiyorum zaten."

        "Peki bunca şeyi neden bana anlatıyorsun." dedim.

        "Birine anlatmak istiyorum çünkü."

Okumak isteyenler için AŞK İÇİN 2.BÖLÜM