11 Eylül 2017 Pazartesi

BİR TEYZENİN ANILARI


             Tekerlekli sandalyede kendisine yardımcı olan sevgili(!) eşine bağırıp duvara tekme atan adamı görünce söylendim. "O adamı orada bırakıp git be kadın!"

            "Gençken de huysuz adamdı" dedi kadın. "O zaman dışarı çıkarmazdı beni. Pek sever, kıskanırdı. Ne yapayım huyu böyle. Üç çocuk büyüttüm hepsi de iş güç sahibi oldular, uzaktalar şimdi. Olsun sağlıklı olsunlar da gerisi önemli değil. Bir amcan bir de ben kaldık evde. Emekli olduğundan, her gün evde bana eziyet edip duruyor. Bir gün evin çatısına çıkmıştı tamir etmek için, ayağı kaydı düştü. Sonra hastaneye kaldırdık hemen. Ayağı ameliyattan sonra iyileşmedi bir türlü. İyice aksi oldu ondan sonra.

          Yemek yaparım tuzu eksik der, bağırır, tuz eklerim fazla der bağırır. Bir gün masaya bir tekme attı, devrildi tencereler tabaklar. Çorba tenceresi bereket dökülmediydi. Salataya rendelediğim havuçları, halıdan ayıklamak için saatlerce uğraştım.

        Annem babam ben çok küçükken ölmüştü. Beni babaannem büyüttü. O zamanlar ayrı eve çıkmak yok, hep birlikte yaşıyorduk. Temizliği neyin yapardım Yengelerim arada bir vururdu bana. Kimsesizlik ne zor bir bilsen. Hep sığıntı gibi hissedersin kendini. Evde yemek bitse suçlanırsın. Çocukluk işte, ben eriği çok severdim. Bahçeden toplanan erikler, ağacında ya da buzdolabında çürürdü ama ben dolabı açıp alamazdım. Yesem hemen anlarlardı. Yine sen mi aşırdın diye sorarlardı. Büyüyüp genç kız olunca da sokağa çıkamadım, mahallenin komşu kızları bize gelirlerdi ben gidemezdim.

            Gençken de dedim ya pek aksiydi. O zamanlar beyim hastanede odacıydı. Beni ilk isteyene verdiler. İşi var düzgün diye. Çok gençtim evlendiğimde. Kocam benden 15 yaş büyüktü. Boyu da biraz benden kısadır. Okumadım ben kızım, kız kısmı okumaz derdi dedem.. İşim gücüm de yok. Birkaç yıl çocuğum olmadı. Nasip... Kaynanamlar çok eziyet ettiler o zamanlar bana. Az kalsın kocam beni boşayacaktı."

           "Boşasaymış be teyze kurtulurdun bari"

            "Öyle deme kızım, dul kadına hiç rahat vermezler. Kimse istemez buralarda. Babamın evinde de sığıntı gibi yaşamak istemem.

             Lakin sığıntı gibi yaşamadım ama bir çeşit tutsak da oldum. Evden çıkarken kapıyı üstümden kitlerdi. Pencerelere de işaret koyardı. Açmaya korkar idim. Bir gün çocuk, düşürmüş penceredeki işareti. Eve geldi bizimki, birden sinirlendi. Benim haberim yok tabii işaretten falan."

             "Demek ben yokken camdan karşı evdeki bekar subaylara bakıyorsun ha!" diye bağırmaya başladı. Yok vallahi ben kimseye bakmadım desem de dinlemedi. Belindeki kemeri çıkarıp beni öyle bir dövdü ki üç gün yerimden kalkamadım. Morluklar iki ay geçmedi.  Dövünce üzüldü sonra. Yapmayacam bi daha diye yemin billah etti. Soranlara düştüm dedim. Ne edeyim gidecek yerim de yok. İki çocuk daha oldu sonra. Bir daha o kadar dövmediyse de hır gür çıkarmaktan da hiç vazgeçmedi. Ömrüm dört duvar arasında çocuk büyütmekle geçti. Çocukların toplantılarına da gidemezdim. Bereket çalışkandılar, okudular. Takdir belgesi alırlardı her sene.
Derdimi anlatacak kimsem de yoktu. Komşumuz Hatçe abla vardı . O gelirdi bazen laflardık. Neyimi kıskanırdı bilmiyorum."

            "Teyzecim hasta olduğunu hiç düşnmediniz mi? Psikolojik rahatsızlıkları olabilir."

             "Ben psikolojik bilmem kızım deli mi diyon."

              "Grip gibi teyzecim iyileşmezse ciğere iner kronik astım yapar. Sonra ömür boyu kurtulamazsın. Onun gibi bir şey işte."

               Baktım sıram gelmiş doktorun odasına girdim. Çıktığımda adını bile öğrenemediğim teyzem gitmişti.

     
Not: Hikaye gerçekten yaşanmış mı yoksa yaşanmadan yazılmış mı diye merak edenler için. Yaşanmamış değil ama birebir anlatıldığı gibi yaşanmış desem yalan olur. Yani bu teyzeyle doktor sırasında hiç konuşmamış olabilirim. Bir teyze olduğu da tartışma götürür :)
         

4 Eylül 2017 Pazartesi

GÜZEL SEBEPLER BİRİKTİR



            Bu dünyayı daha yaşanır kılan güzel sebepleri olmalı insanın.

           İnancı olmalı, dünyayı daha yaşanabilir kılan. İyiliğin dünyayı güzelleştireceğine inanmalı. Dünyada görülmese bile, başka bir dünyada yansıması olduğuna inanmalı. Ötelerle manevi bir bağ olmalı. Dini bir inancı olmasa bile, bir parça katkısı olduğunu düşündürecek. dünyayı kurtardığına inandığı uğraşları olmalı. Mesela kullanılmış yağları biriktirip, lavabodan dökmediğinde birkaç canlıyı kurtardığına inanmalı. Bu dünyada yaptıklarının bir karşılığı olduğuna inanmalı. Ama mutlaka inandığı bir şeyler olmalı.

          Yıkıldığında, ümitsizliğe düştüğünde, ümidi içinde tekrar yeşertecek insanlar olmalı çevresinde. Elinden tutup "Ben varım... Birlikte bu günleri de aşacağız, kendini bırakma" diyen.

           Eşi, çocuğu, arkadaşı, yakın bir arkadaş gibi davranan akrabası olmalı.  O da yoksa bir kedisi, eve geldiğinde onu karşılayan. Yalnızlık güzel diyenler yanlış biliyor. Kendi tercih ettiğin, belirli bir zaman içinse güzeldir. İnsan, kendine değer verenlere sahipse, özleyenlerinin, gelişini sabırsızlıkla bekleyenlerinin olduğunu düşünüyorsa mutludur.

           Eşin tamamlayan biri olmalı, seni anlayan, konuşmadan hisseden, yanında özel hissettiğin, karşılıksız sevdiğin. Değişmeye zorlamadığın, değiştirilmeye çalışılmadığın. Dünyadaki son anlarına kadar güvendiğin, özlediğin, elinden tuttuğun.

           Çocuklarının senin için var edildiğini, sana hizmet ettiklerinde iyi olduklarını düşünmemelisin. Sonunda kendilerinden hayır görmek için, sana sadece itaat etsinler, eve para getirsinler diye değil, var oldukları için sevmelisin, sırf bunun için bile mutlu olmalısın. Sevmediğin bir şey yaptıklarında bile sevmeye devam edebilmelisin. Zaten böyle çocuklardan hayır görüyor insan.

           Arkadaşların, ihtiyacın olduğunu söylemene gerek kalmadan, çağırmadan yanında olmalılar. Olması gerekenden fazlasını istememeliler, saygı göstermeliler gerektiğinde. Arkadaşım dediğin, olur olmaz her şeyde kapris yapmamalı, kıskançlık edip üzmemeli, yürüdüğün yolda tökezletmemeli. Bencilliği ve karşılanmayan beklentileri sebebiyle sonradan acısını çıkarmamalı. Beklentisiz olmalı. Söylediklerin için korku duymamalısın, nasıl anlaşılırım derdin olmamalı. Ben buna kısaca "Yormamalı" diyorum.

           Akrabaların,  düğünde, cenazede akıllarına geldiğin insanlar olmamalı. Yük olmadan yanında olmalılar. Yakın bir arkadaş gibi hissettiğin akrabaların, menfaatlerine uymadığı zaman seni terk etmemeli, iyiliğini istemeli. kötü gününde başına ne gelirse gelsin "Ben senin yanındayım." diyebilmeli.

          Kahvaltını tatlı bir insanla yaptıktan sonra, her sabah zorla gitmediğin bir işe sahip olmalısın, Bir hobi gibi yapmalısın mesleğini ve bu, kimseye muhtaç olmayacak kadar bir kazanç da sağlamalı sana. Çalıştığın saatler boyunca, işe yaradığını hissetmeli, emeğinin, alın terinin mutluluğu gözlerinden okunmalı. Başka birine çalışıyor olsan bile kendi işinmiş gibi davranmalısın. Ne iş yapıyorsan sevmelisin. Sevebileceğin bir iş bulmalısın.

          Yukarıda anlattıklarım hayatında eksikse mutluluğu tam anlamıyla elde edemezsin.

          Sonra dedim ki; "Akraba yanında olmasa da oluyor, (olsa iyi olurdu tabi). Arkadaş: Sen iyiysen iyi insanlar seni buluyor. Çocukların da sonuçta sana benziyor. Geriye eş ve iş kalıyor ki onu da iyi seçersen bir ömür mutlulukla yaşanmaz mı yaşanır."