18 Mayıs 2020 Pazartesi

ANNANEMİN FOTOĞRAFI




       Uzunca bir süredir kendimle konuşuyorum. Bazen de yazışıyorum. Öteki benin bunları okumadığını biliyorum. Oysa ne çok istedim beni anlamasını. Hiç duymak istemedi, hep reddetti. Belki bi cümleyi, içten yazılmış tek bi cümleyi okumak için azıcık hevesi olsaydı, her şey değişirdi.

       Annanem ben doğmadan önce öldüğü için, çocukluğumda onun yokluğunun acısını çok çektim. Birçok çocuk için bu, öyle kısaca üzerinde durulup, unutulacak bir şey olmasına rağmen neden bilmiyorum benim için bi travma gibiydi. Belki fazla hassas olduğum içindi. Belki de babannemin bana karşı sevgisizliğini, var olsaydı giderecek bir figürdü.

       Dedem benimle ne kadar ilgiliyse babannem de o kadar ilgisizdi. O hep ablamı sever, onu düşünür, benim görmediğim yerde ablamın ceplerini doldururdu. Babannemde bu ayrımcı sevgi sadece torunlarına karşı değildi elbette. En küçük çocuğunu her zaman diğerlerinden daha fazla sever kollardı. Kardeşler arasında o kadar alışılmış bir şeydi ki bu, itiraz edilmezdi. Babam çocukluğunda bulduğu her işte çalışıp evin ihtiyaçlarına katkı verirken, küçük kardeş, hep küçük kaldığı için durumundan memnun, rahat yaşamayı seven bi adam olmuştu. Kendini zorlayacak hiçbir işe atılmamış, kumarda kaybettiği paralar, babannem tarafından bir şekilde ödenmişti. Sadece babam değil tüm kardeşler onun ihtiyaçlarını karşılamak için vardı. At yarışlarına bağımlı, bi adam olup çıkmıştı. Eski ev yıkılıp apartman olduğunda, verilen daireler kardeşlere ortak paylaştırılırken tek daire amcama tahsis edilmişti.  Babannemin bu hali son nefesine kadar devam etti. Ölmeden önce dert ettiği tek evladı da oydu.
Amcam hala hayatta. Bu kez de oğlu, gelini ve dünürleri tarafından korunup kollanmakta, tüm ihtiyaçları yine başkaları tarafından karşılanmakta. Zannediyorum bazı insanlar hayatları boyunca hep şanslılar.

       Annanemden bahsetmeye devam edelim. Annem, onun çok becerikli ve iyi huylu olduğunu anlatırdı her zaman.
Çocuklugumda, annanemin fotoğrafına bakar ağlardım. Öldüğü için kızardım biraz da. Allah istese onu yaşatabilirdi neden yapmamıştı? O yaşasaydı her şey farklı olabilirdi. Annem kafayı temizlikle bozmuş bi kadındı. Sabahtan akşama kadar bitmeyen meşguliyeti yüzünden, ben de hep yalnız başıma bütün gün sokakta oynardım. Ne vardı evde bitmeyen? Bana neden zaman kalmıyordu. Sanki bütün işler oylanması için bi fırsatı ki sıra hiç bana gelmesindi. İstediği bir erkek çocuğa sahip değildi. Onlar bebekten arka arkaya ölmüşlerdi. Elde ben vardım ve yapacak bir şey yoktu. Annanem yanımızda olsaydı ona yardım edebilir, annem de bana kalırdı. Ya da birlikte evcilik oynar sokağa çıkmak zorunda olmazdım. Saçlarımı uzun uzun tarardı belki. Dizine yatıp onun bana anlatacağı hikayeleri dinler hayaller kurardım. O olsaydı beni çok severdi. Annem ağladığında, onun gözyaşlarını silerdi sonra. Ben bir çocuktum fakat her şeyi çok düşünüyor, hafızamda tutuyordum. Düşüncelerimde tekrar tekrar yaşıyordum. Öğrenmeye olan isteğim hiç bitmiyordu.  Sırf bu yüzden tehlikeli işlere kalkışıyordum. Uzun aramalar sonucunda hep beklenmedik yerlerden çıkıyordum.  Arkadaşlarım pek tekin olmayabiliyordu. Bunların hepsi bir çocuk için çok fazlaydı.

       O yoktu. Ben yalnızdım. Bu yalnızlığımı onunla ilgili fakat hiç gerçekleşmeyecek hayaller kurarak gidermeye çalışıyordum. Avucumda tuttuğum fotoğrafı uzun uzun inceliyordum. Solgun, düşünceli gözleriyle bakıyordu fotoğrafta.  Hiçbir şey söylemek istemiyor gibiydi. Yalnız ve çaresizdi.

       Köye gittiğimizde eksikliğini yine hissediyordum.  Yağlı, pulbiberli ekmeğimi camdan uzatan o değildi. Tuhaf olan, benden başka kimse onu özlemiyor gibiydi. Ondan bahsedildiğini hiç duymuyordum. Unutmuşlar mıydı?
Teyzem, konuştuğu zaman kendini dinleten bir kadındır fakat ağzından annaneme dair ufak bi hatıra bile duymadım. Annanem öldüğünde iki yaşındaymış teyzem, o da bi anda öyle kimsesiz kalmış. Teyzemi, dayımın eşi büyütmüş. O yuzden onu anne gibi sever.

       Birkaç yıl önce teyzemin kızı olan kuzenimle konuşuyoruz. Psikiyatriye gittiğini ve ilaç aldığını söylüyor. Yaşama isteğinin olmadığını, hayatta kalabilmek için çok çaba sarfettiğini anlatıyor.
Ben buna çok şaşırıyorum. Oldukça güzel, zeki, ayakları üzerinde durabilen çalışkan bi kız. Bunları konuştuğumuz zaman, onun da iki yaşinda bir kızı var. Depresyonu hakkında uzun uzun konuştuktan sonra bana diyor ki "Biliyor musun psikolojik rahatsızlıkların  kökeni aileye dayanıyor. Annanem de intihar etmişti." Ben bunu duyunca şoka giriyorum. "Bunu kim söyledi sana diyorum?" Çünkü o zamana kadar benim ölüm sebebi olarak bildigim, iç hastalığı. Kanser teşhisi konulamadı diye düşündüğumden, annanemin ölümü bende hep bi kanser şüphesini doğuruyor.

       Meğer annanem, dedemin baskılarına ve gelinleriyle yaşadıği sorunlara dayanamıyor zehir içiyor. Hastaneye yetiştirmek üzere traktöre bindiriyorlar fakat yolda ruhunu teslim ediyor. Ben bir kez daha yıkılıyorum. Bu arada, onun fazla iyi bir insan olmanın verdiği zorlukla başa çıkamadığını, herkesi asla memnun edemeyeceğini bir türlü kabullenemediğini, kimseyi kırmak istemediği halde insanların ona hiç acımadığını, bu yükü kaldıramamış olduğu için hayatından vazgeçtiğini filan düşünüyorum.

       Annemden hiçbir zaman duymadığım bu bilgiyi teyzeme soruyorum. Sadece susuyor.  Çantasında psikiyatristin ona verdiği ilaçlardan birkaç tanesini alıp içiyor ve başka bi konuya geçiyor. Teyzem bildim bileli bir sorun varsa susmayı tercih eder. Bu onun sorunlarla başa çıkma şeklidir. Problem konuşulmaz hep yokmuş gibi davranılır. Mesela kuzenim daha sonra eşinden ayrıldığında bu konudan hiç bahsetmedi.

       Kuzenim hala ilaçlarını düzenli bir şekilde içiyor.

       Elimdeki fotoğrafa dikkatlice bakıyorum. Öyle doğal ki gözümü ondan alabilmem mümkün değil. Elini tutmak istiyorum, bazen de sarılmak.... Olsa belki beni anlardı diyorum. Güneş yüzüne vurmuş saçları parlıyor. Sakladığı şeyler var biliyorum. Ben hiç psikolağa gitmedim. Psikiyatristin kapısından şöyle bi bakıp geçtim. Bu, benim sağlıklı olduğumun en büyük kanıtıdır. Fakat istediğim zaman delirme hakkım saklıdır.

15 yorum:

  1. Anneanneniz de keşke bu yazdıklarınızı okuyabilseydi diye içimden geçirdim okurken...
    Hassas kalpler için dünya cehennem olmaya devam ediyor. Ve sonundaki söz harika:
    Hepimizin delirme hakkı saklıdır...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke okusaydı. Hassas bir kalp aynı zamanda bir ceza gibi olabilir mi? Uzun zamandır bloglara bakamıyordum. Hala bilgisayarım yok. İşe başlamadan önce kalan zamanda blogları eskisi gibi okumaya çalışacağım.
      Yorum için çok teşekkürler.

      Sil
    2. Kesinlikle bir ceza, katılıyorum...
      Hepimizin bloglardan uzak kaldığı zamanları oluyor.
      Sevgiler:)

      Sil
  2. İnsan belli bir genetik kodlamayla yatkınlıkları oluyor ve bunun yanında da nefisn ahlaki anlamda aşırılıkları oluyor. Ne çetin bilmecedir ki kefis ömür boyu kendi nefsiyle mücadele içinde oluyor. Gerçekten asil bir duruşu varsa nefsini kötülüklere karşı koruyor en azından gayret ediyor. İntihaar sürüklenmek de bir genetik yatkınlıktır aslında. Nice insanlar acı çekiyor, işkence azap görüyor. Onuruyla oynanıyor da bana mısın demiyor. Hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam edebiliyor. Kimisi başarısızlığı, ya da terkedilmişliği kaldıramıyor, gidiyor Boğaz köprüsünden kendini denize bırakabiliyor. Aslında çok zeki insanlar her an akıl sağlığıyla sorunlu hale gelebilir. Onların zihinleri çok açık oluyor. Fakat herhangi bir üzüntü içinden çıkılmaz bir hal gibi algılıyor. Bir fotoğraf okuması yapmışssınız güzel bir çalışma. Tabi fotoğrafın görünen bir yüzü var. Sureti hal dediğimiz bu yüz ü bir başkası bir başka türlü okuyabilir. Oysa siz sureti halin dışında fotoğrafın sırrı suretini ifşa ettiniz. Hem objektif olarak çocukluğunuzu ve duygularınızı yansıtıyorsunuz, hem de olmasını istediğiniz ve kursağınızda kalanları da ifade ediyorsunuz. Sadece fotoğraf okumaları yapsanız bu bile bir projedir tv'de, radyod, blogta ve youtubda. yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli vaktinizi ayırıp böyle uzunca bir yorum yaptığınız için çok teşekkürler. Her insan için hayatın eşit olmadığı da muhakkak. Çevresinde onu anlayanlar varsa, şefkatle sarmalanıyorsa, hassasiyeti farkediliyorsa hikayesi de güzel bitiyor. Bir de ben bu kendisini intihara sürükleyen ruh halini fazla empati kurmaya da bağlıyorum. Acı, tek kişinin bile acısı, eğer bir başkasında aynı ölçüde tezahür ediyorsa, bu kendiyle birlikte çekilen ikinci bir kat acı anlamına gelir ki büyük bir yüktür. Bir de bunun sayısının arttığını düşünün. Yaşayan insan sayısınca acı var ve sorumlu hisseden ruh sayısı azsa acı katlanarak artar çünkü hissedenler tarafından çözülemeyebilir. Gerçek sorumlularının üstlenmesi ile ancak acı bitebilir. Peki dünyada bunun neredeyse imkansızlığı göz önünde bulundurulursa ne yapmak gerekir. "Cevap acının sorumlusu ben değilim"dir. "Ben ancak bi aktarıcıyım. Belki de o bile değilim." Üstün bi gücün varlığını duyup hissetmek acıyı yaşanabilir kılar.
      Fotoğrafa gelirsek, fotoğrafın alalade olmadığına inanan biri ancak ondaki güzelliği görüp sırrını keşfedebilir.

      Sil
  3. Çocuk deyip geçmeyeceksin işte. İçinde ne fırtınalar kopuyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Çocuk o anlamaz" denir ya büyüklerin dünyasında, bu aslında onların kendilerini rahatlatmak için söyledikleri bi şeydir. Bazen tahmin edilenden fazlasını düşünüp anlayabilirler.
      Yorum için çok teşekkürler.

      Sil
  4. ooooo sen dönmüşsün bloguna sevindim yaa. twitlerini okuyom ama blog daha iyi tabiii :) gelirim yinee. herhalde sen de şimdi çalışmıyon evdesin tabiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belki görünmüyordur ama hep burdayım:)) Evdeyken biraz daha zaman varken değerlendireyim dedim.
      Her zaman gel. Yorum için teşekkürler.

      Sil
  5. Bazen annaneler bazen de babaanneler çok sevilir, yazdığın duyguların çoğunu ben de babanname karşı hissediyorum. Her ikisinin de sevgisini hissedenler ne kadar da şanslı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kim yakınlık gösterirse o seviliyor. Olmayanın sevgisi biraz hayali tabii ki.
      Yorum için teşekkürler.

      Sil
  6. Bak ne diyeceğimi bilemedim şimdi...
    Ayrımcılık, eşit davranamamak bazı insanların içine o kadar işlemiş ki... Hastalıklı bir his bence... İyileşmesi de mümkün olmayan bir hastalık... Bu tarzda ne kadar insan tanıdıysam hiç değişmediler çünkü...

    Sevgilerimi gönderiyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyileşmesinin mümkün olmadığına ben de katılıyorum galiba. Yorum için çoj teşekkürler. Sevgiler...

      Sil
  7. Anneannem, annem bana hamileyken bir ameliyatta vefat etmiş. Benim isimlerimden birisi; ona aittir. Annemin dayısı ve işin ilginci geçmiş büyükler -annemin halası,rahmetli- hepsi beni ona benzetirdi.
    Annem, hala "anneannemin yokluğu" ile ilgili sitemlerde bulunur. Özellikle, kötü bir evlilik varsa ya da kötü yaşam koşullarında yetişmişse "anne yokluğu" yaşama tutunmayı zorlaştırıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi senin beni çok iyi anladığını düşünüyorum. Tanımadığın, ölümün ya da bir takım şanssızlıkların ayırdığı bir yakın, insanın tamamlanmamış bir yanı demek. Bu yoğun hüzne ve fakat çok da derinden bir sevgiye yol açıyor. Yorum için çok teşekkürler.

      Sil