25 Nisan 2023 Salı

BENİ BÖYLE DE SEVER MİSİN? 1. BÖLÜM

         



             Şimdi aldığım kilolara bakıyorum da "Bu nasıl oldu." diyorum. Dediğim gibi oldu, aynen dediğim gibi. Ne otobüse rahat binebiliyorum, ne minibüse. Beni gören şöyle iğrenerek bakıyor, belki acıyarak. Ben büyük bir suç işlemiş olmanın ezikliği içinde, elimdeki kalan poğaçamdan bir ısırık daha alıyorum.


            Aynalara bakamıyorum, eskiden önünden geçtiğim dükkan camlarında olurdu gözüm. Alımlı bir kadını gördüğümden midir bilinmez, tekrar tekrar vitrinlere bakardım. O seni heyecanla beklediğim günlerde daha da güzeldim hatırla. Sen beni almaya geldiğinde "Seni her gördüğümde aşık oluyorum" derdin.

           Arkadaşlarla gittiğimiz kafelerde ilk önce açılışı bir kahveyle yapıyorum. Sonra bir büyük pizza dilimi, büyük boy patates, büyük şişe kola, arkasından tatlı. Biraz daha oturduğumuzda midem kazınıyor, bir de fondü söylüyorum. Sonra bir de çilekli milkshake. Arkadaşlarımın sayısı gittikçe azalıyor.
     
           Sabahtan açıyorum televizyonu ve bütün sabah programlarını, bruncha dönen kahvaltı eşliğinde izliyorum. Aslında programlar kahvaltıma eşlik ediyor. Bütün gün kapıyı çalan yok. Telefonda hiç arama mevcut değil. İçim sıkılıyor, buzdolabına doğru yürüyorum. Dünden kalma pastayı mideme indiriyorum. Öğleden sonra biraz dışarı çıksam iyi olur deyip, giyim mağazalarını şöyle bir yokluyorum. İçeri girmek mümkün mü? Bedava dağıtıldığını zannettikleri giysiler ellerinde, bekleşen kalabalığı yararak yukarı çıkıyorum. Soyunma kabinlerinin önü neredeyse kasaya kadar uzanmış, kasadaki sıranın da giriş kapısına dayanmış olduğu insanlarla dolu mağazada, kendime göre bir şey bulmam mümkün değil. Girişim nasıl zorluklarla gerçekleştiyse aynen öyle de çıkıyorum.

            Sen gittin ve herkes ölmeye başladı. İçimdeki daralma hiç geçmiyor. Nereye gitsem bir boşluk, anlamsız sohbetler ve faydasız geçirilen zamanlar. Zamanla anlıyorum ki bu hiç geçmeyecek. Bense içimdeki boşluğu doldurmaya çalışırken daha çok yiyorum. Yediklerim yeterli olmayınca da üstüne çerezlik bir şeyler alıyorum.

           Gece de bir korku filmi açıyorum korkmak için ve yanında mısır. Patlamış mısır beni çok duygulandırır bilirsin. Mısır yedikçe ağlıyorum. Film çok hüzünlü bildiğin gibi değil. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, ben dışarı çıkıyorum, koşturarak evlerine kaçanlara bakarak.

           Kapıya gelen olunca hiç sesimi çıkarmıyorum ki gitsinler. Ya çok erken çıkıyorum dışarı ya da çok geç. Gören olmasın diye yapıyorum bunu.  Akşam olunca balkondan dışarıyı seyrediyorum. Ankara'nın kenar mahallelerinden gelen o is kokusunu ciğerlerime çekiyorum. Bu evlerde kaç aile aç diye üzülüyorum. Gün içinde yaptığım en anlamlı iş ise sokaktaki hayvanlara yiyecek bırakmak oluyor. "Onlar da yesinler, herkes yesin doysun" diyorum.

           "Sen gidersen, çok üzülür kendimi bırakırım" demiştim, dinlemedin. hep başkalarını düşündüğümden kızardın bana. "Biraz da kendini düşün az bencil ol." derdin. Görmeyeli aylar oldu telefonda konuşmak yetiyor mu sanıyorsun. Hep çok meşgulsün hep ilgilenecek işlerin var. Para bu kadar önemli mi? Oysa benim senden maddi hiçbir beklentim olmadı. Karşılıksızdı benim sevgim. Biliyordun insanları çıkarları için kullananları sevmediğimi.


2. Bolum

20 Ocak 2023 Cuma

YENİ DÜNYA DÜZENİ

      - Hep evde kalmamızı söylüyorlar anne" diye ağlamaklı söylendi çocuk. Gözlerini elleriyle ovuşturdu.  Aylardır dışarı çıkmıyoruz. Bugün hesapladım tam 7 ay olmuş. Yaz geldi geçti dışarı çıkıp sokakta arkadaşlarımla top oynayamadım bile.

       "Bugünler de geçecek" dedi annesi şefkatli gözlerle bakarak. "Hem birkaç aya kadar karantinayı kaldıracaklarını söyledi başkan"

Adam:

      - İki ay önce de aynı şeyleri söylemişti. Hepsi palavracı. İşlerine de gelen bu. Herkesin içeride olduğu, kimsenin itiraz edemediği bi ülke ne kadar kolay yönetilir biliyor musun? Alaycı alaycı gülerek. 

       "Ellerinden geleni yapıyorlar tatlım" dedi kocasına dönerek. "Hem ailecek birlikteyiz şimdi. Hep diyordum ya birlikte vakit geçirmiyoruz evde kalamıyoruz. Dualarım gerçek oldu. İşte fırındaki kek de pişti sonunda haydi masaya"

       Sıcak kekten buram buram tüten kakao ve vanilya kokusu tüm odayı sarmıştı. Can sıkıntılarını bi an için unutup neşeyle yemeye koyuldular. 

        
        Aradan birkaç gün geçmişti. Kapı çalındı. Baba açmak için kapıya yöneldi. Ekrandan kapıda kimlerin olduğunu dikkatle inceledi. sağlık personeli, haftalık rutin kontrol için gelmişti. Görevlilere kapıyı açtı. Beyaz tulumlu maskeli görevliler retina ile kimlik taraması yaptıktan sonra test için bu üç kişilik aileden kan örnekleri aldılar. Yaklaşık on dakika sonra test sonuçları çıkmış pozitif test sonucu olan babaya bu durum üzülerek bildirilmişti.

       Adam bu duruma itiraz ederek sesini yükseltti."Bakın benim kimseyle temasım olmuş değil. Sadece köpeği dışarı çıkarıyorum. Sokaklarda kimseyle karşılaşmadım. Bu.bu mümkün değil"

       Görevli:

       "Lütfen bize zorluk çıkarmayın beyefendi. Sizin ve ailenizin iyiliği için bizimle gelmeniz gerekiyor." Diğer aile fertlerini şimdilik gözlem altında tutacağız. Sonuçlar negatif oluncaya kadar bu durum değerlendirmede olacak."

        Kadın ve çocuk korku dolu gözlerle ağlamaya başladılar. İşte bir aile daha bu büyük tehlikeyle karşı karşıya kalmış, çaresizlikle durumu anlamaya ve yapılabilecek başka bir şeyin olup olmadığına dair sorularla biraz olsun olanları değiştirmeye çalışmışlardı.

        Görevliler oldukça katıydı. Başka türlüsü imkânsızdı ve bunu oradaki herkes biliyordu. Adam daha fazla direnmenin işleri değiştirmeyeceğini anladıktan sonra çaresizce görevlilerle birlikte gitmeye mecbur kalmıştı.

       Hastaneye gittiğinde oldukça fazla insan olduğunu gördü. Korkusu daha da arttı. Oksijen tüplerine bağlı birçok insan sedyelerinde, ölümü bekliyorlardı belki de. Kabinlerden birine aldılar onu. Üstünü çıkarması ve verilen kıyafetleri giymesi istendi. Denileni yaptı adam. Sedyeye uzandı. Soğuk sedye bir an içini titretmişti. Eşini ve çocuğunu düşündü. Yılların ne kadar çabuk geçtiğini, ölmek için henüz hazır olmadığını tekrarladı içinden.

       Çok geçmeden hemşire yanına geldi. Bazı ilaçların eklendiği bir serum takıldı adamın koluna. Bir anlık sessizliği bozan adam. "Benim şu an hiçbir rahatsızlığım yok emin misiniz hanfendi hasta olduğuma"

       Hemşire:

       - Üzgünüm hastalarla durumları hakkında görüşmemiz yasak. Ben sadece bana verilen ilaçları uygulayabiliyorum. Siz sadece size söylenenleri yapın ve sabırla bekleyin.

        Adam orada kaç gün bekleyebileceğini hesaplamaya çalıştı. 14 gün kuluçka süresi olsa birkaç gün sonrasında semptomlar ortaya çıkmalıydı. Acaba virüsü ne zaman kapmıştı. Bunu bilmek mümkün değildi. Çevremdeki herkes olabilirdi. İnsanlar olmayabilirdi belki bir kapı kolu, asansör düğmesi de virüsün bulaşması için yeterliydi. Market poşeti olma ihtimali de vardı üstelik. Ailesi de virüsten etkilenmiş miydi? Onlara bi zarar geleceğini düşünmek daha fazla üzülmesine sebep oluyordu.

        İlerleyen günlerde ateşi çıkmış ve öksürmeye başlamıştı. Bunun iyi bir belirti olmadığının farkındaydı. Korkusu artmaya başlamıştı. Eşi ve çocuğunu görse biraz olsun içi rahatlayabilirdi. Buna asla izin verilemezdi. İstemeye de hakkı yoktu üstelik. Kontrol için gelen hemşireye eşiyle görüşmek istediğini belirtti. Hemşire telefonunu getirdi. Görüntülü arayarak eşiyle iletişim kurmak daha iyi olacaktı. Onların hasta olmadığını görmeden rahat edemeyecekti çünkü. Numarayı tuşladı. Eşini ekranda görünce birden heyecanlandı sanki yıllardır görüşmüyor gibiydiler. Birkaç dakika geçtikten sonra içi rahatladı. Oğlu ve karısı oldukça iyi görünüyorlardı. Karısı ağlamaya başladı. Kendisinin iyi olduğunu bir süre sonra çıkaracaklarını söyledi. Eşi biraz sakinleşmişti. Telefonu kapattıktan sonra söylediklerine kendisinin bile inanmadığını düşünüyordu. Belki burada ölüp gidecekti. Hayatının böyle sona ereceğini bir yıl öncesinde birisi kendisine söyleseydi gülüp geçerdi herhalde.

       Doktor nihayet yanına gelmişti. Dosyayı inceledi. "Bize güvenin, devletimiz sizin için her şeyi hazırladı" dedi doktor. Tedaviniz bittikten sonra evinize döneceksiniz. Solunum cihazına ihtiyacınızın olup olmadığı ilerideki günlerde ortaya çıkacak. Bu arada size verilen şu formu doldurmanız gerekiyor. Formda gerekli bilgileriniz ve prosedür gereği onaylarınız isteniyor. En altta sizin için ayrılan imza bölümüne imzanızı rica edeceğiz.

       Doktor gittikten sonra formu alıp incelemeye başladı. O kadar çok şey yazıyordu ki okumaya gücü olmadığını hissetti. Biraz gayret ederek toparlandı yastığını düzelterek oturmaya çalıştı. Formda virüsün tehlikeleri ve bulaşma yollarından uzun uzun bahsediliyordu. Bunları uzun zamandır bildiği için atladı. Ad soyad, Kimlik kayıt no, telefon, aile bilgileri gibi kısımları doldurduktan sonra alttaki satırlarda salgınla ve devletin bununla ilgili yaptığı çalışmalar hakkında kısa bir anket bulunuyordu. Hastaneye gelmeden önce sorsalar hepsine olumsuz cevap verebilirdi. Ancak bu hastalıkla gerçekten de yüzleşmiş ve kafasındaki tüm olumsuz düşünceler kendisine uygulanan tedavi doğrultusunda olumluya dönmüştü. Memnuniyet duyduğuna dair tüm kutucukları işaretledi. İmzasını attıktan sonra kağıdı yan taraftaki sehpaya bıraktı.

       Uyandığında hemşirenin yiyecekleri bıraktığında çıkardığı sesin onu uyandırmış olabileceğini düşündü. Kapı açılıp üstünde hasta kıyafetleri olan bi adamın sessizce onu izlediğini gördü.

       İçeri gelsenize diye seslendi. Nasıl olsa kimseye bulaştıracak virüsümüz yok. Hepimiz  virüslüyüz. Hahahahah. Bu kahkaha sesi karşısındakini cesaretlendirmiş olacak ki. İçeri bir gölge gibi girdi adam. İki haftadır hastanede olduğunu söyledi. Testlerim hala devam ediyor. Öksürüğüm yok. Hasta değilim ben diye karnından konuşarak nasıl olduğunu sordu.

      Ben iyiyim yani iyi olacağım benim şiddetli öksürüğüm var fakat solunum cihazına bağlanmadım henüz nefes alabiliyorum.

      Biliyor musun her gün onlarcası ölüyor cesetleri torbalara doldurup yakmaya götürüyorlar. Korkuyor musun?

      İnanır mısın buraya gelmeden önce hem korkuyor hem de öfke duyuyordum. Bizi evlere hapsettiklerine o kadar emindim ki söylenenler hep yalan gibi geliyordu. Şimdi tüm fikirlerim değişti. Artık korkmuyorum. Çünkü hastayım, öfkem geçti. Burada ihtiyacım olan tüm tedavileri uyguluyorlar. Bir an önce iyileşip ailemin yanına dönmek istiyorum. dedi.

       Ziyaretçi:

        Peki dostum geçmiş olsun hoşçakal. Odama dönmem gerekiyor. Yokluğumu farketmesinler. Dolaşmamız biliyorsun ki yasak. Umarım en yakın zamanda ailenin yanına dönersin.

       Adam:

         5 gündür hemşire ve doktor dışında birini görmediğim için seni görmek bana iyi geldi. Sana da geçmiş olsun dedi.

        İstihbarat görevlisi odanın kapısını tıklattı. Selam verdikten sonra elindeki raporları incelemesi için komutana verdi. Hastanelerde kalanların dosyalarını dikkatle inceledi komutan. Burada temiz onayı gelenleri taburcu edelim. "Kirlileri yakılmak üzere gönderelim" Emrini verdi.

        Şimdi temiz olanları koruma zamanı dedi komutan. Tüm gücümüzle bunun için çalışmalıyız. Peki ya diğerleri? diye sordu. Onlar kaderlerinin sunduğu sonu bekliyorlar. Onlar için yapabileceğimiz tek şey diğerlerini korumak için onları içeride tutmak.

       Tüm televizyonlar emrimizde biliyorsunuz. Sosyal medyada bilişim uzmanlarımız ve trollerimiz insanları evde tutmak için fazlasıyla efor sarfediyorlar. Başkan her gün çıkıp saatlerce danışmalarıyla birlikte konuşuyor ki insanların endişesi artsın. Verilen rakamlarla özellikle oynuyoruz. Binlerce insanın öldüğüne ikna olmaları gerekiyor. Ölen sayısı ne kadar çok olursa halkın korkusu o kadar artacak ve verilen emirlere uymaları daha kolay olacak.
......

        Başkan, aydınlık odadaki ceviz ağacından yapılma masasında gelen istatistikleri inceliyordu. "Bugün yapılan anketlerde, seçimleri kazanamayacağımız yazıyor. Halkı iki yıl daha evde tutmak için plan hazırlanmasını istiyorum.  Bu virüsün bir komplo olduğuna dair haberler dönüyor ortalıkta. Bunun için de derhal bir önlem almalıyız. Corona ile ilgili tüm paylaşımlar yasaklansın. Sadece devlet kanallarından bilgilendirme yapılsın.

     -Bu tür haberler ve itirazları mümkün olduğunca telaffuz etmeyiniz efendim. Yalanlamayın bile. Gündem olmasın yeter ki. Ben size yeni gündemler bulurum sayın başkan" dedi danışman.

      İletişim Teknolojileri Baş danışmanı söz istedi.

     -Efendim yeni alınacak kararlarla sosyal medya paylaşımlarının önüne geçilecektir. Hastalık ile ilgili paylaşım yapan herkes hakkında işlem yapılacaktır. Bu konuda İç İletişim Kontrol Bakanlığımızla ortak bir proje yapmaktayız.

      - Akşamki promter arızası rezaletti. Ben de insanları oyalamak için bi şeyler söyledim tabii. Mesela deterjanların virüsü yok etmesini enjeksiyonla vücut içine göndererek tedavinin mümkün olabileceği gibi kafa karıştıracak bir şeyler bile söyledim. Bi şekilde durumu kurtardım. Bi daha böyle bi şey olursa sizi de karantinaya almak zorunda kalacağız sayın basın danışmanım. Teknik sorunlarla da kim ilgileniyorsa ipini çekin. Test ayarlayın hastaneye zorunlu olarak yatırın. Artık solunumu da bi şekilde kesersiniz. Halledin işte gözüm görmesin" dedi sertçe. 

       -Siz hiç merak etmeyi efendim. Biliyorsunuz ki tespit edilen tüm vakalar muhalif kesimden olarak ayarlandı. Ölümler bizim daha önce planladığımız gibi, haklarınlda "Kirli" onayı gelenlerden oluşuyor. Sosyal medyada eleştirenlere de izninizle işlem başlatıyoruz. Testleri pozitif olarak ayarlanacak. 

      - Güzeel. Eğer sıkı ve acil tedbirler almazsak tuğla tuğla döşediğimiz muhteşem gücümüz elimizden gidecek. 

       Hastaneye yattığından beri yaklaşık 10 gün geçmişti. Doktorlar iyileştiğini söyledikten sonra alkışlarla taburcu ettiler hastayı. Evine döndü.  Eşine ve çocuğuna sarıldı. Eşine hastaneyi hastaları ve sağlık personelini anlattı. "Biliyorsun hep muhalif bi tarafım vardı. Fakat yaşadıklarımdan sonra kesinlikle ve kesinlikle artık bu hastalığın tümüyle gerçek olduğuna ve devletimizin bizi kendi iyiliğimiz için içeride tuttuğuna tüm kalbimle inanıyorum.

        "İyi ki devletimiz var" dedi. 

       
Not: Corona günlerinde yazdığım bir hikâyeydi.

   

13 Mayıs 2022 Cuma

SİGORTA İŞİNDEN PARA KAZANMAK




             Hani bir trafık kazası geçirdiğinizde sizi ilk arayanlar sevdikleriniz ve sizi tanıyanlardır ya. 


             Öyle değil:)) 

             Özellikle ilk yıllarda yoğun bir şekilde arayanlar vardır. Düşünün hatırlayacaksınız. Belki de çok rahatsız olduğunuz kişiler. Kötü bir haberim var ki 8 yıl boyunca aranacaksınız.

               Okuyanlar içinde trafik kazası geçirmiş olanlar varsa, zaman zaman sinirlerini zıplatan bu insanların neden onları bu kadar rahatsız ettiklerine akıl sır erdirememişlerdir. 

              Bu kabus olmalı bi türlü kurtulamıyorum diyeniniz de vardır tabii. Bir gün konuştuğum kazazede, ne kadar bıktığından bahsetmişti. Ben de en kısa zamanda telefonu kapatmamız için. "Bir şey yok" cevabını biz sormadan vermelisiniz demiştim. Aslında sizden öğrenmek istediğimiz tek şey bu. 

Kazada bir yaralanmanız oldu mu?
Bir sakatlık yaşadınız mı ya da ameliyat oldunuz mu?

             "Bir şey yok" 

              Sihirli kelimeler bunlar oysa ki. O kelimeleri söylediğinizde, telefon en kısa sürede kapanıyor. Eğer söylemez sinirlenir daha fazla şey öğrenmek isterseniz ya da başka şeyler söylerseniz konuşma uzuyor da uzuyor.

              Bizler de sizlerin sağlığını, ne durumda olduğunuzu merak ediyoruz hatta en sevdikleriniz kadar merak içindeyiz. Belki bir yardıma ihtiyacınız olur diye de düşünüyoruz. Kaza geçiren mağdurlar yanlış davrandıkları için, bazen de yapmaları gerekenleri yapmadıkları için hak kaybına uğrayabiliyorlar. İşte biz sizleri bu yüzden de rahatsız ediyoruz. Bir de böyle düşünün.

                Kişi kaza geçirdiğinde, yolcu ise her şekilde haklı oluyor. Bazen bunu bilmeyebiliyorlar. Bazen de meydana gelen yaralanmanın cezasını direksiyon başındaki arkadaşlarına ödetileceğini düşünüp sessiz kalıyor, hakları için bir şey yapmıyorlar. Kazaya ne sebep olursa olsun, şayet şoför alkollü değilse ondan herhangi bir ücret alınmıyor.

                Yıllarca ödenen zorunlu trafik sigortalarında, bu tür yaralanmalar da sigorta altına alınıyor     fakat insanlar başlarına böyle bir kaza gelmeden bunu bilmiyorlar. 

                 Bazen de trafik kazasında, kazaya sebep olan araç kaçıp gidiyor bulunamıyor. Şimdi nereden bulacağız da hakkımızı alacağız diye düşünen mağdur, şikayetçi olmayabiliyor. Oysa ki çarpan kişi bilinmiyor olsa bile, yaralanmanızın karşılığı olan tazminat tutarını yine de alabiliyorsunuz. Yapmanız gereken tek şey, olayı kayda geçirmek. Bunun için de 6 ay süre tanınmış. 

                 Bedensel sakatlanmalarla ilgili yapılan danışmanlık hizmetleri de bedensel hasar ve danışmanlık sigorta müşavirleri tarafından gerçekleştiriliyor. Kazada mağdur olan kişilerin, karşı tarafın sigorta şirketlerinden alacakları tazminatla ilgili süreci takip etmek de bir iş alanı. 

                 Benim çalıştığım firmanın kuruluşu da bir kazaya dayanıyor. Firma sahibi yıllar önce bir trafik kazası geçiriyor ve o zaman karşı tarafın sigorta şirketi kendisine bir ödeme yapıyor. Bu alanda bir iş yapabileceğini fark ediyor ve kendi adına bedensel hasar danışmanlık şirketi kuruyor.

                  Açıkçası, ben de böyle bir iş yapmadan önce bu sektörün varlığından haberdar değildim. Ancak başlayınca bazı şeyleri öğrenmiş oldum. Bu sektörün oldukça kazançlı bir iş olduğunu da belirtmek isterim.

                   Neyse çalıştığım süre boyunca her gün yüzlerce insanla telefonda görüştüm. Bazıları çok kibardı bazıları baya sinirliydi. Çoğunlukla sabırla dinlediler ve ben de sabırla onların anlattıkları -kimi zaman oldukça acıklı- kaza hikayelerini dinledim. Yardımcı olmaya çalıştım.

                   Bazılarına söyleyecek bir şey bulamıyor insan. Eşi vefat etmiş, çocuğu, annesi ya da babası. Hiçbir tazminat, hiçbir teselli onları geri getiremez biliyorsun fakat yine de işin olduğu için yapmak zorundasın. Birilerinin onlara yardımcı olması gerekiyor çünkü. 

                    Bir keresinde telefonda konuştuğum genç bir adam bana "Hangi kazayı soruyorsunuz?" diye cevap verince "Sık sık kaza mı geçiriyorsunuz efendim" diye cevap vermiş bulundum. Öncesinde konuştuğum onlarca kişi zarar görmemişti. "Yaralanmadıysanız sorun yok" dedim. O da "Yaralandım evet" dedi. Buyurun sizi dinliyorum deyince olayı anlatmaya başladı. Trafik ışıklarında durduğu esnada, freni patlayan bir beton mikserinin bacaklarını ezdiğini ve artık iki bacağının da olmadığını söylerken sesi titriyordu. Gözlerinin yaşardığını görüyor gibiydim. Ben ne diyeceğimi bilemedim. Benim de gözlerim sulandı neredeyse ağlayacaktım. Sesim titredi mi bilmiyorum. Sanki geçici bir şey yaşamış gibi, sanki atlatacağına inanarak konuşmaya çalıştım. Olaya odaklandım ve sadece yapabilecekleri konusunda bilgilendirdim. Hala aklıma arada geliyor. Ne yapıyor acaba diye. İnsanın böyle bir kaza yaşayıp böylesine korkunç bir acıyı yaşaması bir yana, bundan sonra hayatına devam etmesi de kolay değil. 

                    Bu tür hayatlara da tanık oldum işte. 

Sigorta işine artık evde devam ediyorum. Trafik kazası geçirdiyseniz ve yardıma ihtiyacınız varsa beni arayın.


             

22 Şubat 2022 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ



Ağaç Ev Sohbetlerimiz devam ediyor. Haftanın konusu sevgili Kaplan Diary'den.

"Ne için yaşıyoruz? Size göre bizi diğer canlılardan ayıran en temel özellik nedir? Eğer dünyaya gelişinizin bir hikmeti varsa, sizden beklenenleri ne ölçüde yerine getirdiğinizi düşünüyorsunuz?"



"Niye varız?"dedim. 

Biz kimiz, neden biz ve bizi bu kadar önemli kılan ne? 

Niye var olduk buna niye gerek vardı? 

Bu çöllere düşmeye aç susuz sürünmeye ne gerek vardı? 

Çöl herkes için çöl değildi. Kimine yeşil bir vadi, kimine okyanus var edilmişti. Bunu dönüştüren yoksa biz miydik? Belki isteyene çöl, isteyene okyanus, ne isterse o var edildi. 

Mecnunlar ve Leylalar var edildi sonra. Seraplara dönüştüler, yaklaşınca uzaklaştılar. Kalbini verdikçe, elinde o değersiz duyguların kaldı. Bekledin bir deniz kıyısında, bir pencere önünde geleceği günü. Gelmedi. O seraptı çünkü. Seraplar gerçeğin soluk bir hayali değil miydi? 

Her güzel gözde, her güzel sözde, her güzel davranıştaydı. 

Kalpten kalbe dolaşıyoruz bulabilmek için. Bazen bir kırıntı bizi yakalıyor, onun peşinde onlarca kilometre, onlarca yıl gidiyoruz. Yakalamak için soluksuz koşuyor, ulaşmak için her şeyi yapıyoruz. Acılar içinde yara bere içinde kalıyoruz. Göz yaşlarımızda boğuluyoruz zaman zaman. Sonunda elimizde koca bir hiç kalıyor. Yavaş yavaş soluyor, sönüyoruz. Tekrar tekrar dönüyoruz. Bu döngü bitmiyor. 

Şimdi sonsuzluğu düşünüyorum. Sonsuzluk, sonsuz yaratmayı, sonsuz var etmeyi istiyor olabilir mi? Bekliyor yarattıklarını zamansızlığında sabırla. Sonsuz bir sabırla ve sevgiyle var ettiklerini, sonsuz bir aşkla dönüşlerini...

Sonsuz aşkı, sonlu varlıklar ne bilsin? 

Hangi kap bu kadar geniş olabilir? 

Belki de kimsede böyle bir kap yoktur. 

O, içinde bir yerde bir nokta, açılan bir kapıydı. O kapıya herkesi çağırmış, ancak arayanlar bulmuş, cesaretle yolda yürüyenlere açılmıştı. 

Açık kapıdan girdi içeri. Korkularını geride bırakmış büyük bir heyecan ve iştiyakla yolları aşmış, kapıyı bulmuş ve girmişti. Gördükleri daha önce hayal bile edemediği kadar olağanüstü ve muhteşemdi. Şimdi her şey yerli yerine oturmuş, tüm sorularına da cevap bulmuştu üstelik. Demek bunun içindi. Bu var edilişler ve bu dönüşümler, değişimler... 

Hepsinin mantıklı fakat akıl üstü bir sebebi olduğunu gördü, anladı. 

Bizden istediği koşulsuz sevgi, iyilik. Merhamet sahibi insanlar olup, başkalarına bunu yansıtmamız. O'nun ahlâkıyla ahlâklanmak. Onun gibi sevmek ve merhametli olmak. Koşulsuz iyilik yapmak. Bunlar böyle konuşulduğunda çok basit gibiler lakin, beşerin öyle bir tarafı var ki içinde bir canavar var. İşte o canavara rağmen onu aşıp yükseldiğimizde işte var oluşumuzun anlamı da tamam oluyor.

Bir parçamız hep arıyor. O'nu bulmak için yaşıyoruz. 

Bizi diğer canlılardan ayıran özellikse idrak. Bu soruları sorabiliyor olmak. 


Not: Bu konu baya bi derin. Üzerine yüzlerce cümle kurulabilir birbirine benzemeyen. Bugün açığa çıkan bu cümleler oldu. İnsanlar var olduklarından bu yana, hep bu sorulara cevap arıyor. 

         Biz kımiz? Neden var edildik? 

16 Şubat 2022 Çarşamba

KENDIN İÇİN YAŞA

              Öldüğünde mezarının başında elli kişi etmeyecek insanlar için yaşamak kadar akılsızca bir şey yok. Başkaları ne der diye yıllarca olduğundan farklı görünmeye çalışan, yalandan ibaret olan hayatını sosyal medyada sergileyen, üç beş akrabanın yaptığı yorumlara takan insanların ise mutlu olması imkânsız gibi.

               'Biliyorsun takip edenler var. Kocamla aramızın bozuk olduğunu bilseler dillerine dolarlar. Fotoğraflarda mutlu çıkmalıyız ki sonra arkamızdan dedikodumuzu yapmasınlar."deyince 
"Yok artık" dedim. Bu kadar da takma ya sen ünlü müsün? Kıytırık sayıdaki akrabalarının yapacağı yorumlara göre mi hayatını sürdüreceksin? Olmadığın gibi görünmeye çalışmak seni yormuyor mu? Biraz daha ilgi çekebilmek için kurduğun rakı sofrasında yaptığın göstermelik eğlence, daha sonra seni nasıl iğrendirmiyor?

               Küçücük dünyalarında yaşayan, yaptıkları tek sosyal faaliyetleri dedikodu olan, bir kitap okumamış, doğduğu topraklardan birkaç kilometreden fazla uzaklaşamamış, araştırmamış, gözlemlememiş, "Filancaların kızı da bak bak.." haricinde bir analiz yapamamış ve bundan son derece aciz insanların senin hakkındaki fikirlerine odaklanmak yerine gerçek bir mutluluğa odaklansan, kendin, eşin ve çocukların için bulacağın daha faydalı, eğlenceli ve yaratıcı fikirlerin peşinde koşsan, belki gerçekten de mutlu olabilirdin.

              Olduğu gibi davranan insanlara hayranım ben. Samimi ve gerçek insanları kolluyorum. Sahteliğe tahammülüm yok. Dedikleri ile yaptıkları bir olan ve "El alem ne der" i olabildiğince aşmış insanlar ilgimi çekiyor. Ya da sonunda elde edecekleri ufak da olsa bir menfaat için farklı davranmayan insanlar.

              Önce ailem diyen adam gerçek bir babayiğit mesela. Eşi ve  çocuklarının ihtiyaçlarını ön planda tutan adam hayırlı. Yıllarca etrafındaki üç beş arkadaşı için saatlerini ve parasını feda eden, çocuklarına gelince verecek bir şeyi kalmayan biri, hiçbir şekilde saygıyı hak etmiyor. Toplumun "kılıbık", 'hanım köylü' yakıştırmaları bile elalem kavramının ifade ettiği, toplumun  'beni dinle, bana uy, benim için yaşa" demesinin bir başka şekli değil mi?

              Hiç kimse mükemmel değil. Mükemmel görünmeye çalışan ve karşısındakilerden de mükemmellik bekleyenler de dünyanın en kibirli insanları. Kibirliler de hayatı çekilmez kılanlardan.

               İnsanlara baktığımda bazen eksik bazen  zayıf fakat son derece gerçek halleri benim dikkatimi çekiyor. Uzun uzun düşünüp gülümsüyorum. Şefkat hissi tüm kalbimi kaplıyor.

             İnsanların eksik, kusurlu fakat doğal hallerini seviyorum.






























8 Eylül 2021 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ





ÖĞRETMEN OLMAK

               Yıllar ne çabuk geçiyor kuzum. Şimdi aynalara baktığımda tanıyamadığım bir yüz görüyorum, bana yabancı. Dilimde bir şiir...


ZİLLER ÇALACACAK

Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ içimden birisi gidecek ardınızdan uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.

Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan...
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

Sonra bir gün zil çalacak yine,
Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak...
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Tâ içimden birisi kalacak oralarda...
Ben gideceğim.

ZEKİ ÖMER DEFNE


                    Hatırlıyorum da bir gün bir öğrencim...  

                    Her gün, birçok öğrencim de aklımdan öyle çıkmıyordu. Bunun için kendimi zorlamıyordum. Aferin desinler diye yapmadım, teşekkür etsinler diye değil. Evlerine gidip ailelerini ziyaret ettiğimde, ihtiyaçları olduğunda yanlarında olduğumda...  Hatta vefasız olabileceklerini hep biliyordum. Genç onlar, başka hayalleri, düşünceleri var. Toprağa atılan tohum gibi unuttum yaptıklarımı. Bir ağaç olduklarında, meyve beklemedim.  

                    Her bir sınav kağıdını özenle okurken, cevaplardaki yanlışları kırmızı kalemle belirtip ya da doğrusunu yanına üşenmeden yazdıktan sonra, bazen dikkat etmeleri gerekenlere dikkat çektiğimde bile, karşılığında bir şey beklemedim. Sınav kağıtlarını dağıttım ardından, kontrol etmelerine izin verdim. Kendilerince hata bulduklarında, itiraz ettiklerinde, cezalandırmadım, tebrik ettim ki, gelecek hayatlarında kendilerine haksızlık edildiğinde ya da haksızlığa uğrandığını düşündükleri zaman, kimseden korkmadan medenice haklarını arasınlar.  Onları büyük bir sabırla ve şefkatle dinledim her zaman. İstedim ki dinlemeyi bilsinler. Saygı gösterdim ki, kendilerine ve başkalarına gereken saygıyı göstersinler.  

                    Nasihat etmekten çok, doğrusunu yaşamayı seçtim. Konuşmaktan çok yaşayan bir insan olmaları için çalıştım. İyi bir insan olmanın her şeyden daha önemli olduğunu anlattım onlara, anlayışlı oldum ki onlar da öyle olsunlar. Görevimi en iyi şekilde tamamlamaya çalıştım her gün. . Yalan söylemedim, söylemesinler istedim. Bazen benimle dalga geçerlerdi, ben de kendimle dalga geçerdim, gülerdik. Rahatça kendilerini ifade etsinler, onlar da duydukları sözlere alınganlık etmesinler diye düşündüm. Herkesin kusuru var, bilmediği birçok şey ve dışındaki her varlık kendi kadar değerli, bunu bilsinler istedim. 

                    Dünyada kapladığımız yer kadarız demek istedim. Ayrım yapmadım, adaletli davrandım ki onlar da ileride adaleti elden bırakmasınlar. Taraftarlığın futbol için bile olsa, ne kadar tehlikeli olduğuna dikkat çektim ki fanatizmin hiçbir çeşidine pirim vermesinler. Taraftarın gözü kördür, kulağı sağır, beyni yanlışa açıktır. Acımasızdır, empati yoksunudur. Bizden olan vardır onun için, diğerleri yoktur. Diğerleri ölmese bile, ölü gibi olsun istenir. Taraftarla, doğruyu bulma amaçlı tartışmak mümkün değildir. Kendi doğruları vardır, ufku dardır, farklı açılardan bakamaz olaylara. Onun için tek bir açı vardır. Nefretten ve kinden beslenir ki bu, tüm insanlık için tehlikelidir.

                      Kısacası ben iyi ve örnek bir insan modeli olmaya çalıştım onlara.  Bilgi elbet verilir, istendiğinde her şekilde zaten öğrenilir. 

                      Şimdi geçmişe ve o güzel yıllara hayalimde döndüğümde içimde buruk bir hüzün, büyük bir huzur var. Öğrencilerim benim en büyük zenginliğim. Hayatım için yapmış olduğum en doğru yatırım. Onlarla gurur duyuyorum.

                       O bunları bana anlattığında biraz hüzünle dinledim. Şimdi ben de kendim için bir şeyler yapmalıydım. Öyle bir şey olmalı ki bu, onun yaşadığı mutluluğu bana da tattıracak, küçük fakat anlamlı bir şey olsun. Benim öğretmenlik konusunda ümidim kalmadı artık. Atama yapılsın diye yıllardır bekliyorum fakat hiçbir şey değişmiyor. Hiç değilse bu hikayeyi sonsuzluğa bırakayım. Siz de benimle birlikte bu hikayeye ortak olun.


Not: Ağaç Ev Sohbetlerinin bu ayki konusu öğretmenlik olduğu için bir öğretmenin gözünden böyle bir hikaye çıktı ortaya. 

Sevgili Momentos Hikayemi Spotify'da o güzel yorumuyla seslendirmiş onu da buraya bırakmak istedim. Kendisine çok teşekkür ediyorum.

https://open.spotify.com/episode/4FHAVxSnGClNR2dOjNovcF?si=8d58a3e50a8c4f07

                    


18 Ağustos 2021 Çarşamba

GÜZEL BİR GÜN

              

               Elimdeki tırmık süpürgeyle yerleri süpürüyorum her gün. Belediye bize yer paylaştırdı. Benim alanım valilikten başlıyor, otobüs son duraklarında bitiyor. Süpürgeme takılan kağıtları, eğilip çekip kurtarıyorum tırmık süpürgenin tellerinden. Kurtardığım kâr diyorum. Teller o kağıtların tam karnından delip geçiyor ya, can çekişmesinler diye yapıyorum bunu. Bir sağa bir sola dönüyorum, hızlı hızlı yürüyorum. Güneşten kavruldu tenim kapkara oldum. Geçerken kuaför ablayı selamlıyorum. Emekliliğime az kaldı emekli olunca memlekete dönücem. Ne güzeldi çocukluğum, buralara gelmezden önce. Kırlarda koyun güderdik çoban köpeğimle. Kuzum vardı, kesme şeker verirdim. Kırlarda koşardık, beni hep geçerdi, zıplaya zıplaya önümde koşardı öyle severdim ki onu. Bir baktım kesmişler. Etinden de yedim. İnsan arkadaşını yer mi?

               Sonra bir gün babam annem topladı taşınabilir eşyaları, büyük şehre göçtük. akrabaların yakınında bir gecekonduya yerleştik. Kirası ucuzdu iki göz odaydı. Mutfağa benzemez köşede, yemekleri yapardı annem, üstüm başım yağ kokardı. Okulda yanıma kimse yaklaşmazdı, ben anlamazdım, kokuya alışan burnum konuşmazdı benimle. Bir gün öğretmenim yanıma çağırıp, temiz kokmanın güzelliğinden bahsetti "Parfüm" dedi. Nedir o bilmem ki ben. Çantasını açtı içinden bir şişe çıkarıp ellerime sıktı. Öyle güzel kokuyordu ki burnum ilk defa güzel güzel konuşmuştu benimle. Bütün gün ellerimi yıkamadım. Eve gittiğimde anneme ellerimi koklattım. "Anne bak! Öğretmenim sıktı çok güzel, biz de alalım" dedim. Annem "Paramız yok kızım" dedi. "Anne öğretmenim söylemedi ama ben pis kokuyormuşum burnum söyledi. Neden pis kokuyorum sence? Annem: "Fakirlik kızım" dedi. O zaman anladım ki fakirlere bu yüzden yaklaşmıyorlar. Gizem'i herkes seviyor, çocukların hepsi etrafında pervane. Demek o fakir değil, güzel kokuyor.

              Belediye, temizlik işçisi arıyor dediklerinde, babam belediyede çalışan akrabalarımıza benim kızı da yazın demiş. Böylece başladı temizlik maceram" dedi, kuaförde saçı yapılırken.

              Kuaförün hikayesi de bir başkaydı. "Bir çocukken fakirlik konusunda hiç bilgim yoktu. Çok zengin değilsek de hiç fakir olmamıştık. Babam yurt dışına gider her çeşit kalem defter içecek takı toka ne bulursa artık eve getirirdi. Bir gün saat istedim siyah olacak ve içinde hiçbir şey olmayacak. Babam nerden bulduysa buldu getirdi. Simsiyah, içinde hiç rakam yoktu. Bursa'ya gittiğinde de envai çeşit kolonya getirmişti. Ben de kolonyadan hiç haz etmem. Midem otobüslerde alt üst olduğunda, kolonya dökerlerdi. Oradan kalma kolonyanın sevimsizliği. 

             Babamın getirdiği kolonyalardan biri vanilyalıydı. Vanilyalı kolonyayı düşürüp kırdım. O kokuyu hiç unutmam yer gök kolonya ve vanilya. O koku haftalarca, aylarca çıkmadı evden. O günden beridir vanilyadan da uzak dururum. Keklere kurabiyelere asla atmam. Vanilyalı her yiyecekten adeta kaçarım. 

               Liseyi okumadım, birinin yanında kuaförlüğe başladım. Meslek öğrenmek zor tabii. O zamanlar çırak olarak başlanıyordu meslek öğrenmek istendiğinde. Benim kuaförlük serüvenim de öyle başladı. Saçları süpürmekle başlıyorsun önce, sonra fön çekmeye başladım. Kıvırma, boyama, kesim derken en ince ayrıntısına kadar öğrendim mesleği. Mesleğimle büyüdüm adeta. Bir sevgilim vardı o zamanlar. Evlenecektik. Çok seviyordum. Sonra bir gün hastalandım. Beynimde iyi huylu bir ur oluşmuş. İlaçlar tedaviler, birini yaparken biri bozuluyordu adeta. Zamanla hastalıklı bir insana döndüm. Sevgilim hastalığımı bahane edip ayrılmadan önce işten çıkmıştım. Birkaç hafta sonra da nişanlanıp, arkasından en yakın zamanda evlenecektik. Bir gün eve geldi ve benden ayrılmak istediğini söyledi. Hastalığım onu korkutuyormuş. Korkulmayacak gibi değildi belki, önce fiziksel olarak başlayan rahatsızlıklarım, bir süre sonra psikolojimi de bozmuştu. Evden çıkıp geri dönmüyordum. Etrafımda kimsenin görmediği insanları görüyor, peşlerinden gidiyordum. Artık beni nerede kim bulursa, eve götürüyordu. Annem her seferinde ağlayarak fakat gözyaşlarını saklayarak bana sarılıyordu. Geldiğime seviniyordu zavallı. 

                  Tamam dedim. Sen nasıl istersen öyle olsun ayrılmak istiyorsan ayrılalım. Sonuçta akıl hastası biriyle olmak istemiyorsun. İstemiyorsun sen beni gerçekten. Gerçekten sevmiyorsun. Sevsen, ne olursa olsun bırakmazdın. Gitti ve bir daha görüşmedik. Sonradan evlendiğini duydum. Kadına hep benden bahsediyormuş. Neyse, ben bir dükkan açtım kendime çok borçlandım. Fakat zamanla müşterilerim arttı dükkanı daha da güzelleştirdim. Borçlarımı ödedim. Kendi ayaklarım üstünde durmaya başladım. Bir gün komşular, eski sevgilimin karısından ayrıldığını söylediler. Sevgilim benimle görüşmek için araya çok kişi koydu. Bir daha onunla hiç görüşmedim. Şimdi sevdiğim biri var  yakında evlenicez." 

                  "Belki de o seni bırakmasaydı sen böyle kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olamazdın." dedim. Hastalığın ne durumda diye sormadım. Çünkü daha önce bana bunu anlatmıştı. Çok iyi bir doktorla tanışmış Soli Bey. Bu hastalığın, tamamen geçici olduğunu söylemiş diğer doktorların aksine. Rahat bırakın kızı demiş ailesine. Onlar da rahat bırakmışlar. Zamanla düzelmiş. Şu an hiçbir hayal görmüyormuş. Gayet akıllı sağlıklı bir kadın. Şaşılacak şey.

                  Sabahları yerleri süpüren kadın geçti yine buradan. Kuaförle selamlaştı. Kuaför: "Gel bakayım, bugün seni güzelleştirelim" diye seslendi. "Sahi mi abla" diye cevap verdi o da. Bir çocuk gibi tırmık süpürgeyi bir kenara atıp. dükkana girdi. Ben de onları izledim. Saçlarını önce yıkadı kuaför, sonra fön çekti, güzel de bir makyaj yaptı ona. Ben de çantamdan parfümü çıkarıp üzerine sıktım. Bana anlattığı hikayesini yazdım. Hepimiz çok mutlu olduk.

                   Bugün de böyle güzel bir gün oldu işte.