#hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2023 Cuma

YENİ DÜNYA DÜZENİ

      - Hep evde kalmamızı söylüyorlar anne" diye ağlamaklı söylendi çocuk. Gözlerini elleriyle ovuşturdu.  Aylardır dışarı çıkmıyoruz. Bugün hesapladım tam 7 ay olmuş. Yaz geldi geçti dışarı çıkıp sokakta arkadaşlarımla top oynayamadım bile.

       "Bugünler de geçecek" dedi annesi şefkatli gözlerle bakarak. "Hem birkaç aya kadar karantinayı kaldıracaklarını söyledi başkan"

Adam:

      - İki ay önce de aynı şeyleri söylemişti. Hepsi palavracı. İşlerine de gelen bu. Herkesin içeride olduğu, kimsenin itiraz edemediği bi ülke ne kadar kolay yönetilir biliyor musun? Alaycı alaycı gülerek. 

       "Ellerinden geleni yapıyorlar tatlım" dedi kocasına dönerek. "Hem ailecek birlikteyiz şimdi. Hep diyordum ya birlikte vakit geçirmiyoruz evde kalamıyoruz. Dualarım gerçek oldu. İşte fırındaki kek de pişti sonunda haydi masaya"

       Sıcak kekten buram buram tüten kakao ve vanilya kokusu tüm odayı sarmıştı. Can sıkıntılarını bi an için unutup neşeyle yemeye koyuldular. 

        
        Aradan birkaç gün geçmişti. Kapı çalındı. Baba açmak için kapıya yöneldi. Ekrandan kapıda kimlerin olduğunu dikkatle inceledi. sağlık personeli, haftalık rutin kontrol için gelmişti. Görevlilere kapıyı açtı. Beyaz tulumlu maskeli görevliler retina ile kimlik taraması yaptıktan sonra test için bu üç kişilik aileden kan örnekleri aldılar. Yaklaşık on dakika sonra test sonuçları çıkmış pozitif test sonucu olan babaya bu durum üzülerek bildirilmişti.

       Adam bu duruma itiraz ederek sesini yükseltti."Bakın benim kimseyle temasım olmuş değil. Sadece köpeği dışarı çıkarıyorum. Sokaklarda kimseyle karşılaşmadım. Bu.bu mümkün değil"

       Görevli:

       "Lütfen bize zorluk çıkarmayın beyefendi. Sizin ve ailenizin iyiliği için bizimle gelmeniz gerekiyor." Diğer aile fertlerini şimdilik gözlem altında tutacağız. Sonuçlar negatif oluncaya kadar bu durum değerlendirmede olacak."

        Kadın ve çocuk korku dolu gözlerle ağlamaya başladılar. İşte bir aile daha bu büyük tehlikeyle karşı karşıya kalmış, çaresizlikle durumu anlamaya ve yapılabilecek başka bir şeyin olup olmadığına dair sorularla biraz olsun olanları değiştirmeye çalışmışlardı.

        Görevliler oldukça katıydı. Başka türlüsü imkânsızdı ve bunu oradaki herkes biliyordu. Adam daha fazla direnmenin işleri değiştirmeyeceğini anladıktan sonra çaresizce görevlilerle birlikte gitmeye mecbur kalmıştı.

       Hastaneye gittiğinde oldukça fazla insan olduğunu gördü. Korkusu daha da arttı. Oksijen tüplerine bağlı birçok insan sedyelerinde, ölümü bekliyorlardı belki de. Kabinlerden birine aldılar onu. Üstünü çıkarması ve verilen kıyafetleri giymesi istendi. Denileni yaptı adam. Sedyeye uzandı. Soğuk sedye bir an içini titretmişti. Eşini ve çocuğunu düşündü. Yılların ne kadar çabuk geçtiğini, ölmek için henüz hazır olmadığını tekrarladı içinden.

       Çok geçmeden hemşire yanına geldi. Bazı ilaçların eklendiği bir serum takıldı adamın koluna. Bir anlık sessizliği bozan adam. "Benim şu an hiçbir rahatsızlığım yok emin misiniz hanfendi hasta olduğuma"

       Hemşire:

       - Üzgünüm hastalarla durumları hakkında görüşmemiz yasak. Ben sadece bana verilen ilaçları uygulayabiliyorum. Siz sadece size söylenenleri yapın ve sabırla bekleyin.

        Adam orada kaç gün bekleyebileceğini hesaplamaya çalıştı. 14 gün kuluçka süresi olsa birkaç gün sonrasında semptomlar ortaya çıkmalıydı. Acaba virüsü ne zaman kapmıştı. Bunu bilmek mümkün değildi. Çevremdeki herkes olabilirdi. İnsanlar olmayabilirdi belki bir kapı kolu, asansör düğmesi de virüsün bulaşması için yeterliydi. Market poşeti olma ihtimali de vardı üstelik. Ailesi de virüsten etkilenmiş miydi? Onlara bi zarar geleceğini düşünmek daha fazla üzülmesine sebep oluyordu.

        İlerleyen günlerde ateşi çıkmış ve öksürmeye başlamıştı. Bunun iyi bir belirti olmadığının farkındaydı. Korkusu artmaya başlamıştı. Eşi ve çocuğunu görse biraz olsun içi rahatlayabilirdi. Buna asla izin verilemezdi. İstemeye de hakkı yoktu üstelik. Kontrol için gelen hemşireye eşiyle görüşmek istediğini belirtti. Hemşire telefonunu getirdi. Görüntülü arayarak eşiyle iletişim kurmak daha iyi olacaktı. Onların hasta olmadığını görmeden rahat edemeyecekti çünkü. Numarayı tuşladı. Eşini ekranda görünce birden heyecanlandı sanki yıllardır görüşmüyor gibiydiler. Birkaç dakika geçtikten sonra içi rahatladı. Oğlu ve karısı oldukça iyi görünüyorlardı. Karısı ağlamaya başladı. Kendisinin iyi olduğunu bir süre sonra çıkaracaklarını söyledi. Eşi biraz sakinleşmişti. Telefonu kapattıktan sonra söylediklerine kendisinin bile inanmadığını düşünüyordu. Belki burada ölüp gidecekti. Hayatının böyle sona ereceğini bir yıl öncesinde birisi kendisine söyleseydi gülüp geçerdi herhalde.

       Doktor nihayet yanına gelmişti. Dosyayı inceledi. "Bize güvenin, devletimiz sizin için her şeyi hazırladı" dedi doktor. Tedaviniz bittikten sonra evinize döneceksiniz. Solunum cihazına ihtiyacınızın olup olmadığı ilerideki günlerde ortaya çıkacak. Bu arada size verilen şu formu doldurmanız gerekiyor. Formda gerekli bilgileriniz ve prosedür gereği onaylarınız isteniyor. En altta sizin için ayrılan imza bölümüne imzanızı rica edeceğiz.

       Doktor gittikten sonra formu alıp incelemeye başladı. O kadar çok şey yazıyordu ki okumaya gücü olmadığını hissetti. Biraz gayret ederek toparlandı yastığını düzelterek oturmaya çalıştı. Formda virüsün tehlikeleri ve bulaşma yollarından uzun uzun bahsediliyordu. Bunları uzun zamandır bildiği için atladı. Ad soyad, Kimlik kayıt no, telefon, aile bilgileri gibi kısımları doldurduktan sonra alttaki satırlarda salgınla ve devletin bununla ilgili yaptığı çalışmalar hakkında kısa bir anket bulunuyordu. Hastaneye gelmeden önce sorsalar hepsine olumsuz cevap verebilirdi. Ancak bu hastalıkla gerçekten de yüzleşmiş ve kafasındaki tüm olumsuz düşünceler kendisine uygulanan tedavi doğrultusunda olumluya dönmüştü. Memnuniyet duyduğuna dair tüm kutucukları işaretledi. İmzasını attıktan sonra kağıdı yan taraftaki sehpaya bıraktı.

       Uyandığında hemşirenin yiyecekleri bıraktığında çıkardığı sesin onu uyandırmış olabileceğini düşündü. Kapı açılıp üstünde hasta kıyafetleri olan bi adamın sessizce onu izlediğini gördü.

       İçeri gelsenize diye seslendi. Nasıl olsa kimseye bulaştıracak virüsümüz yok. Hepimiz  virüslüyüz. Hahahahah. Bu kahkaha sesi karşısındakini cesaretlendirmiş olacak ki. İçeri bir gölge gibi girdi adam. İki haftadır hastanede olduğunu söyledi. Testlerim hala devam ediyor. Öksürüğüm yok. Hasta değilim ben diye karnından konuşarak nasıl olduğunu sordu.

      Ben iyiyim yani iyi olacağım benim şiddetli öksürüğüm var fakat solunum cihazına bağlanmadım henüz nefes alabiliyorum.

      Biliyor musun her gün onlarcası ölüyor cesetleri torbalara doldurup yakmaya götürüyorlar. Korkuyor musun?

      İnanır mısın buraya gelmeden önce hem korkuyor hem de öfke duyuyordum. Bizi evlere hapsettiklerine o kadar emindim ki söylenenler hep yalan gibi geliyordu. Şimdi tüm fikirlerim değişti. Artık korkmuyorum. Çünkü hastayım, öfkem geçti. Burada ihtiyacım olan tüm tedavileri uyguluyorlar. Bir an önce iyileşip ailemin yanına dönmek istiyorum. dedi.

       Ziyaretçi:

        Peki dostum geçmiş olsun hoşçakal. Odama dönmem gerekiyor. Yokluğumu farketmesinler. Dolaşmamız biliyorsun ki yasak. Umarım en yakın zamanda ailenin yanına dönersin.

       Adam:

         5 gündür hemşire ve doktor dışında birini görmediğim için seni görmek bana iyi geldi. Sana da geçmiş olsun dedi.

        İstihbarat görevlisi odanın kapısını tıklattı. Selam verdikten sonra elindeki raporları incelemesi için komutana verdi. Hastanelerde kalanların dosyalarını dikkatle inceledi komutan. Burada temiz onayı gelenleri taburcu edelim. "Kirlileri yakılmak üzere gönderelim" Emrini verdi.

        Şimdi temiz olanları koruma zamanı dedi komutan. Tüm gücümüzle bunun için çalışmalıyız. Peki ya diğerleri? diye sordu. Onlar kaderlerinin sunduğu sonu bekliyorlar. Onlar için yapabileceğimiz tek şey diğerlerini korumak için onları içeride tutmak.

       Tüm televizyonlar emrimizde biliyorsunuz. Sosyal medyada bilişim uzmanlarımız ve trollerimiz insanları evde tutmak için fazlasıyla efor sarfediyorlar. Başkan her gün çıkıp saatlerce danışmalarıyla birlikte konuşuyor ki insanların endişesi artsın. Verilen rakamlarla özellikle oynuyoruz. Binlerce insanın öldüğüne ikna olmaları gerekiyor. Ölen sayısı ne kadar çok olursa halkın korkusu o kadar artacak ve verilen emirlere uymaları daha kolay olacak.
......

        Başkan, aydınlık odadaki ceviz ağacından yapılma masasında gelen istatistikleri inceliyordu. "Bugün yapılan anketlerde, seçimleri kazanamayacağımız yazıyor. Halkı iki yıl daha evde tutmak için plan hazırlanmasını istiyorum.  Bu virüsün bir komplo olduğuna dair haberler dönüyor ortalıkta. Bunun için de derhal bir önlem almalıyız. Corona ile ilgili tüm paylaşımlar yasaklansın. Sadece devlet kanallarından bilgilendirme yapılsın.

     -Bu tür haberler ve itirazları mümkün olduğunca telaffuz etmeyiniz efendim. Yalanlamayın bile. Gündem olmasın yeter ki. Ben size yeni gündemler bulurum sayın başkan" dedi danışman.

      İletişim Teknolojileri Baş danışmanı söz istedi.

     -Efendim yeni alınacak kararlarla sosyal medya paylaşımlarının önüne geçilecektir. Hastalık ile ilgili paylaşım yapan herkes hakkında işlem yapılacaktır. Bu konuda İç İletişim Kontrol Bakanlığımızla ortak bir proje yapmaktayız.

      - Akşamki promter arızası rezaletti. Ben de insanları oyalamak için bi şeyler söyledim tabii. Mesela deterjanların virüsü yok etmesini enjeksiyonla vücut içine göndererek tedavinin mümkün olabileceği gibi kafa karıştıracak bir şeyler bile söyledim. Bi şekilde durumu kurtardım. Bi daha böyle bi şey olursa sizi de karantinaya almak zorunda kalacağız sayın basın danışmanım. Teknik sorunlarla da kim ilgileniyorsa ipini çekin. Test ayarlayın hastaneye zorunlu olarak yatırın. Artık solunumu da bi şekilde kesersiniz. Halledin işte gözüm görmesin" dedi sertçe. 

       -Siz hiç merak etmeyi efendim. Biliyorsunuz ki tespit edilen tüm vakalar muhalif kesimden olarak ayarlandı. Ölümler bizim daha önce planladığımız gibi, haklarınlda "Kirli" onayı gelenlerden oluşuyor. Sosyal medyada eleştirenlere de izninizle işlem başlatıyoruz. Testleri pozitif olarak ayarlanacak. 

      - Güzeel. Eğer sıkı ve acil tedbirler almazsak tuğla tuğla döşediğimiz muhteşem gücümüz elimizden gidecek. 

       Hastaneye yattığından beri yaklaşık 10 gün geçmişti. Doktorlar iyileştiğini söyledikten sonra alkışlarla taburcu ettiler hastayı. Evine döndü.  Eşine ve çocuğuna sarıldı. Eşine hastaneyi hastaları ve sağlık personelini anlattı. "Biliyorsun hep muhalif bi tarafım vardı. Fakat yaşadıklarımdan sonra kesinlikle ve kesinlikle artık bu hastalığın tümüyle gerçek olduğuna ve devletimizin bizi kendi iyiliğimiz için içeride tuttuğuna tüm kalbimle inanıyorum.

        "İyi ki devletimiz var" dedi. 

       
Not: Corona günlerinde yazdığım bir hikâyeydi.

   

8 Eylül 2021 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ





ÖĞRETMEN OLMAK

               Yıllar ne çabuk geçiyor kuzum. Şimdi aynalara baktığımda tanıyamadığım bir yüz görüyorum, bana yabancı. Dilimde bir şiir...


ZİLLER ÇALACACAK

Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ içimden birisi gidecek ardınızdan uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.

Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan...
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

Sonra bir gün zil çalacak yine,
Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak...
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Tâ içimden birisi kalacak oralarda...
Ben gideceğim.

ZEKİ ÖMER DEFNE


                    Hatırlıyorum da bir gün bir öğrencim...  

                    Her gün, birçok öğrencim de aklımdan öyle çıkmıyordu. Bunun için kendimi zorlamıyordum. Aferin desinler diye yapmadım, teşekkür etsinler diye değil. Evlerine gidip ailelerini ziyaret ettiğimde, ihtiyaçları olduğunda yanlarında olduğumda...  Hatta vefasız olabileceklerini hep biliyordum. Genç onlar, başka hayalleri, düşünceleri var. Toprağa atılan tohum gibi unuttum yaptıklarımı. Bir ağaç olduklarında, meyve beklemedim.  

                    Her bir sınav kağıdını özenle okurken, cevaplardaki yanlışları kırmızı kalemle belirtip ya da doğrusunu yanına üşenmeden yazdıktan sonra, bazen dikkat etmeleri gerekenlere dikkat çektiğimde bile, karşılığında bir şey beklemedim. Sınav kağıtlarını dağıttım ardından, kontrol etmelerine izin verdim. Kendilerince hata bulduklarında, itiraz ettiklerinde, cezalandırmadım, tebrik ettim ki, gelecek hayatlarında kendilerine haksızlık edildiğinde ya da haksızlığa uğrandığını düşündükleri zaman, kimseden korkmadan medenice haklarını arasınlar.  Onları büyük bir sabırla ve şefkatle dinledim her zaman. İstedim ki dinlemeyi bilsinler. Saygı gösterdim ki, kendilerine ve başkalarına gereken saygıyı göstersinler.  

                    Nasihat etmekten çok, doğrusunu yaşamayı seçtim. Konuşmaktan çok yaşayan bir insan olmaları için çalıştım. İyi bir insan olmanın her şeyden daha önemli olduğunu anlattım onlara, anlayışlı oldum ki onlar da öyle olsunlar. Görevimi en iyi şekilde tamamlamaya çalıştım her gün. . Yalan söylemedim, söylemesinler istedim. Bazen benimle dalga geçerlerdi, ben de kendimle dalga geçerdim, gülerdik. Rahatça kendilerini ifade etsinler, onlar da duydukları sözlere alınganlık etmesinler diye düşündüm. Herkesin kusuru var, bilmediği birçok şey ve dışındaki her varlık kendi kadar değerli, bunu bilsinler istedim. 

                    Dünyada kapladığımız yer kadarız demek istedim. Ayrım yapmadım, adaletli davrandım ki onlar da ileride adaleti elden bırakmasınlar. Taraftarlığın futbol için bile olsa, ne kadar tehlikeli olduğuna dikkat çektim ki fanatizmin hiçbir çeşidine pirim vermesinler. Taraftarın gözü kördür, kulağı sağır, beyni yanlışa açıktır. Acımasızdır, empati yoksunudur. Bizden olan vardır onun için, diğerleri yoktur. Diğerleri ölmese bile, ölü gibi olsun istenir. Taraftarla, doğruyu bulma amaçlı tartışmak mümkün değildir. Kendi doğruları vardır, ufku dardır, farklı açılardan bakamaz olaylara. Onun için tek bir açı vardır. Nefretten ve kinden beslenir ki bu, tüm insanlık için tehlikelidir.

                      Kısacası ben iyi ve örnek bir insan modeli olmaya çalıştım onlara.  Bilgi elbet verilir, istendiğinde her şekilde zaten öğrenilir. 

                      Şimdi geçmişe ve o güzel yıllara hayalimde döndüğümde içimde buruk bir hüzün, büyük bir huzur var. Öğrencilerim benim en büyük zenginliğim. Hayatım için yapmış olduğum en doğru yatırım. Onlarla gurur duyuyorum.

                       O bunları bana anlattığında biraz hüzünle dinledim. Şimdi ben de kendim için bir şeyler yapmalıydım. Öyle bir şey olmalı ki bu, onun yaşadığı mutluluğu bana da tattıracak, küçük fakat anlamlı bir şey olsun. Benim öğretmenlik konusunda ümidim kalmadı artık. Atama yapılsın diye yıllardır bekliyorum fakat hiçbir şey değişmiyor. Hiç değilse bu hikayeyi sonsuzluğa bırakayım. Siz de benimle birlikte bu hikayeye ortak olun.


Not: Ağaç Ev Sohbetlerinin bu ayki konusu öğretmenlik olduğu için bir öğretmenin gözünden böyle bir hikaye çıktı ortaya. 

Sevgili Momentos Hikayemi Spotify'da o güzel yorumuyla seslendirmiş onu da buraya bırakmak istedim. Kendisine çok teşekkür ediyorum.

https://open.spotify.com/episode/4FHAVxSnGClNR2dOjNovcF?si=8d58a3e50a8c4f07

                    


5 Temmuz 2021 Pazartesi

ÇÖPLERİN KRALİÇESİ

             






            Sinekler üşüşüyor üzerime. Gri çöp bidonları ekmek kokuyor. Demir bi çubukla eşeliyorum çöpleri. Yemek artıkları bazen ellerime bulaşıyor, yapış yapış oluyor ellerim. Üzerime siliyorum, sinekler tekrar saldırıyor. Geceleri çıkıyorum sokaklara, karanlık içinde kayboluyorum. Etrafta kimse kalmayınca sokaklar, çöplere ve bana kalıyor.

            Ekmeğimi çöpten çıkarıyorum ben. Kibarca, "Geri dönüşüm" diyorlar. Petler (plastik renksiz her türlü şişe) çok değerli. Hani suyu içtikten sonra oraya buraya bırakıyorsunuz ya, onlar bizim altınımız. Altın bulduk mu seviniyoruz. Naylon ve plastik de değerli. Yanlışlıkla bakır buldum mu değmeyin o zaman keyfime o da elmas gibi bi şey. Hurda niyetine atılan metal cihazların hepsini parçalayıp un ufak ediyoruz. Kablosu ayrı, demiri ayrı, plastiği ayrı. Bir de teneke kutular. Yollarda akşamları içilen biraların kutuları. Kola kutuları onlar da çok değerli. 

            Yorgunluktan ayağım takılıyor düşüyorum. 

            Açım...

            Kendime geldiğimde çubuğuma tutunarak kalkıyorum. Çubuğumdan başka yardıma koşan da yok. Kaldırıma oturup biraz daha toparlanınca işime tekrar geri dönüyorum. Alnımı kaldırıma vurmuşum, morluk günlerce geçmiyor.
 
             Bazen, atılmış kuru ama bozulmamış pizza bulursam o gün bayram yapıyorum. Hele bi de dibinde biraz kalmış, kola şişesi denk gelirse şansıma. Kimi bayat ekmek, küflü peynir atıyor. Kenarlarını temizleyip biraz yıkayabilirsem, onu da yiyorum. Pazar toplanırken gidiyorum. Yere atılan ne varsa yenilebilir, topluyorum. Ezilmiş domatesleri rendeliyorum, biraz biber olursa, kırık yumurtalardan bi güzel menemen yapıyorum. Geçen gittiğimde bezelye atmışlardı. Çürümüş yaprakların içinde temiz kalan bezelyelerden yemek yaptım. Erimiş kayısılardan da püre. Şeker koymadım tabii zararlı ya (!) Tatlı niyetine yiyorum birkaç kaşık.

            Şimdilerde terk edilmiş ev bulmak da zor. Boşluk gördüler mi dikiyorlar apartmanı. Başımı sokacak bi yer buldum. Eşyalarımın hepsini de çöpten topladım. Öyle güzel oldu ki bakmaya doyamıyorum. Geçmişimi bilmiyorum, nasıldım, ne yapıyordum, kimdim ben bu derde düşmeden önce. En son hatırladığım kapından kovmuştun beni. Uzun süre bekledim içeri girmeyi. Orada öylece, yağmurda çamurda, güneşin altında günlerce...

              Kapı ya da cam her açıldığında umutlandım. Acaba bugün bana bakacak mı diye. Bakmadın, yüzünü bir kez olsun çevirip, bakmadın. Hızlı adımlarla çıktın evden, kalabalıklarla girdin içeri. Kahkahaları duydum pencerenden, eğleniyordun belliydi. Sessizce gittim oradan, nereye gittiğimi bilmeden. Sonra ara sıra geldim, uzaktan izledim. Parfüm kokuları sızıyordu dışarı. 

              Yeni bi hayat kurmak istedim gücüm yoktu. İş aradım bulamadım. Kapılar yüzüme kapandıkça kapandı. Bu işi yapmaya başladım sonra. Bi ablanın deposunda kaldım bi süre. Tuvalette klozet kırıktı, yarısı dışarı akıyordu çişin. Çöpten bi klozet bulamaz mıydık acaba? Ablaya yardım ediyorum gündüzleri. Kağıtları, plastikleri, naylonları, petleri ayırıp konteynırlara yüklüyorum. Demirlerin arasında oradan oraya koşturuyorum. Demir yığınlarının altında kaldım bir gün. Kaburgalarım ezildi, kırıldı zannettim, ağrısı aylarca geçmedi. 

           Bazı günler atılmış kitapları okuyorum. Kafka en çok sevdiğim. Hani bir gün böçek olarak uyanıyor ya Gregor benim gibi. Gregor tatlım, senin kıymetin hiç bilinmedi. Oysa sen bir kelebek olmalıydın değil mi? Tolstoy okuyorum "İnsan ne ile yaşar?" diyorum. Uzun uzun düşünüyorum bunu. İnsan umutla yaşar Tolstoy amca. Umut olmayınca ne kalır geri. Sizler de olmasanız kim anlar beni. Anton okuyorum sonra. O kadar mı seviyordun o kadını, hep bir yerlerde bırakmak zorunda kaldığın. Hikayelerinde mutlaka bir yerde o vardı. Peki ya Genç Werter neden acılar içinde kaldı? Ölmek bu kadar güzel miydi? Ah Genç Werter, boş umutlara bel bağladın. Bence buna sebep, senin hassas ruhundu. Sen güzeldin, güzel sevdin. 

            Deponun bir odasında ben kalıyorum şimdi. Klozet buldum taktım. Mutfağımın penceresine fırfırlı tüller yaptım yine hepsi çöpten. Atılmış bir koltuk bir de çekyat buldum. Üzerine yine çöpten bulduğum çiçekli örtüleri diktim. Bir ayna buldum birazı kararmış, onu duvara astım. Altına bir sehpa koydum. Üzerinde çöpte bulduğum rujlar, farlar, kalemler var. İçimden gelince makyaj yapıyorum. Dibinde biraz kalan parfümleri atıyorlar sokağa. İyi ki atıyorlar kimi çok pahalı marka. Onlardan da sürdüm mü mis gibi kokuyorum. Güzelim hala çok güzel. 

             Bir gün çöpte bir taç buldum. O gece saçlarımı kağıtlara sardım. Sabah bukle bukle olmuşlardı. Başıma tacımı taktım, bütün gün öyle gezdim. Kraliçe gibi hissettim kendimi.

              Artık para da umurumda değil. Çöpte her şey var. Dünyanın en zengini benim.




15 Ağustos 2020 Cumartesi

MAHKUM

             


          30 yıllık kürek mahkumluğu. 30 yıllık zindan. Hücrede güneş görmeden, bileklerimden zincirli geçen 30 yıl. Küçük pencereden, demirlerin arasında görebildiğim mavi gökyüzünün altında, gün ışığının aydınlattığı kırlarda dolaştığını hayal ettiğim insanlar, benim burada çektiklerimden habersiz olacaklar. Duvarlara tırnaklarımla kazıdığım çizgiler benim ne yaşadığımı gördüler. 

          Çizgiler...  

          Her biri birbirine benzemez eğrelti duruşlarıyla seyrettiler gözyaşlarımı. Avuçlarım kan doldu. Çizdikçe yaşadığıma inancım arttı. Çizdikçe var oldum.

          Arada bir demir kapının altındaki küçük kapaktan atılan yiyecekler, üstüne tükürülmüş kuru ekmekler ve farelerin kemirdiğı parçalar... 

          Ölmemek için çaba gösteriyorum artık. Kapıdan çıkarken zincirlerimi sürüyorum yerlerde. Saçım başım dağılmış. Ellerim nasır tutmuş, ayak bileklerim morarmış. Ayak tabanlarım cayır cayır yanıyor, ağrıdan uyuyamıyorum bazı gecelerde.

           Kürekler...

           Yüklendikçe ağırlaşan, ağırlaştıkça yüklendiğim kürekler. Onların ne olduğunu bir ben biliyorum. Onlarla yaşanmaz fakat onlarsız bi hayatım da yok benim. Varlıklarına katlanmak zor. Kürekleri çekerken, akan damlalar denize karışıyor sessizce. Döndükçe dönüyor kürekler, suya vurdukça çıkan sesler beynimi dağıtıyor.  Küçük aralıktan sızan ışığın güneş olduğunu biliyorum. Güneş beni bilmiyor. Hep ilk defa görmüşcesine bakıyorum. Bana hiç uğramıyor. Onun benden haberi yok. Kendi yalnızlığım ve çektiğim kürekler dışında kimse de yok. Burası karanlık. 

          Hayal meyal seçebildiğim insanlar, onlar da mahkum. Ne ben onların çektiklerini hissediyorum ne onlar benimkini. Herkes kendi dünyasında ve kendi kürekleriyle yaşamaya çalışıyor.

          Sevdiğim unutmuş mudur? En son hangi halimle hatırlıyor?

            Gardiyanlar insafsız,. İğrenç bakışları hep üzerimde geziniyor. Bir yanlış gördüler mi kırbaçları sırtımda şaklıyor. Kırbaçların rengi tıpkı yüzleri gibi simsiyah. Gözleri kısık ve kırmızı. Hepsi birer uşak. Efendilerinin hizmetine girmişler, efendilerine dönüşüyorlar kırbaçları şakladığında. Efendilerinin kahkahasını dinliyorum. O, korkunç yeri göğü inleten kahkahası, ben kalbime döndüğümde yaşlı zayıf bir kadının, kısık kısık gülmesine dönüşüyor. "Kih kih kih kih." Gül şimdi gülebildiğin kadar. Ben de o günü bekliyorum ki senin aşağılandığın, hizmetine girenleri terk ettiğin o günü. Hepsinin yaptıklarına pişman olduğu o günü. Yüzüne tükürdüğüm o günü bekliyorum.

          Seyirciler var bir de kürek mahkumlarını izlemeye gelen.  Yüzleri  pudralı, dudakları kırmızı, saçları lüle lüle kadınlar.  Soluk benizlerinde maske gibi envai çeşit boyalar. Bizimle ilgilenmiyorlar esasen,  görmek istedikleri  bizim çektiğimiz çile. Çilelerimizi izlemeye, kikir kikir gülmeye geliyorlar. Çilelerimiz onlar için süslü, nakışlı.

          Uyanamadığım kâbuslardayım hep... Seni görüyorum. Yürüyorsun, arkandan geliyorum. Seni hiçbirinde bulamıyorum. Sen hep uzaklaşıyorsun ben sana ulaşamıyorum. Kum tepeleri üzerinde yalınayak... Ne arıyorsun, nereye gidiyorsun? Belki sen de bulamadın izimi. Ben hep senin peşindeyim sen beni göremiyorsun. Fakat güneş, bedenimden geçip kalbimi yakıyor. Seni bitmeyen seraplarda görüyorum gündüz. Gece yıldızlara körüm.

            Kürek mahkumu kadın da olur muymuş diyorum içimden, burada ne arıyorum ben?

18 Mayıs 2020 Pazartesi

ANNANEMİN FOTOĞRAFI




       Uzunca bir süredir kendimle konuşuyorum. Bazen de yazışıyorum. Öteki benin bunları okumadığını biliyorum. Oysa ne çok istedim beni anlamasını. Hiç duymak istemedi, hep reddetti. Belki bi cümleyi, içten yazılmış tek bi cümleyi okumak için azıcık hevesi olsaydı, her şey değişirdi.

       Annanem ben doğmadan önce öldüğü için, çocukluğumda onun yokluğunun acısını çok çektim. Birçok çocuk için bu, öyle kısaca üzerinde durulup, unutulacak bir şey olmasına rağmen neden bilmiyorum benim için bi travma gibiydi. Belki fazla hassas olduğum içindi. Belki de babannemin bana karşı sevgisizliğini, var olsaydı giderecek bir figürdü.

       Dedem benimle ne kadar ilgiliyse babannem de o kadar ilgisizdi. O hep ablamı sever, onu düşünür, benim görmediğim yerde ablamın ceplerini doldururdu. Babannemde bu ayrımcı sevgi sadece torunlarına karşı değildi elbette. En küçük çocuğunu her zaman diğerlerinden daha fazla sever kollardı. Kardeşler arasında o kadar alışılmış bir şeydi ki bu, itiraz edilmezdi. Babam çocukluğunda bulduğu her işte çalışıp evin ihtiyaçlarına katkı verirken, küçük kardeş, hep küçük kaldığı için durumundan memnun, rahat yaşamayı seven bi adam olmuştu. Kendini zorlayacak hiçbir işe atılmamış, kumarda kaybettiği paralar, babannem tarafından bir şekilde ödenmişti. Sadece babam değil tüm kardeşler onun ihtiyaçlarını karşılamak için vardı. At yarışlarına bağımlı, bi adam olup çıkmıştı. Eski ev yıkılıp apartman olduğunda, verilen daireler kardeşlere ortak paylaştırılırken tek daire amcama tahsis edilmişti.  Babannemin bu hali son nefesine kadar devam etti. Ölmeden önce dert ettiği tek evladı da oydu.
Amcam hala hayatta. Bu kez de oğlu, gelini ve dünürleri tarafından korunup kollanmakta, tüm ihtiyaçları yine başkaları tarafından karşılanmakta. Zannediyorum bazı insanlar hayatları boyunca hep şanslılar.

       Annanemden bahsetmeye devam edelim. Annem, onun çok becerikli ve iyi huylu olduğunu anlatırdı her zaman.
Çocuklugumda, annanemin fotoğrafına bakar ağlardım. Öldüğü için kızardım biraz da. Allah istese onu yaşatabilirdi neden yapmamıştı? O yaşasaydı her şey farklı olabilirdi. Annem kafayı temizlikle bozmuş bi kadındı. Sabahtan akşama kadar bitmeyen meşguliyeti yüzünden, ben de hep yalnız başıma bütün gün sokakta oynardım. Ne vardı evde bitmeyen? Bana neden zaman kalmıyordu. Sanki bütün işler oylanması için bi fırsatı ki sıra hiç bana gelmesindi. İstediği bir erkek çocuğa sahip değildi. Onlar bebekten arka arkaya ölmüşlerdi. Elde ben vardım ve yapacak bir şey yoktu. Annanem yanımızda olsaydı ona yardım edebilir, annem de bana kalırdı. Ya da birlikte evcilik oynar sokağa çıkmak zorunda olmazdım. Saçlarımı uzun uzun tarardı belki. Dizine yatıp onun bana anlatacağı hikayeleri dinler hayaller kurardım. O olsaydı beni çok severdi. Annem ağladığında, onun gözyaşlarını silerdi sonra. Ben bir çocuktum fakat her şeyi çok düşünüyor, hafızamda tutuyordum. Düşüncelerimde tekrar tekrar yaşıyordum. Öğrenmeye olan isteğim hiç bitmiyordu.  Sırf bu yüzden tehlikeli işlere kalkışıyordum. Uzun aramalar sonucunda hep beklenmedik yerlerden çıkıyordum.  Arkadaşlarım pek tekin olmayabiliyordu. Bunların hepsi bir çocuk için çok fazlaydı.

       O yoktu. Ben yalnızdım. Bu yalnızlığımı onunla ilgili fakat hiç gerçekleşmeyecek hayaller kurarak gidermeye çalışıyordum. Avucumda tuttuğum fotoğrafı uzun uzun inceliyordum. Solgun, düşünceli gözleriyle bakıyordu fotoğrafta.  Hiçbir şey söylemek istemiyor gibiydi. Yalnız ve çaresizdi.

       Köye gittiğimizde eksikliğini yine hissediyordum.  Yağlı, pulbiberli ekmeğimi camdan uzatan o değildi. Tuhaf olan, benden başka kimse onu özlemiyor gibiydi. Ondan bahsedildiğini hiç duymuyordum. Unutmuşlar mıydı?
Teyzem, konuştuğu zaman kendini dinleten bir kadındır fakat ağzından annaneme dair ufak bi hatıra bile duymadım. Annanem öldüğünde iki yaşındaymış teyzem, o da bi anda öyle kimsesiz kalmış. Teyzemi, dayımın eşi büyütmüş. O yuzden onu anne gibi sever.

       Birkaç yıl önce teyzemin kızı olan kuzenimle konuşuyoruz. Psikiyatriye gittiğini ve ilaç aldığını söylüyor. Yaşama isteğinin olmadığını, hayatta kalabilmek için çok çaba sarfettiğini anlatıyor.
Ben buna çok şaşırıyorum. Oldukça güzel, zeki, ayakları üzerinde durabilen çalışkan bi kız. Bunları konuştuğumuz zaman, onun da iki yaşinda bir kızı var. Depresyonu hakkında uzun uzun konuştuktan sonra bana diyor ki "Biliyor musun psikolojik rahatsızlıkların  kökeni aileye dayanıyor. Annanem de intihar etmişti." Ben bunu duyunca şoka giriyorum. "Bunu kim söyledi sana diyorum?" Çünkü o zamana kadar benim ölüm sebebi olarak bildigim, iç hastalığı. Kanser teşhisi konulamadı diye düşündüğumden, annanemin ölümü bende hep bi kanser şüphesini doğuruyor.

       Meğer annanem, dedemin baskılarına ve gelinleriyle yaşadıği sorunlara dayanamıyor zehir içiyor. Hastaneye yetiştirmek üzere traktöre bindiriyorlar fakat yolda ruhunu teslim ediyor. Ben bir kez daha yıkılıyorum. Bu arada, onun fazla iyi bir insan olmanın verdiği zorlukla başa çıkamadığını, herkesi asla memnun edemeyeceğini bir türlü kabullenemediğini, kimseyi kırmak istemediği halde insanların ona hiç acımadığını, bu yükü kaldıramamış olduğu için hayatından vazgeçtiğini filan düşünüyorum.

       Annemden hiçbir zaman duymadığım bu bilgiyi teyzeme soruyorum. Sadece susuyor.  Çantasında psikiyatristin ona verdiği ilaçlardan birkaç tanesini alıp içiyor ve başka bi konuya geçiyor. Teyzem bildim bileli bir sorun varsa susmayı tercih eder. Bu onun sorunlarla başa çıkma şeklidir. Problem konuşulmaz hep yokmuş gibi davranılır. Mesela kuzenim daha sonra eşinden ayrıldığında bu konudan hiç bahsetmedi.

       Kuzenim hala ilaçlarını düzenli bir şekilde içiyor.

       Elimdeki fotoğrafa dikkatlice bakıyorum. Öyle doğal ki gözümü ondan alabilmem mümkün değil. Elini tutmak istiyorum, bazen de sarılmak.... Olsa belki beni anlardı diyorum. Güneş yüzüne vurmuş saçları parlıyor. Sakladığı şeyler var biliyorum. Ben hiç psikolağa gitmedim. Psikiyatristin kapısından şöyle bi bakıp geçtim. Bu, benim sağlıklı olduğumun en büyük kanıtıdır. Fakat istediğim zaman delirme hakkım saklıdır.

18 Haziran 2019 Salı

HİÇ IŞIK YOK FARKINDAYIM

             ilk taşındığımızda büyük bir tedirginlik vardı bu şehre karşı içimde. Kimseyi tanımıyordum hiç arkadaşım yoktu. Küçük bi kasabadan geldiğimiz için kalabalık şehir,  o çok katlı apartmanlar, bilmediğim yollar beni nasıl korkutuyordu. Merdivenlerde karşılaştığım genç adam bizi öyle içten karşılamıştı ki bir anda içime dolan o tatlı huzur bana korkularımı unutturdu. Biz yerleşene kadar da her konuda yardımcı oldu. Annem de ilk fırsatta onu yemeğe çağırdı. Fotoğrafçıydı,  muhteşem bi gözlemciydi. Yorumları inanılmazdı. Her konuda bilgisi var gibi gelirdi bana. Kararsızlığa düşsem hep ona sormak isterdim. Onunla büyüdüm diyebilirim. Ailemden biri  gibi olmuştu sanki. Evine her gittiğimde çektiği fotoğraflara dikkatlice bakardım. Yeni bi şeyler var mı diye heyecanlanırdım. Hepsinin ayrı hikayesi vardı ve bıkmadan usanmadan bana anlatırdı.
Babamın memurluğu yüzünden harika geçen beş yıl da sona ermişti ve biz oradan taşınıp başka bir şehre gitmiştik. Ondan ayrılmak asla istemiyordum. Eşyalarımızı toplarken tıpkı ilk geldiğimiz gün bize yardımcı olduğu gibi yardım ediyordu. Gitmeden önce bir bahane bulup tekrar eve dönmeli ona bir kez daha sarılmalıyım. Tabii ki öyle bir şey olmadı ben gizli gizli ağladım. O sene üniversite sınavını kazanıp şehre tekrar dönmeliydim.  İnstagrama sık sık fotoğraf yüklüyor altına da ufak hikayeler yazıyordu. Sınavlara hazırlanırken çektiği fotoğraflara bakıp hayaller kuruyordum. Günler geçmek bilmiyordu. Onu her yerde arıyordum, herkeste. Kimse o değildi. Nihayet sınav günü gelmişti. Umutla girdiğim sınavda istediğim gibi bi sonuç elde edemedim fakat sırf onunla olmak için şehirdeki iki yıllık bir bölüme razı oldum. Aynı şehre bu kez bilerek ve isteyerek onunla olabilmek için gidiyordum.

           O, öyle akıllı ve sevimli ki tanıyanların ona kayıtsız kalması mümkün değil. Bunların gerisindeki içtenlik, o yapaylıktan uzak davranışları, olgunluğu inanılmaz. Beni her seferinde şasırtıyor. Basmakalıp bi düşüncesi yok. Zarar verebilecek güce sahip olduğunda bile bunu asla yapmayacak biri. Bana göre bir bataklıktaki inci tanesi.
             Konuştuğu zaman dikkatleri üzerinde toplamayı biliyor. Yeniliklere her zaman açık. Taraf tutmuyor objektif yaklaşıyor her konuya. Söylediklerinde hiçbir zaman kibir sezinlemedim. Öyle doğal ki. Başkalarının dediklerini de umursamıyor. Bazen komik ve saçma şeyler söylüyor düşündükçe gülüyorum. Yıllar geçtikçe daha olgunlaştığını görmek, yüzünün değişimini izlemek hoşuma gidiyor.

             O, tanıdıktan sonra hayatımı değiştiren adam. Eski mutsuz ve depresif halim yok şimdi. Belki onunla olmamak beni üzüyor. Karşısına geçip duygularımı söylemek istiyorum. İçimden geçen her şeyi, bunca yıl sessizce gelişen aşkımı anlatmak istiyorum.
Şimdi artık cesaretim var korkmuyorum.

              Bu satırları yazdıktan sonra telefonuna mesaj attım. İlk mesajımda inanılmaz heyecanlıydım. Sonrakilerde aklıma gelenleri, duygularımın ise bir kısmını temkinli bi şekilde ifade etmeye çalıştım. Uzun bi süre mesajlarımın hiçbirine cevap yazmadı. Okudu mu onu bile anlayamadım. O gün, artık ümitlerimin kırıldığı bir anda onu rahatsız ettiğimi düşündüm. "Bu yaptığımın ne kadar manasız olduğunu biliyorum" dedim. Geceleri  uyumadığını adım gibi bilsem de "Uyudun mu ki" diye mesaj attım. Aslında "Sanki moralin bozukmuş gibi hissediyorum, doğru mu? Sen kimseye aldırma. Seni ne yaparsan yap ne söylersen söyle seviyorum" demek istiyordum. Uyudun mu ki böyle bir şeydi işte. O da benim bu soğuk ve anlamasız mesajıma İstese cevap yazabilirdi. Sana ne evet uyumadım bile diyebilirdi. Hiçbir şey söylemeden Beni engellemeyi tercih etti. Anladım ki beni hiç sevmemiş. Fakat ben yine de vazgeçemedim ve evine kadar gittim.  İlerideki parkta, evini görebileceğim bir banka oturdum. Parktaki evlerinde oynaşan kedileri, salıncakta sallanan çocukları seyrettim. Onu beklerken hava kararmıştı. Parkta kimseler kalmamıştı.

             Nihayet, arabası uzaktan göründüğünde heyecandan kalbim duracaktı. Arabadan, bi arkadaşıyla birlikte indi. Sonra eve geçtiler. Tadım kaçmıştı. Nerden çıkmıştı bu arkadaş, neden yalnız değildi sanki.

             Gizlice arka bahçeden dolanıp, son bi kez daha onu uzaktan da olsa göreyim istedim. Arka pencere salona bakıyordu. Yaklaştım ve pencerenin kenarından içeri baktım. O ve arkadaşı öpüşüyorlardı. Şaşkınlıktan ve gördüğüm manzara karşısında yaşadığım şoktan,  başım dönmeye midem bulanmaya başladı. Homofobik değildim ama bu asla beklediğim bir şey değildi, olamazdı. Oradan koşarak uzaklaştım. Koştum koştum, sanki arkamdan beni kovalıyormuş gibi koştum. Gördüklerimi tekrar tekrar düşünüyor ve ağlıyordum. Onunla olmam artık imkansızdı. Beni hiçbir zaman istemeyecekti.

             Yıllardır sevdiğim adamın gay olduğunu öğrendiğimde, kafamda onunla ilgili kurduğum tüm hayaller bi toz bulultu olup üzerime yağıyordu.

              Geçmişi düşündüğümde tek bildiğim, bir hikayeden ibaret olma sevgilisi dışında, hiç sevgilisi olmadığı. Belki o da bir kadın değildi. Onunla ilgili komik şeyler anlatıyordu. Kadının, -belki de erkek olan sevgilisinin- trafik kazasında ölmesi dışında elimde hiçbir bilgi yok.

             Yıllardır ona karşı beslediğim duygular, aşkımın yazılara şiirlere olan yansıması, onsuz yaşayamayacağıma olan kendimi inandırmışlığım, acılarım bana şu an bi hayal gibi. Oysa tüm yazdıklarım, onun için hazırladığım tüm mektuplar ortada. Birini bile okuma zahmetinde bulunmadı. Mesajlarıma evet hayır gibi bi cevap bile alamadım. Beni engelledi.

              Fakat ben bu delicesine sevdayla nasıl da yapayalnız kaldım. Ona olan duygularım öyle yoğun ki, bir erkekten isteyebileceğim ne varsa hepsini göz ardı edebilirim. Bir arkadaş, kardeş gibi yine de sarılabilirim. Yeter ki onunla olayım. O tatlı, güler yüzünü görmeden nasıl geçer ömür.

              Bir yandan beni reddetmesine dair bu sebebe yaslanmak,  az da olsa beni rahatlatıyor. Sonuçta hangi kadın istenmemeyi kaldırabilir. Buna üzülmek ve inkâr etmekle, mantıklı bir şekilde kabullenmek arasında gidip geliyorum. Kabullenemiyorum...

               Sabahları uyanma sebebim; Şimdi artık kimsem yok. Başkalarına yalnızdım şimdi sana da yalnızım.