#öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2023 Salı

BENİ BÖYLE DE SEVER MİSİN? 1. BÖLÜM

         



             Şimdi aldığım kilolara bakıyorum da "Bu nasıl oldu." diyorum. Dediğim gibi oldu, aynen dediğim gibi. Ne otobüse rahat binebiliyorum, ne minibüse. Beni gören şöyle iğrenerek bakıyor, belki acıyarak. Ben büyük bir suç işlemiş olmanın ezikliği içinde, elimdeki kalan poğaçamdan bir ısırık daha alıyorum.


            Aynalara bakamıyorum, eskiden önünden geçtiğim dükkan camlarında olurdu gözüm. Alımlı bir kadını gördüğümden midir bilinmez, tekrar tekrar vitrinlere bakardım. O seni heyecanla beklediğim günlerde daha da güzeldim hatırla. Sen beni almaya geldiğinde "Seni her gördüğümde aşık oluyorum" derdin.

           Arkadaşlarla gittiğimiz kafelerde ilk önce açılışı bir kahveyle yapıyorum. Sonra bir büyük pizza dilimi, büyük boy patates, büyük şişe kola, arkasından tatlı. Biraz daha oturduğumuzda midem kazınıyor, bir de fondü söylüyorum. Sonra bir de çilekli milkshake. Arkadaşlarımın sayısı gittikçe azalıyor.
     
           Sabahtan açıyorum televizyonu ve bütün sabah programlarını, bruncha dönen kahvaltı eşliğinde izliyorum. Aslında programlar kahvaltıma eşlik ediyor. Bütün gün kapıyı çalan yok. Telefonda hiç arama mevcut değil. İçim sıkılıyor, buzdolabına doğru yürüyorum. Dünden kalma pastayı mideme indiriyorum. Öğleden sonra biraz dışarı çıksam iyi olur deyip, giyim mağazalarını şöyle bir yokluyorum. İçeri girmek mümkün mü? Bedava dağıtıldığını zannettikleri giysiler ellerinde, bekleşen kalabalığı yararak yukarı çıkıyorum. Soyunma kabinlerinin önü neredeyse kasaya kadar uzanmış, kasadaki sıranın da giriş kapısına dayanmış olduğu insanlarla dolu mağazada, kendime göre bir şey bulmam mümkün değil. Girişim nasıl zorluklarla gerçekleştiyse aynen öyle de çıkıyorum.

            Sen gittin ve herkes ölmeye başladı. İçimdeki daralma hiç geçmiyor. Nereye gitsem bir boşluk, anlamsız sohbetler ve faydasız geçirilen zamanlar. Zamanla anlıyorum ki bu hiç geçmeyecek. Bense içimdeki boşluğu doldurmaya çalışırken daha çok yiyorum. Yediklerim yeterli olmayınca da üstüne çerezlik bir şeyler alıyorum.

           Gece de bir korku filmi açıyorum korkmak için ve yanında mısır. Patlamış mısır beni çok duygulandırır bilirsin. Mısır yedikçe ağlıyorum. Film çok hüzünlü bildiğin gibi değil. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, ben dışarı çıkıyorum, koşturarak evlerine kaçanlara bakarak.

           Kapıya gelen olunca hiç sesimi çıkarmıyorum ki gitsinler. Ya çok erken çıkıyorum dışarı ya da çok geç. Gören olmasın diye yapıyorum bunu.  Akşam olunca balkondan dışarıyı seyrediyorum. Ankara'nın kenar mahallelerinden gelen o is kokusunu ciğerlerime çekiyorum. Bu evlerde kaç aile aç diye üzülüyorum. Gün içinde yaptığım en anlamlı iş ise sokaktaki hayvanlara yiyecek bırakmak oluyor. "Onlar da yesinler, herkes yesin doysun" diyorum.

           "Sen gidersen, çok üzülür kendimi bırakırım" demiştim, dinlemedin. hep başkalarını düşündüğümden kızardın bana. "Biraz da kendini düşün az bencil ol." derdin. Görmeyeli aylar oldu telefonda konuşmak yetiyor mu sanıyorsun. Hep çok meşgulsün hep ilgilenecek işlerin var. Para bu kadar önemli mi? Oysa benim senden maddi hiçbir beklentim olmadı. Karşılıksızdı benim sevgim. Biliyordun insanları çıkarları için kullananları sevmediğimi.


2. Bolum

2 Kasım 2016 Çarşamba

ONSUZ GEÇEN BİR ÖMÜR

Hikaye


Sabah daha hava aydınlanmadan yola çıkmıştı. Tüm eşyalarını önceki gece toplamış, bir mektup bırakıp ayrıca bir vedaya gerek görmeden gitmişti işte. Oysa yaşanmış olan yılların burukluğu içindeyken hiç üzülmemiş gibi yapmak onun için oldukça anlamsızdı. Yolda durup sabah kahvaltısı niyetine gevrek aldı. Sahildeki çay bahçesine oturup deniz eşliğinde aldıklarını yedi. Bir sigara yaktı ardından, otobüsün kalkmasına bir saat vardı ve servis aracı gelir gelmez bindi arabaya.

Egzoz  ve mazot kokusunun eşlik ettiği havayı teneffüs etmek bir an midesini bulandırmıştı. Çocukken otobüslerde hep midesi alt üst olur, bazen de içi dışına çıkardı.

Koltuğuna oturdu, “Neyse ki yanım boşmuş şimdi rahat rahat uyurum.” dedi. Az sonra otobüs hareket etti. Camdan dışarıyı seyrederken yavaş yavaş gözleri kapandı. Uyandığında ilk mola yerinde, bir an tereddüt ettikten sonra inmeye karar verdi. Etrafta dolaşan insanların her biri ayrı hayatlara sahiptiler ama bu yol onları bir araya getirmişti. Belki hiçbiriyle bir daha karşılaşmayacaktı ve kimsenin hayatıyla ilgili de en ufak bir bilgisi bulunmuyordu. Fakat o, her zaman insanlara kendince hikayeler uydurup vakit geçirmeyi severdi. Mesela şu yaşlı adam ve karısı artık bir bağımlılık haline gelmiş evlilikleri sayesinde birbirlerinden hiç ayrılmıyorlardı. İki çocukları vardı fakat dışarıda okuyorlardı. Bu ikisi tatil günlerinde yollarını gözlüyorlardı evlatlarının.

“Ben ne vefasız adamım” dedi.. Babamı görmeyeli aylar olmasına rağmen bir telefon bile etmeye sanki üşeniyorum. Pınar bana ne çok kızardı babamı aramıyorum diye. Hatırlatmaktan hiç bıkmazdı. İnat etmiyordum da elim telefona gitmiyordu işte, babamı sevmediğimden değil de nedense aramız uzun zamandır iyi değildi.  

Pınar ise oldukça vefalı bir çocuktu. Anne ve babasıyla geçirdiği mutlu günleri sık sık hatırlar ve bana da hep onlardan bahsederdi. Ne kadar da hayat dolu bir kadındı. Ben ise onu  hiç hak etmiyordum. Bir anda kıvırcık saçları ve kocaman gözleri, gülümseyen yüzü  ile karşımda belirdi. Bu kadın bende ne buluyordu da beni bir türlü terk etmiyordu. Çevresinde ondan hoşlanan birçok erkek olmasına rağmen gözü benden başkasını görmüyordu. Kendi kendime “Onu terk etmese miydim” diye düşündüm. Hem böylece işler kolaylaşırdı. Değişikliği sevmiyordum fakat artık beni boğan bir şeyler vardı o evde. Muavinin seslenmesiyle kendime geldim ve otobüsteki yerimi aldım. Ön tarafta bir genç, yüksek sesle müzik dinliyordu. Onun yaşındayken ben de böyle yapardım. Tekrar uyumak için koltuğumu arkaya yatırdım güneş gözlerimi aldığı için perdeyi kapattım.

Uyandığımda yeni mola yerindeydik. Yanımda da biri oturuyordu. Yaşlı bir amca eşyalarının kalan kısmını koltuğun altına yerleştiriyordu. Önemli olmalıydılar ki yanına almıştı. İçimden “Fazla konuşmasa bari, en iyisi uyku moduna tekrar girmek.” deyip gözlerimi tekrar kapadım. Yaşlı amca yol boyunca kitap okudu. Benimle bir kere bile konuşmamıştı. Bu kez de ben meraklandım. Okumayı bu kadar seven kaç kişi kalmıştı ki. Emekli bir profesördü, hala okuyordu. Hiç evlenmemişti ve yalnızlığından şikayeti de yoktu. Ben ise yalnız kalmayı sevmiyordum. Korkuyordum. Akşam olmak üzereydi. Otobüs benzin almak için tekrar durduğunda aşağıda çay içmeyi teklif ettim. Birlikte indik. “Evlat yıllar hızla akıp gidiyor. Şu hayatta en pişman olduğum şey bir çocuğumun olmamasıdır.” Buna şaşırmıştım çünkü bunun onda bir eksiklik yarattığını hissetmemiştim. “Biliyor musun?”dedi. “Bir zamanlar bir kadını sevmiştim çok iyi bir insandı. Onunla geçirdiğim her an beni nasıl mutlu ederdi bilemezsin. Kısacık kızıl saçları, bembeyaz bir teni vardı. Saçları gerçekten kızıldı ama öyle şimdiki boyalı saçlar gibi değil.

Üniversitede her günümüz birlikte geçiyordu. Ayrı kalmak beni öyle hüzünlendirirdi ki  bazen sabah olduğunda onu görmezsem içimi bir sıkıntı kaplar gözlerim buğulanırdı. Biz güzel bir çiftlik evinde yaşamayı hayal ediyorduk. Doğacak çocuğumuzla ilgili saatlerce konuşurduk. Birlikte yaşlanmanın hayalini kurardık.

Bana yurt dışında önemli bir okulda yüksek lisans yapma imkânı verilmişti üniversite tarafından. Kabul etmeyi kesinlikle düşünmüyordum.  Onu seviyordum ve ondan uzaklaşmak istemiyordum. O ise çok ısrar etti.  Burada beni bekleyeceğini söyledi. Ne desem dinlemedi. Geleceğimiz için bunu yapmamı, birlikte yaşayacağımız çok güzel günlerin olduğunu söyledi. Sonunda ikna oldum ve gittim. Önceleri her hafta mektuplaşıyorduk. Tabii sizin gibi bilgisayarda görüşmek yok o zamanlar. Aylarca sadece okul ve ev arasında mekik dokudum. Bir akşam üniversitede bir proje toplantısı sonrası arkadaşların da ısrarıyla bir partiye katıldım. Başlangıçta eğleniyor gibi görünmüyordum. Sonrasında alkolün de etkisiyle kendimi kaptırmışım. Partide bir kızla tanıştık sonraki günlerde de önceleri haftada bir olan görüşmelerimizin sayısı artmaya başladı. Ben aslında içten içe pişmanlık duyuyordum ama üniversite hayatıma da biraz renk gelmeye başlamıştı. Seçil’den gelen mektuplara verdiğim cevapların süresi on beş güne, derken bir aya uzamaya başlamıştı. Birinci yılın sonunda yaz tatili için Türkiye’ye dönmüştüm.  Seçil’le görüştüğümüzde ona biraz soğuk davranmıştım. O hiçbir şey söylemedi biliyor musun? Fakat bir daha da aramadı. O aramayınca ben de aramadım. Sonra bir baktım ki Linda bana sürpriz yapıp yanıma gelmiş. O’na İzmir’i gezdirdim. Çeşme’ye gittik birlikte. Buralara nasıl hayran kaldı anlatamam. Yazın sonunda, Amerika’ya birlikte döndük. Linda bir gün beni karşısına alıp “Seninle konuşmalıyız.” dedi. Bu beni çok şaşırtmıştı. Artık bana karşı duygularından emin olmadığını ve ayrılmak istediğini  yeni tanıştığı Martin’i sevdiğini söyledi. Ben, tabii çok üzüldüm. O yılı nasıl bitirdiğimi hatırlamıyorum. Kendimi aptal gibi hissediyordum.

Eve döndüğümde ilk işim Seçil’i aramak oldu. Fakat cevap vermiyordu. Oturdukları yerden de taşınmışlardı. Komşularına, ortak arkadaşlarımıza sorduysam da bir türlü netice alamadım. Yaptıklarım için öyle pişmandım ki. Onu aradığım zamanlarda, aslında başkasıyla olamayacağımı anladığım o karanlık geçen günlerde, her gün ağlıyordum. Eğlenceli, sevgi dolu, bir o kadar da beni mutlu eden sıcak gülümsemesi ve şefkatini hatırladıkça bir çocuk gibi ağlıyordum. Sahile gidip denize doğru dönüp hıçkırıklarımı kimse duymasın, kimse beni görmesin diye sessiz bir yere oturuyordum ve göz pınarlarım kuruyana kadar ağlıyordum. Bir adamın bu denli ağladığına daha önce inan şahit olmamıştım. Öyle acınacak haldeydim ki tarifi imkânsız. Aylarca kendime gelemedim. Onun gibi birine, bir daha rastlamam mümkün değildi ve ben onu kaybetmiştim. Buna değer miydi? Ben onsuz ne yapacaktım?”

Derken muavin seslendi ve biz otobüse tekrar bindik. Yaşlı adamla konuşmamak için numara yapan ben, bu kez hikayenin devamını dinlemek için sabırsızlanıyordum.

“Daha sonra ne oldu” diye sordum.

“Sonra bulabildiniz mi Seçil’i ?”.

“Hayır” dedi. “Bulamadım.”

Fakat bir gün ortak bir arkadaşımızla Konak’ta karşılaştık. Bana Seçil’den ve yaşadığı trajik kazadan bahsetti. Oturdukları evde bir yangın çıkmış. Gazdan zehirlenip ölmüş. Ben tabi bunu duyunca yıkıldım. Bir daha ne başka bir kadının elini tuttum, ne de yakınlaşmak için bir çabam oldu. Eğer ben ona ihanet etmeseydim, şimdi yanımda oturan o olacaktı. Belki iki çocuğumuzun yolunu gözlüyor onların iyi olmasından başka bir şeyi dert etmiyor olacaktık. Ölümüyle, beni bu dünyada gerçekten de kimsesiz bırakmıştı.”

Bu hikaye beni o kadar sarsmıştı ki bir an benim de aklıma, terk ettiğim sevgilim geldi. Hayatta olmadığını düşündüm. Uzak bile olsa hayatta olması benim için yeterli iken, onun ölme ihtimali ve benim onsuz geçen yıllarımda nasıl bir kâbusun içinde olacağım düşüncesi katlanılır gibi değildi.. Öyle ya, benim içimdeki karanlığı aydınlatan tek kadın oydu. Hatta tek insandı. Ben ise şımarıklık içinde onu terk ediyordum. Otobüs Ankara’ya ulaştığında, tekrar bilet aldım ve eve geri döndüm. Mektubu heyecanla kontrol ettim. Aman Allah’ım, bıraktığım yerde yoktu. Kesin okumuştu. Eşyalarını kontrol ettim hepsi duruyordu. Telefon açtım cevap vermiyordu. O gece evde, o adam gibi sabaha kadar acı içinde bekledim. Gelmeyeceğini anlamıştım. Benim gibi birisini ne yapsın ki…

Pişmanlık

Salonda uyuyakalmışım. Sabah bir çığlıkla uyandım. Arkasından bir kahkaha sesi geldi. Sevgilim meğer ailesini ziyarete gitmiş, bana ulaşamadığı için haber verememişti. İçimden, “Doğru, otobüste kapatmıştım” dedim. Evi temizlemeye gelen kadını sordu. “Bazen yanında olmayınca savsaklıyor. İyi temizlemiş mi bari” dedi. İçimden bir oh çektim.

“Eee sen ne yaptın bensiz bakalım” dedi.

"Seni bekledim" dedim. Seni sonsuza kadar beklerim...