18 Mayıs 2020 Pazartesi

ANNANEMİN FOTOĞRAFI




       Uzunca bir süredir kendimle konuşuyorum. Bazen de yazışıyorum. Öteki benin bunları okumadığını biliyorum. Oysa ne çok istedim beni anlamasını. Hiç duymak istemedi, hep reddetti. Belki bi cümleyi, içten yazılmış tek bi cümleyi okumak için azıcık hevesi olsaydı, her şey değişirdi.

       Annanem ben doğmadan önce öldüğü için, çocukluğumda onun yokluğunun acısını çok çektim. Birçok çocuk için bu, öyle kısaca üzerinde durulup, unutulacak bir şey olmasına rağmen neden bilmiyorum benim için bi travma gibiydi. Belki fazla hassas olduğum içindi. Belki de babannemin bana karşı sevgisizliğini, var olsaydı giderecek bir figürdü.

       Dedem benimle ne kadar ilgiliyse babannem de o kadar ilgisizdi. O hep ablamı sever, onu düşünür, benim görmediğim yerde ablamın ceplerini doldururdu. Babannemde bu ayrımcı sevgi sadece torunlarına karşı değildi elbette. En küçük çocuğunu her zaman diğerlerinden daha fazla sever kollardı. Kardeşler arasında o kadar alışılmış bir şeydi ki bu, itiraz edilmezdi. Babam çocukluğunda bulduğu her işte çalışıp evin ihtiyaçlarına katkı verirken, küçük kardeş, hep küçük kaldığı için durumundan memnun, rahat yaşamayı seven bi adam olmuştu. Kendini zorlayacak hiçbir işe atılmamış, kumarda kaybettiği paralar, babannem tarafından bir şekilde ödenmişti. Sadece babam değil tüm kardeşler onun ihtiyaçlarını karşılamak için vardı. At yarışlarına bağımlı, bi adam olup çıkmıştı. Eski ev yıkılıp apartman olduğunda, verilen daireler kardeşlere ortak paylaştırılırken tek daire amcama tahsis edilmişti.  Babannemin bu hali son nefesine kadar devam etti. Ölmeden önce dert ettiği tek evladı da oydu.
Amcam hala hayatta. Bu kez de oğlu, gelini ve dünürleri tarafından korunup kollanmakta, tüm ihtiyaçları yine başkaları tarafından karşılanmakta. Zannediyorum bazı insanlar hayatları boyunca hep şanslılar.

       Annanemden bahsetmeye devam edelim. Annem, onun çok becerikli ve iyi huylu olduğunu anlatırdı her zaman.
Çocuklugumda, annanemin fotoğrafına bakar ağlardım. Öldüğü için kızardım biraz da. Allah istese onu yaşatabilirdi neden yapmamıştı? O yaşasaydı her şey farklı olabilirdi. Annem kafayı temizlikle bozmuş bi kadındı. Sabahtan akşama kadar bitmeyen meşguliyeti yüzünden, ben de hep yalnız başıma bütün gün sokakta oynardım. Ne vardı evde bitmeyen? Bana neden zaman kalmıyordu. Sanki bütün işler oylanması için bi fırsatı ki sıra hiç bana gelmesindi. İstediği bir erkek çocuğa sahip değildi. Onlar bebekten arka arkaya ölmüşlerdi. Elde ben vardım ve yapacak bir şey yoktu. Annanem yanımızda olsaydı ona yardım edebilir, annem de bana kalırdı. Ya da birlikte evcilik oynar sokağa çıkmak zorunda olmazdım. Saçlarımı uzun uzun tarardı belki. Dizine yatıp onun bana anlatacağı hikayeleri dinler hayaller kurardım. O olsaydı beni çok severdi. Annem ağladığında, onun gözyaşlarını silerdi sonra. Ben bir çocuktum fakat her şeyi çok düşünüyor, hafızamda tutuyordum. Düşüncelerimde tekrar tekrar yaşıyordum. Öğrenmeye olan isteğim hiç bitmiyordu.  Sırf bu yüzden tehlikeli işlere kalkışıyordum. Uzun aramalar sonucunda hep beklenmedik yerlerden çıkıyordum.  Arkadaşlarım pek tekin olmayabiliyordu. Bunların hepsi bir çocuk için çok fazlaydı.

       O yoktu. Ben yalnızdım. Bu yalnızlığımı onunla ilgili fakat hiç gerçekleşmeyecek hayaller kurarak gidermeye çalışıyordum. Avucumda tuttuğum fotoğrafı uzun uzun inceliyordum. Solgun, düşünceli gözleriyle bakıyordu fotoğrafta.  Hiçbir şey söylemek istemiyor gibiydi. Yalnız ve çaresizdi.

       Köye gittiğimizde eksikliğini yine hissediyordum.  Yağlı, pulbiberli ekmeğimi camdan uzatan o değildi. Tuhaf olan, benden başka kimse onu özlemiyor gibiydi. Ondan bahsedildiğini hiç duymuyordum. Unutmuşlar mıydı?
Teyzem, konuştuğu zaman kendini dinleten bir kadındır fakat ağzından annaneme dair ufak bi hatıra bile duymadım. Annanem öldüğünde iki yaşındaymış teyzem, o da bi anda öyle kimsesiz kalmış. Teyzemi, dayımın eşi büyütmüş. O yuzden onu anne gibi sever.

       Birkaç yıl önce teyzemin kızı olan kuzenimle konuşuyoruz. Psikiyatriye gittiğini ve ilaç aldığını söylüyor. Yaşama isteğinin olmadığını, hayatta kalabilmek için çok çaba sarfettiğini anlatıyor.
Ben buna çok şaşırıyorum. Oldukça güzel, zeki, ayakları üzerinde durabilen çalışkan bi kız. Bunları konuştuğumuz zaman, onun da iki yaşinda bir kızı var. Depresyonu hakkında uzun uzun konuştuktan sonra bana diyor ki "Biliyor musun psikolojik rahatsızlıkların  kökeni aileye dayanıyor. Annanem de intihar etmişti." Ben bunu duyunca şoka giriyorum. "Bunu kim söyledi sana diyorum?" Çünkü o zamana kadar benim ölüm sebebi olarak bildigim, iç hastalığı. Kanser teşhisi konulamadı diye düşündüğumden, annanemin ölümü bende hep bi kanser şüphesini doğuruyor.

       Meğer annanem, dedemin baskılarına ve gelinleriyle yaşadıği sorunlara dayanamıyor zehir içiyor. Hastaneye yetiştirmek üzere traktöre bindiriyorlar fakat yolda ruhunu teslim ediyor. Ben bir kez daha yıkılıyorum. Bu arada, onun fazla iyi bir insan olmanın verdiği zorlukla başa çıkamadığını, herkesi asla memnun edemeyeceğini bir türlü kabullenemediğini, kimseyi kırmak istemediği halde insanların ona hiç acımadığını, bu yükü kaldıramamış olduğu için hayatından vazgeçtiğini filan düşünüyorum.

       Annemden hiçbir zaman duymadığım bu bilgiyi teyzeme soruyorum. Sadece susuyor.  Çantasında psikiyatristin ona verdiği ilaçlardan birkaç tanesini alıp içiyor ve başka bi konuya geçiyor. Teyzem bildim bileli bir sorun varsa susmayı tercih eder. Bu onun sorunlarla başa çıkma şeklidir. Problem konuşulmaz hep yokmuş gibi davranılır. Mesela kuzenim daha sonra eşinden ayrıldığında bu konudan hiç bahsetmedi.

       Kuzenim hala ilaçlarını düzenli bir şekilde içiyor.

       Elimdeki fotoğrafa dikkatlice bakıyorum. Öyle doğal ki gözümü ondan alabilmem mümkün değil. Elini tutmak istiyorum, bazen de sarılmak.... Olsa belki beni anlardı diyorum. Güneş yüzüne vurmuş saçları parlıyor. Sakladığı şeyler var biliyorum. Ben hiç psikolağa gitmedim. Psikiyatristin kapısından şöyle bi bakıp geçtim. Bu, benim sağlıklı olduğumun en büyük kanıtıdır. Fakat istediğim zaman delirme hakkım saklıdır.

3 Nisan 2020 Cuma

CORONA VİRÜSÜ DURDURMAK

      Bu yazıyı şu an gündem olduğu için ya da seo, takip, okunma kaygısıyla değil,  dünyanın ve tabii ki ülkemin insanlarının karşıkarşıya bulunduğu felaketi dile getirmek için kaleme alıyorum.

       Normal zamanlarda olsak, çalıştığım hedyelik eşya dükkanındaki işlerin yoğunluğundan ve bundan kaynaklı şiddetli ayak ağrılarımdan, aşırı yorgunluktan, kendime bile zaman ayırma imkanım olmadığından, bunları yazamazdım.

        Corona dolayısıyla bir süreliğine ücretli izne ayrıldım. Bu, tabii ki yeterince müşteri gelmediğinden, patronumuzun kararıyla oldu. Şimdi tadilat yapılıyor. Beni arayıp gelip gelmeyeceğimi sordular. Aslında çalışmak istemiyorum. İşten atılmak ise şu anda coronadan sonra başıma gelebilecek en büyük felaket olur. Senelik iznimin tamamını kullanma konusunda izin verdiler. Astım hastasıyım. Risk grubundayım. Benim gibi aslında şu ara calışmak istemeyen fakat ne yapacaği konusunda şaşkın, kendini çaresiz ve kimsesiz hisseden milyonlarca insan var. 

        Birçok kimsenin, bu virüsün ne olduğunu tam olarak kavrayamadığını düşünüyorum. Buna yakınlarım da dahil. Ben bir bilim insanı değilim. Virüsün oluşumu hakkında yeterince bilgi sahibi olduğum söylenemez. Buna rağmen ilk başladığı Çin'den itibaren bu güne gelinceye kadar, dehşetle tüm olan biteni, yaşanan acıları izliyorum. Dünyadaki can kayıplarına baktığımda ülkemin insanlarının yaşayacaklarını birçok insan gibi gercekleşmişçesine hissediyorum. 

        Yüzbinlerce insan ölebilir. Bunu söylemek, insanlarda kaos ya da panik oluşturmak anlamına gelmesin. İyimser tablolarla insanları sakin tutmak ya da virüsü, olduğundan daha basit göstermeye çalışarak herhangi bir insanın atlatabileceği bir şeymiş gibi sunmak, bi hayal dünyası kurmak, bugünü kurtarabilir fakat yarınlarda olabileceklerin önüne geçemez. 

        Başlarda bazı tv kanallarında hatta çoğunda basite indirgendiği için halkta oluşan yargıyı kırıp ciddiyetini kavratabilmek çok zor.

         Kimleri öldüreceği ile ilgili kesin bi karar veremeyiz. Gençlerin ya da bağışıklığı tam olanların kurtulacağı gibi bir genelleme yapmak, insanları önlem almada ciddiyetsizliğe sürüklüyor. Tv yayinlarında ve yapılan diğer yayınlarda, açıklamalarda buna çok dikkat etmeliyiz. Kaldı ki benim herhangi bi rahatsızlığı olup normal şartlarda yaşayabilecek insanım niye ölsün. "Yaşlı olduğu için kaybediyoruz" dediklerimiz neden ölsün. Onlar birilerinin annesi, babası, kardeşi ya da eşi değil mi? Yüzdelerin arkasında, bir zamanlar yaşamış insanlar yok mu? Tek bir vatandaşımızın dahi canının yanmasına müsaade edebilir miyiz?

        İtalya, İspanya ve ABD çok zor durumda. Ne kadar iyi bir sağlık sistemi kursa da hiçbir ülke, aynı anda binlerce hastanın tedavisi gibi bir yükü kaldıramaz. Kaldıramıyor da. Çin, başlangıçta bunu gizleyip yeterli önlemler almadığı için tüm dünyaya yayilmasına sebep oldu ve devlet olarak büyük bir felalete yol açtı. Ancak kendi ülkeleri açısından, daha sonra izolasyon konusunda sert tedbirler aldikları için kontrol altına alabildiler. Aksi takdirde yok edilemez bir virüsten bahsediyoruz

       İnsanlar biraraya geldiği müddetçe bunun önüne geçilmesi imkansız. "Evde kal" deyip ertesi gün işe gitmek konusunda "Sen bilirsin istersen git" demek cok yanlış. Bırakalım her seyi. Hayat tamamen dursun. Üç haftadan bahsediyorlar. Bu kadar bi zaman kimsenin evlerinden çıkmayacakları bir önlem alalım.  Artık paranın ya da aç kalmanın da bi önemi yok. Değişik vesilelerle yardımlar yapılıyor bi şekilde ayakta durmaya çalışırız. Ekonomi, itibar, seçilmek, iktidar ya da muhalefet olmak gibi, bizi önlem almaktan alıkoyacak her şeyden vazgeçelim.

        Tedbir almazsak çok insan ölecek. Geriye dönüp bakıldığında alınmayan sorumluluğun, tereddüt edilip verilemeyen kararların faturası inanın çok yüklü olacak. Ölen insanların hesabını soracaklar sizden. Yapılan hataları ve  yapılmayan ne varsa hepsinin hesabı sorulacak. Şehir ve bölge bazında da olabilir. Tüm ülke aslında psikolojik olarak sokağa çıkma yasağı gelmesini bekliyor. Biliyor ki bu karar alınmadığı müddetçe, işe gitmek zorunda kalacak ya da bazı sorumsuzlar sokaklarda dolaşmaya devam edecek.

        Bu ülke insanlarının güvenerek seçtiği yöneticilerimize ve tüm muhalefet partilerinin liderlerine söylemek istediğim; Partilerüstü davranmanın zamanı. Birlik ve beraberlik içinde, gelmekte olan felaketi durdurma zamanı. Siyasi çekişmeleri bir kenara bırakma zamanı. 

       Geç kalmayalım...


29 Mart 2020 Pazar

AŞKIN MASUM HALİ

       Çocukluğumda, dedemlerin oraya,  herkesin birbirini tanıdığı, akşamları sokakta kapı önlerinde muhabbetlerin döndüğü, çocukların hava karardıktan sonra, anneleriyle birlikte eve girdiği bi mahalleye taşınmıştık.

       Eski mahallemizi özlemekle birlikte, bu mahalledeki komşuluğu sevmiştim. Okulum uzakta olduğu için kaydımı yakındaki okula almışlardı. Annem evden mümkün olduğunca çıkmaz, babam çalıştığı için evde olmazdı.  Bir süre mahalledeki okula gitmiş, daha sonra bizzat kendim gidip eski okuluma kaydımı aldırmıştım. Birkaç mahalle aşarak gitmeyi ancak başarabildiğim okuluma tekrar kavuşmuştum. Yol boyunca sürekli düşünürdüm. İlgimi çeken bi ayrıntı beni saatlerce meşgul edebildiğinden yalnız yürümek hoşuma gidiyordu. Bazen ayrıldığiım okuldaki arkadaşlarla karşılaşıyor okulu neden bıraktığımla ilgili sorulara maruz kalıyordum. Tek sebebi vardı. Òğretmenimi seviyordum. Neyse bu benimle alakalı kısma son vereyim. Hikayenin asıl kahramanı ben değilim.

       Komşulardan birinin, bebekken menenjit geçirmiş genç bi kızı vardı. Fırına ekmek almaya gönderirlerdi. Fırıncının Sâdi adında oğlu vardı. Belki adı Sadullah'tı da kısaltıp öyle söylüyorlardı. Uzun boylu, yeşil gözlü yakışıklıydı. Çok da efendi çocuktu. Genellikle babasına yardım etmek için fırında olurdu. Okuyor muydu bilmiyorum. O zamanlar lise çağlarındaydı.

       Bizim kız, ekmek alırken onu görüp aşık oluyor. Çocuk herkese olduğu gibi buna da sevimli ve güleryüzlü davranıyor. Kız da Sadi'nin sadece kendisine öyle davrandığını zannetmiş olacak ki ümide kapılıyor.
Tabii ne bilsin zavallı aralarındaki farkı. Kimi görse ondan bahsediyor.
Varsa yoksa Sadi. Şöyle dedi şöyle yaptı.

       Onu görmek için, sokakta kim varsa ekmeklerini alıyordu. Millet de bununla hem eğlenmek hem de ekmek alsın kendilerine diye, Sadi'yle ilgili sorular sorup onu konuşturuyordu.

       Kız biraz zeka özürlüydü. Aslında bu kusuru olmasa güzel de kızdı. Uzun, ince, sarışındı. Dalgalı saçları omuzlarındaydı. Mavi gözlerini kısarak konuşurdu. İncecik dudakları vardı. Annesi onu güzelce giydirirdi. 

        Kendinin bilincinde değildi zaar. Çocuk aklı büyük kalbinin peşinden gidiyor gibiydi. Tüm hayalleri Sadi'ydi. Adını söylerken gülümser, dudakları daha da incelir, gözleri kısılır, rengi görünmez olurdu. Onu çok seviyordu. Onunla evleneceklerini söylüyordu hep. 

       O zamanlar, ondan bahsettiği zamanlarda dinlerdim onu. İçimde ona karşı bir merhamet, biraz acıma, biraz da şaşkınlık belirirdi. Nasıl olup da bunları söyleyebildiğine şaşardım. Çocuk aklımla durumun garipliğini anlıyordum fakat anlam veremiyordum. Belli ki hepsini uyduruyordu.

       Konuşurken bazı kelimeleri bazı harfleri söyleyemezdi. Mesela Sadi diyemezdi de "Tadi Tadi" derdi. Hep iki kere tekrarlardı. Yine gözlerini kısardı. Dudakları incelir beyaz dişleri görünür, yüzü aydınlanırdı. Ondan bahsetmekten bile aşırı mutlu oluyordu. İnsanlar konuşacak bi şey bulamayınca hemen konuyu acıp kızı konuştururlardı. "Bugün Sadi'yi gordün mü?"derlerdi mesela. Ya da "Sadi fırına gelmiş bi bak" derlerdi de kız, sanki onu oradan görecekmiş gibi kafasını uzatır bakardı istemsizce.

       Annesi, yine insanların böyle sorular sorup onu konuşturdukları bi gün, "Sus artık yeter" diye kızını azarladı. Sonra dönüp diğerlerine;

"Konuşmayın öyle. Ayıp, günah, Allah'tan korkun" dedi.

Herkes sustu...

       O kısa sürede, günahlar birbir gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmiş olmalı ki bir anda konu değişiverdi. Birkaç gün sonra deprem olduğunda, ben bu günahlara yordum. Öyle basit değil işte dedim. Bunun da bir bedeli olmalı.

       Aysel'e ne oldu?

       Yıllar sonra öldüğünü duymuştum ablamdan. Aklıma hemen Sadi geldi.
Ölünceye kadar "Sadi" demiş olabilir miydi?

18 Haziran 2019 Salı

HİÇ IŞIK YOK FARKINDAYIM

             ilk taşındığımızda büyük bir tedirginlik vardı bu şehre karşı içimde. Kimseyi tanımıyordum hiç arkadaşım yoktu. Küçük bi kasabadan geldiğimiz için kalabalık şehir,  o çok katlı apartmanlar, bilmediğim yollar beni nasıl korkutuyordu. Merdivenlerde karşılaştığım genç adam bizi öyle içten karşılamıştı ki bir anda içime dolan o tatlı huzur bana korkularımı unutturdu. Biz yerleşene kadar da her konuda yardımcı oldu. Annem de ilk fırsatta onu yemeğe çağırdı. Fotoğrafçıydı,  muhteşem bi gözlemciydi. Yorumları inanılmazdı. Her konuda bilgisi var gibi gelirdi bana. Kararsızlığa düşsem hep ona sormak isterdim. Onunla büyüdüm diyebilirim. Ailemden biri  gibi olmuştu sanki. Evine her gittiğimde çektiği fotoğraflara dikkatlice bakardım. Yeni bi şeyler var mı diye heyecanlanırdım. Hepsinin ayrı hikayesi vardı ve bıkmadan usanmadan bana anlatırdı.
Babamın memurluğu yüzünden harika geçen beş yıl da sona ermişti ve biz oradan taşınıp başka bir şehre gitmiştik. Ondan ayrılmak asla istemiyordum. Eşyalarımızı toplarken tıpkı ilk geldiğimiz gün bize yardımcı olduğu gibi yardım ediyordu. Gitmeden önce bir bahane bulup tekrar eve dönmeli ona bir kez daha sarılmalıyım. Tabii ki öyle bir şey olmadı ben gizli gizli ağladım. O sene üniversite sınavını kazanıp şehre tekrar dönmeliydim.  İnstagrama sık sık fotoğraf yüklüyor altına da ufak hikayeler yazıyordu. Sınavlara hazırlanırken çektiği fotoğraflara bakıp hayaller kuruyordum. Günler geçmek bilmiyordu. Onu her yerde arıyordum, herkeste. Kimse o değildi. Nihayet sınav günü gelmişti. Umutla girdiğim sınavda istediğim gibi bi sonuç elde edemedim fakat sırf onunla olmak için şehirdeki iki yıllık bir bölüme razı oldum. Aynı şehre bu kez bilerek ve isteyerek onunla olabilmek için gidiyordum.

           O, öyle akıllı ve sevimli ki tanıyanların ona kayıtsız kalması mümkün değil. Bunların gerisindeki içtenlik, o yapaylıktan uzak davranışları, olgunluğu inanılmaz. Beni her seferinde şasırtıyor. Basmakalıp bi düşüncesi yok. Zarar verebilecek güce sahip olduğunda bile bunu asla yapmayacak biri. Bana göre bir bataklıktaki inci tanesi.
             Konuştuğu zaman dikkatleri üzerinde toplamayı biliyor. Yeniliklere her zaman açık. Taraf tutmuyor objektif yaklaşıyor her konuya. Söylediklerinde hiçbir zaman kibir sezinlemedim. Öyle doğal ki. Başkalarının dediklerini de umursamıyor. Bazen komik ve saçma şeyler söylüyor düşündükçe gülüyorum. Yıllar geçtikçe daha olgunlaştığını görmek, yüzünün değişimini izlemek hoşuma gidiyor.

             O, tanıdıktan sonra hayatımı değiştiren adam. Eski mutsuz ve depresif halim yok şimdi. Belki onunla olmamak beni üzüyor. Karşısına geçip duygularımı söylemek istiyorum. İçimden geçen her şeyi, bunca yıl sessizce gelişen aşkımı anlatmak istiyorum.
Şimdi artık cesaretim var korkmuyorum.

              Bu satırları yazdıktan sonra telefonuna mesaj attım. İlk mesajımda inanılmaz heyecanlıydım. Sonrakilerde aklıma gelenleri, duygularımın ise bir kısmını temkinli bi şekilde ifade etmeye çalıştım. Uzun bi süre mesajlarımın hiçbirine cevap yazmadı. Okudu mu onu bile anlayamadım. O gün, artık ümitlerimin kırıldığı bir anda onu rahatsız ettiğimi düşündüm. "Bu yaptığımın ne kadar manasız olduğunu biliyorum" dedim. Geceleri  uyumadığını adım gibi bilsem de "Uyudun mu ki" diye mesaj attım. Aslında "Sanki moralin bozukmuş gibi hissediyorum, doğru mu? Sen kimseye aldırma. Seni ne yaparsan yap ne söylersen söyle seviyorum" demek istiyordum. Uyudun mu ki böyle bir şeydi işte. O da benim bu soğuk ve anlamasız mesajıma İstese cevap yazabilirdi. Sana ne evet uyumadım bile diyebilirdi. Hiçbir şey söylemeden Beni engellemeyi tercih etti. Anladım ki beni hiç sevmemiş. Fakat ben yine de vazgeçemedim ve evine kadar gittim.  İlerideki parkta, evini görebileceğim bir banka oturdum. Parktaki evlerinde oynaşan kedileri, salıncakta sallanan çocukları seyrettim. Onu beklerken hava kararmıştı. Parkta kimseler kalmamıştı.

             Nihayet, arabası uzaktan göründüğünde heyecandan kalbim duracaktı. Arabadan, bi arkadaşıyla birlikte indi. Sonra eve geçtiler. Tadım kaçmıştı. Nerden çıkmıştı bu arkadaş, neden yalnız değildi sanki.

             Gizlice arka bahçeden dolanıp, son bi kez daha onu uzaktan da olsa göreyim istedim. Arka pencere salona bakıyordu. Yaklaştım ve pencerenin kenarından içeri baktım. O ve arkadaşı öpüşüyorlardı. Şaşkınlıktan ve gördüğüm manzara karşısında yaşadığım şoktan,  başım dönmeye midem bulanmaya başladı. Homofobik değildim ama bu asla beklediğim bir şey değildi, olamazdı. Oradan koşarak uzaklaştım. Koştum koştum, sanki arkamdan beni kovalıyormuş gibi koştum. Gördüklerimi tekrar tekrar düşünüyor ve ağlıyordum. Onunla olmam artık imkansızdı. Beni hiçbir zaman istemeyecekti.

             Yıllardır sevdiğim adamın gay olduğunu öğrendiğimde, kafamda onunla ilgili kurduğum tüm hayaller bi toz bulultu olup üzerime yağıyordu.

              Geçmişi düşündüğümde tek bildiğim, bir hikayeden ibaret olma sevgilisi dışında, hiç sevgilisi olmadığı. Belki o da bir kadın değildi. Onunla ilgili komik şeyler anlatıyordu. Kadının, -belki de erkek olan sevgilisinin- trafik kazasında ölmesi dışında elimde hiçbir bilgi yok.

             Yıllardır ona karşı beslediğim duygular, aşkımın yazılara şiirlere olan yansıması, onsuz yaşayamayacağıma olan kendimi inandırmışlığım, acılarım bana şu an bi hayal gibi. Oysa tüm yazdıklarım, onun için hazırladığım tüm mektuplar ortada. Birini bile okuma zahmetinde bulunmadı. Mesajlarıma evet hayır gibi bi cevap bile alamadım. Beni engelledi.

              Fakat ben bu delicesine sevdayla nasıl da yapayalnız kaldım. Ona olan duygularım öyle yoğun ki, bir erkekten isteyebileceğim ne varsa hepsini göz ardı edebilirim. Bir arkadaş, kardeş gibi yine de sarılabilirim. Yeter ki onunla olayım. O tatlı, güler yüzünü görmeden nasıl geçer ömür.

              Bir yandan beni reddetmesine dair bu sebebe yaslanmak,  az da olsa beni rahatlatıyor. Sonuçta hangi kadın istenmemeyi kaldırabilir. Buna üzülmek ve inkâr etmekle, mantıklı bir şekilde kabullenmek arasında gidip geliyorum. Kabullenemiyorum...

               Sabahları uyanma sebebim; Şimdi artık kimsem yok. Başkalarına yalnızdım şimdi sana da yalnızım.
   

13 Mayıs 2019 Pazartesi

ÖFKELİ ADAM



             Yaşamadan anlamazsın diyordu bana. O zaman bir çocuk gibi masum ve iyi niyetli görünüyordu. Hani savunmasız olduğu zaman insan nasıl da kalkanlarını yere indirir, içindeki derin acı ortaya çıkar ya, onun da söylemek istediği şeyler vardı içinde biriktirdiği. “Ben çok yokluk içinde büyüdüm biliyor musun? Bizim köyde bir tane takım elbise vardı. Onu da sırayla tüm köylü resmi daireye giderken girerdi" dedi.

            “Okula giderken delik ayakkabılarımın altından su girer ıslatır, bütün gün ayaklarım sızlardı. Önlüğümde yamalar eksik olmazdı. Karnım acıkırdı su içerdim. Eve gidince bir kuru ekmek beklerdi beni, bir de annemin sevimli yüzü. "Sen okuyacaksın" derdi annem. "Bu yokluk içinde sen de yok olup gitmeyeceksin"

             Ben okulda öğretmenlerimden dayak yerdim, evde babamdan. Sonra askeri okulu kazandım gittim. Okulda büyüklerimden dayak yedim. Hakaretin ardı arkası kesilmezdi. Üç öğün yemek, kalk zili, yat zili, emredersin, sağol… Hayatım bunlardan ibaretti. Bir de memleketin her yerinden gelmiş diğerleri gibi amacım sadece meslek sahibi olmak ve yatacak yer, yiyecek yemek bulmaktı.

            Okul bittikten sonra görev yaptığım yerlerde öyle şeyler gördüm ki, normal bir insanın katlanması mümkün değildi. Ben de normal olmaktan çıktım artık her acıya duyarsız oldum. Meslekse, meslekti yapıyordum. Annemin dediği gibi yokluktan çıkmıştım. Ama gittiğimiz yerlerde her gece kâbuslar görüyorduk. Şimdi ölme sırası bende diyorduk her birimiz. Orada yanı başımda arkadaşım can dostum kanlar içinde yatıyordu. Ona yardım edemedim biliyor musun? Öyle bir şok yaşıyorsun ki gözlerinden yaş bile akmıyor.





         Yıllar geçti ve ben emekli oldum. Bıraktım geride askeri hayatı ve ticarete atıldım. Öyle zengin oldum ki geçmişte ne varsa yaşadığım yokluktan, eser kalmadı. Ama geçen yıllarda içimdeki şefkat ve merhameti de öyle bastırdım ki aslında öyle olmadığım halde bu acımasızlık elbisesini giydim.”

            Bazen yükselen sesi kavga eder hali, aslında her şeyi anlatıyordu. İçinde büyük bir öfke birikmişti ve en küçük bir kıvılcımda patlama sesi ardından geliyordu. Bu belki de yaşadıklarına, kendisine acı çektiren tüm insanlara, yapılan haksızlıklara duyduğu bir şeydi.

        Bu halde nasıl yaşanır bilmiyorum. İçindeki yangını söndürecek bir suya ihtiyacı var. Ama nasıl bulur? Belki de son nefesine kadar ne halde olduğunun farkına varmadan, çevresindekilere ne yaşattığını anlamadan, vaktini tamamlayıp bu dünyadan göçüp gider.

      Duam, ona hayat suyunu bulduracak bir uyanışla tekrar doğması.

28 Kasım 2018 Çarşamba

TINDER HAKKINDA






            Tinder ve benzeri uygulamalar sosyallleşme amaçlı mı kullanılıyor?


            Gerçek bir sosyallik getiriyor mu?

            Öncelikle kendinle ilgili bi şeyler yazıyorsun. Fotoğraf atıyorsun. Karşına çıkan fotoğrafları sağa kaydırarak beğenmiş, sola kaydırarak beğenmemiş oluyorsun. Beğendiklerin de seni beğenmişlerse eşleşme gerçekleşiyor ve konuşmaya başlıyorsun. Konuşmaya başlamadıysan Tinder sana akıl veriyor. "Komik bi şeyler söyle", "Merhaba de", "Yalnızlığına son ver", hatta "Utangaç mısın?"  Gibi şeyler. Sonra konuşuyorsun ve klasik konuşmalar. Birden fazla seçenekle aynı anda konuşabiliyorsun. Sen seçeneklerden sadece birisin unutma!
         
            Bu tür uygulamalarda kişisel bilgilerin, beğenilerin öncelikli olduğunu düşünürdüm. Fakat yazdıkların önemli değil. Fotoğrafa göre karar veriliyor. Bu da sahte fotoğrafları ve uydurma kişilikleri beraberinde getirebiliyor. Bir isim bul, bir resim. Bir hikaye oluştur. Kendini orada mükemmel göster.  Oysa belki yanından geçmiyorsundur.

            Tinder'da insanlar yolda görseler ilgilenmeyecekleri insanlara sırf konuşsunlar diye şiir yazabilirler. Ya da abartılı iltifatlara boğabilirler.

            Boşver! Bi süreliğine o mükemmel çekici kadın ya da erkek olarak sahte kişiliğinin üzerinde yüksel. Yalnızlığına çare olarak gördüğün araç, bir süre sonra seni esir etsin. Orada ne olursa olsun konuşmaya can atabilecek bir sürü insan bulabilirsin. Hatta eğlence olsun diye erkek olduğun halde kadın, kadın olduğun halde erkek gibi gösterebilirsin kendini. Nasılsa seni gerçekten tanıması imkansız. Evliysen eşini masum(!) bi şekilde aldatabilirsin. İstersen ileri de gidebilirsin. Unutma ki eşine ihanet eden adam herkese ihanet eder.
           Tüm bunlar vakit kaybından başka bir şey değil. Hem sana onlarca iltifat etseler ne olacak?  Sahte bir diyalog, sahte abartılı hayranlık içeren boş sözler, seni ne kadar bir süre mutlu edecek.
       
            Benim düşünceme göre samimi ve gerçek insanlar tüm hatalarına rağmen sahtelere göre daha değerli.

            Gerçek insanlara yönelin derim.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

KENDİ YOLUNU ÇİZEN BİRİ


             Özgürlük...
             Biraz daha farklı bir deneyimi yaşamak ya da daha önce hiç bulunmadığı ortamlarda olmak mıydı amacı?  Belki de içlerinden birine aşık olup kaçıp gitmişti. Onlardan değildi, onların içinde değildi fakat onlardan ayrı bir yerde de değildi. Hiç kabul edilmedi belki hiç sevilmedi, kimi nefret etti kimi küçümsedi fakat o bir türlü vazgeçmedi. Geri dönemedi. Geri dönemezdi, çünkü artık eskiden olduğu kişi değildi. Mutasyona uğramadan değişim geçirmişti. Dışarıdan bakıldığında aynıydı fakat iç dünyası oldukça farklılaşmıştı.

             Soğuk kış günlerinin ve etraftaki tüm korkunç manzaranın varlığına aldırmadan, yıllar geçip gidiyordu. Kurt sürüleri zaman zaman onlara yaklaşıyordu. Başına hicbir şey gelmeyecekmiş gibi yürüyordu yollarda. Korkuyordu... Hem de çok korkuyordu. Dondurucu soğuğa karanlık gecelere vahşi kurtlara inat geri dönmüyordu.

             Dört yıl önce o gün standart hayatını, standart bir yerde tüketirken, bir gün eğlenmek için uzaklara gitmeye karar verdi. Biraz dolaşıp gelecekti. Bir süre yol aldıktan sonra, yolun kenarında daha önce hiç görmediği türden biriyle karşılaştı. Biraz sohbet ettikten sonra eve doğru yol aldı. O akşam uzun uzun düşündü, tekrar gitmenin hayallerini kurdu.

             Sabah hava aydınlanmadan sessizce kapıdan çıktı. Çevredeki evlerin ışıkları henüz daha aydınlatmıyordu karanlığı. Acaba hala orada mıydı? Belki de hiç gelmeyecekti. Önemli işleri olabilirdi. Sözleşmemişti üstelik. Aynı yerde onunla tekrar karşılaştı. Bu kez yanında daha uzun kalmak istedi. Sonraki günler de aynı şekilde geçiyor fakat artık ondan ayrılmak istemiyordu.

             - Seninle kalabilir miyim? Seni hiç rahatsız etmeyeceğim söz.

              Sorusuna cevap alamamıştı lakin eve dönmesi gerektiğini unutmuş, neşeyle bilmediği bir yere onun peşinden gidiyordu bu kez.

             Yolda tatlı tatlı sohbet ediyorlardı. Uzaklarda bir toz bulutu belirdi. Güçlü ayak sesleri ve bağırışlar onu biraz korkutmuştu. Çok kalabalıklardı. Arkadaşının yanından hiç ayrılmıyor, kendini onun yanında güvende hissediyordu. Bugün, yarın öbür gün derken aylar geçti, yıllara döndü bizimki eve dönmedi.

             Bir gün kaçarcasına yanından ayrıldı. Ondan ayrı kaldığı zamanlarda hayat enerjisi alınmış gibi hissediyordu kendini. Bir daha ayrılmamak üzere yanına koştu.

              Bir daha hiç ayrılmadılar.

           
             SON SÖZ NİYETİNE:

             Belki de bundan sonra çiftliklerde karın tokluğuna çalıştırılacak hayvan kalmaz. Hikayemiz, sistemin dışına çıkabilmiş, başkalarına benzeyip mutsuz olmak yerine, olmak istediği gibi davranıp  kendi yolunu çizen bir inek hakkında. Haberi okumak isteyen linkin üzerine tıklayabilir.

Bizon sürüsüne katılan inek
Bizon sürüsüne katılan inek


17 Mayıs 2018 Perşembe

FİLİSTİN'DE ÖLEN İNSANLIK


             Tüm sorun, insan olmanın her türlü nitelikten daha önemli olduğunu henüz keşfedememiş sapkın anlayıştan kaynaklanıyor.

              Bazı videolar izlemiştim. Çocuklar tankların içine oturtuluyor ya da ellerine silah verilip "Söyle bununla kaç Filistinliyi öldüreceksin?" deniliyordu.

              Çocuk da büyük bir ciddiyetle -daha önce ezberletildiği belli olan- vahşet içeren cümlelerini büyük bir iş yapıyormuşçasına, neredeyse nefes almadan boşluğa bırakıyordu. O cümleler. mermi olup yağıyordu masumların üstüne. Kadın, çocuk, erkek, yaşlı ya da genç ayırt etmeksizin bomba olup patlıyordu.

              İnsanlık ölüyordu.

              Oysa iki güzel kardeşin çocukları değil miydiler? Bu nefret nereden geliyordu?

              Kibir yok ediyordu merhameti, hırs yakıyordu vicdanları.

              Biz konuşuyorduk.

              Yüzyıllardır yaptığımız en iyi şey bu sanıyorduk.

           

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Eski sunucuyu böcekler canlı canlı yedi

           

             Hiçbir insan, huzurevinde uyuz böceklerinin saldırısı sonucu ölmeyi hak etmiyor. İnsan dediğin, yatağında sevdiklerinin yanında gitmeli bu dünyadan. Evlatları, eşi, sevdiği kim varsa onların bir süre sonra hasretle anacaklarını  bilerek fakat onlar ve dünya için elinden gelen ne varsa yaptığına inanarak son nefesini vermeli.

             Bu acının tarifi zor. Vücutta deriyi kazımak istercesine duyulan kaşıntı hissi. Öyle bildiğiniz kaşıntılardan değil, yolup çıkarmak istediğiniz ancak derinin içinde kendine yol açarak ilerleyen böceklere, ne ulaşabilir ne de onların işgalini durdurabilirsiniz. Gözle göremediğiniz ancak orada olduklarını malesef bildiğiniz, kimseye ispatlayamadığınız uyuz böcekleri, sizi delirtirler. Kaşıntı, her an varlıklarını unutmak istediğiniz paraziti andıran varlıkların, orada olduklarının en güzel ispatıdır oysa ki.

             Hiç kimse huzurevinde uyuz böceklerinin saldırısı sonucu ölmeyi hak etmiyor. Düşünün; bir zamanlar dünyanın en güzel insanlarından biriydi Rebecca Zeni. O da gençti. Etrafında onu sevdiğini söyleyen onlarca insan vardı. Yıllar geçti, güzelliğinden ve gençliğinden eser kalmadı. Artık onu hatırlayan kimse de yoktu etrafında. Kadın 2010'dan beri bir huzurevinde kalıyordu lakin orada, adı ile bağdaşmayan bir son bekliyordu onu. Belli ki, bakımsızlık ve tedavi edilmemek gibi oldukça rahatsız edici bir sebeple ölmüştü. Bütün bunların bilinmesine rağmen huzurevi ile ilgili hiçbir işlem yapılmadı.

             21. yüzyılda, Mars hayalleri kurduğumuz, yapay zekânın dünyayı ele geçireceğinden korktuğumuz, kendimizi bi şey zannettiğimiz, öyle ki zihinlere hükmedip yönlendirdiğimizi düşündüğümüz bir zamanda nasıl oluyor da bir insanı o yatakta böceklere teslim ediyoruz.




             Gazeteler manşet attı:

            "Eski sunucuyu böcekler canlı canlı yedi". 

            "Yaşlı kadını böcekler yedi! Böyle ölüm görülmedi."

            Bizler sadece okuduk. Dünyanın bir numaralı devleti olduğunu iddia eden Amerika ve orada yaşayanlar bunu, ünlü bir şarkıcının bilmem neredeki konseri kadar önemsemedi.

             Ey insanlık! Yine sınıfta kaldın otur yerine, benden sana sıfır.

   

25 Mart 2018 Pazar

BLOGGERLAR NASIL İNSANLAR

                                              
              Blog açmak isteyenlere tavsiyem, hiç tereddüt etmesinler ve vakit kaybetmesinler. Açıkçası bu konuda en korkak olabilecek insanlardan biri olmama rağmen bunu başardığıma bazen inanamamakla birlikte iyi ki açmışım diyorum.

               Neden korkuyordum?

               Öncelikle duygularımın ve fikirlerimin insanlar tarafından bilinmesi beni biraz ürkütmüştür. Özellikle de internette bunları paylaşmak benim için oldukça korkutucu. İnternet ile ilgili çok yoğun kaygılarım var. Bunların tamamını paylaşacak olsam, sanırım biraz deli olduğumu düşünebilirsiniz. Neyse bunları da biraz aşmış durumdayım. Bu konudaki korkularımın biraz olsun azaldığını söyleyebilirim.

                Çok olumsuz eleştiriler alabileceğimi, kırıcı sözlerle karşılaşacağımı ya da insanların yazdıklarımı hiçbir şekilde umursamayacaklarını düşünüyordum. Aslına bakarsanız umursanmamak dalga geçilmekten, kırılmaktan daha kolay kaldırılabilecek bir şey. 
               
               Uzun süredir çok zor günler geçiriyorum. Bunları sizinle paylaşıp vaktinizi almak ya da rahatsız etmek istemem. Bu hobi olarak başladığım yazma işi bana oldukça iyi geldi. Bu zorlu sürecin biraz olsun hafiflemesine yardımcı oldu diyebilirim.

                Asıl söylemek istediğim konu ise; bloggerların arkadaş canlısı, her yeni gelene kapılarını açan, oldukça nazik ve anlayışlı olmaları. Burası diğer sosyal medyaya asla benzemiyor. Burada belki de çok az sayıda kaba, kırıcı, başkalarını aşağılayan, küfürbaz insan var. Açıkçası ben bu tür olumsuz kişiliklerle de pek karşılaşmadım. Bazı anlatımlardan yola çıkarak bu tip insanların olabileceğini söylüyorum. Dönem dönem yanlış anlaşılmalardan kaynaklı sorunlar yaşanmış olabilir fakat bunlar da eleştirel bir dille ele alınıyor, büyük kavgalara mümkün olduğunca dönüşmüyor. Bir süre sonra da olumlu bir sonuca ulaşılıyor. 

                Geçen hafta tam da benim bloggerlar hakkında bunları düşündüğüm günün akşamı, bir mail aldım. Sevgili Derya'dan geliyordu ve bana yukarıdaki logoyu hediye etmek istediğini söylüyordu. Bir kez daha düşüncelerimde yanılmadığımı anladım. Kendisine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. 

                Şu an yaptığım iş dolayısıyla çok fazla yoruluyorum. Blogları gezip yorum yapmak benim için çok zor oluyor. Bir süredir de düzenli paylaşım yapamıyorum. Böyle olmasına rağmen yine de beni yalnız bırakmayan, paylaşımlarıma yorum bırakan, Googla Plus'ta yeniden paylaşan, bunların hiçbirisini yapmasa bile hiç değilse okuyan, tüm blogger dostlarıma teşekkür ediyorum.

              İyi ki varsınız.


                   

22 Mart 2018 Perşembe

SONSUZLUĞA AÇILAN YOL

 
       
             

           Şimdi, bu dağınık düşüncelerimin arasındaki sakin telaşsız huzurlu yolu takip ediyorum. Yolun sonunda kendimi sınırsız bir güven içinde sana teslim edecek olmanın umudunu içimde barındırıyorum.

          Sisler içinde belli belirsiz, sana uzanan ellerimi tutacağına inanmak, dünyayı yaşanabilir kılıyor. Işığının tüm varlığımı aydınlatması mükafatların en büyüğü olacak. Sınırlı bir zaman dilimine sığdırılamayacak güzellikteki aşkın da her sevgili için feda edecek neyi varsa gözden çıkarmakta asla tereddüt etmeyeceği güzellikte. Bu devasa isteğime ve benim bunun karşısındaki zavallılığıma bakıyorum. Yüzümde acı bir gülümseme beliriyor ve ben çaresizlik içinde diz çöküp af diliyorum.

          Sürgünde seninle geçirdiğim anların kıymetini bilmiyor oluşum yüzünden, seninle olmama izin vermeyebileceğin korkusunun, olması gerekeni karşılamadığı muhakkak. Ancak beni, bu kusurlu hallerimi, senden daha iyi bilecek olmadığı da.

          Hatalarımı bilerek, hem de bin kere görmüş olmana rağmen benim için bir umut var mı bilmek istiyorum. Zayıflığı, bizi yaratmamış olsaydın bilecek miydik acaba? Kaç defa yüz çevirdik ve kaç defa yine de terk etmedin. Oysa buna hiçbir şekilde ihtiyacın da yoktu.

          Bizdeki bu değer onun için mi? Her şey ve her zerre onun için miydi? İsimlerinin tecellisi için. Yürürken konuşurken susarken, severken, nefret edip kızdığında, aynaların en derini ve en gerçeği göstereni, sana ait tüm güzellikleri yansıtıyorken, bize ulaşılması imkansız bir örneği sunarken, bizim yani geri kalanların onun yanında kendimizi bir çöp gibi hissedeceğimizi biliyordun.

          Senin var etmeyi dilediğin bir çöp olmak bile güzel, lakin biraz daha değerli, -onun kadar olamasa da- "İyi ki var etmişsin" demeyi istiyorum.

4 Şubat 2018 Pazar

GÜZELLİK Mİ ZENGİNLİK Mİ

             Çocukluğundan beri tüm sevimli ve güzel halleriyle herkes tarafından sevilen biriydi. Girdiği ortamlarda hemen dikkat çekiyordu. Arkadaş edinmek onun için her zaman çok kolaydı. Genç bir kız olduğunda da okulun en popüler kızlarından biri olarak parmakla gösteriliyordu. Kabul görmek, sevilmek onun için hiç zor olmamıştı. Okulun en yakışıklı genciyle çıkıyordu. Geçtiği yollarda bir gören bir daha bakıyordu ona. Öyle güzeldi işte.

             "Ne çektiysem güzelliğimden çektim" dedi kadın. "Onu elde etmek uğruna kimse ruhumla ilgilenmedi. Aklım ve duygularım hep arka planda kaldı. Fazla güzel olduğum için, kız arkadaşlarımla da aram hiçbir zaman iyi değildi. Çünkü bazen rakip, bazen potansiyel tehlike olarak gördüler beni. Sevgililerim beni yanlarında gezdirirken, kendileriyle gurur duydular ve adeta diğer erkeklere nispet yaptılar. Bense hep sevildiğimi sandım. Birkaç sevgi sözcüğüne tav oldum. Buna adeta muhtaçtım. Seçimlerimde dış görünüşe asla değer vermedim. Benim sevgi açlığımı doyuracak bir adam yeterliydi.

             Aslında her şey, babamın annemi ve beni terk edip gitmesiyle başladı. Soğuk bir kış günü peşinden koştuğumu hatırlıyorum. Babam arkasına dönüp bakmadı bile. O günden sonra hep daha fazla sevilmek istedim. Bunun için çok çaba göstermeme gerek de yoktu üstelik. Şansım yaver gidince hem çok beğenildim sevildim, hem de çok param oldu.

              Şimdi bu kadar güzel olmasaydım ya da zengin fakat yüzünü hayal meyal hatırladığım babam yanımda olsaydı diyorum.

              Sonra onunla karşılaştığım günü hatırlıyorum. Kalabalık insan kitlesine konuşurken kullandığı eşsiz kelimeleri ve benim ilk defa karşılaştığım daha önce kimsede görmediğim olağanüstü bakış açısı. Tam da defalarca kandırılmış olmanın beni aptallaştırdığı bir anda, karşılaştığım samimi dokunuşları. Ona nasıl hayır diyebilirdim ki. Bir çeşit hipnoz olmuş gibiyim ve bana ne derse yapabilirdim. Daha yalın anlatımla aşk olmuştum. Mutluluktan uçuyordum.

              Fakat o benim ona olan sevgimi, daha fazla tanınmak ve çevresini genişletmek için kullandı. Sayemde daha fazla okundu, geniş kitlelere ulaşma imkanı buldu. Şimdi, o günlerde çektirdiğimiz fotoğraflara bakıyorum da hemen hepsinde yapay duruyor. Adeta kendince bir senaryo hazırlamış ve oynamış gibi. Öpüşürken etrafı kolladığı fotoğraflar ya da birilerinin baktığına emin olduktan sonraki öpüşleri var.

               Bense sadece ona odaklıydım ve başka kimseyi görmüyordum. Herkes bizi izlerken bile gözlerim onun üzerindeydi. Hala da öyle, seviyorum be!" diye son sözlerini söyledi. Kalemi kağıdı çantama koyarken "Güzel olmak da ne zormuş" diyordum.

             Güzellik de zenginlik gibidir. Seninle olan kişinin sevgisinden asla emin olamazsın. Seni mi seviyor yoksa o güzel vücudunu mu bilemezsin. Hele tanınan biriysen, birinin bundan faydalanma ihtimali de her zaman vardır.  Mesele adam gibi bir adamı yani vicdanlı, merhametli, namuslu birini bulmak. Öylesi her ne olursa olsun kıymet bilir.

              Adam öyle zengindir ki çevresindeki kadınlar, bunun parasını yemek için sıraya girmişlerdir. adam da fırsatı hiç kaçırmaz. Etrafındaki sahte ilginin günlük eğlencenin peşinden koşar. Para bitince kadınlar dağılır ya da para hiç bitmez, biri gider diğeri gelir. Kadınların hiçbirinin, kendisini gerçekten sevdiğinden emin olamaz. Zaten sevmezler de... Onlar parayı sever.

             Yıllar sonra bir ayağı çukura girdiğinde, kalacak mirasın planları yapılır, bir an önce ölsün diye bakılır. Yani zengin ve şımarık bir adam asla gerçekten iyi bir kadına sahip olamaz.

            Zamanında istemez, ileride de sahip olamayacağı tek zenginlik, o kadındır.

21 Ocak 2018 Pazar

SURETLER VE ASILLAR 3.BÖLÜM

 Okumak isteyenler için 1. Bölüm
                                    2. Bölüm         

             Gözlerini kapadı. "Senden başka hiçbir adamın sesini artık duymak istemiyorum. Keşke yanımda olsan ve bana şarkılar söylesen." diye kendi kendine konuştu. Sonra tekrar sessizliğe büründü ve hikayeye devam etti.

             Dükkanın kapanmasına çok az zaman kala gelen müşterilerin doluştuğu sırada, kapıda bir adam belirdi. Yine her zaman olduğu gibi mağazamız kapanmak üzeredir anonsunun ardından, diğer müşteriler kapıdan çıkıp giderken adam emin adımlarla ilerledi. "Tablolara bakacaktım" deyince tabii akan sular durur mağaza gerekirse açılır neyse. Kasaya yakın, duvarları süsleyen goblen yani dokuma tablolara uzun uzun bakıp "Şunu alıyorum" dedi. Cironun ortalamanın altında olduğu bir günde bu mutluluk verici cevap, tüm yorgunluğa değerdi.. O anda öyle sevinmişti ki, tabloyu nasıl paketleyip adama tutuşturduğunu hatırlamıyordu. Adam tabloyu aldı döndü ve "Yarın yine geleceğim" dedi. Kadın, "Çok memnun oluruz efendim, yine bekleriz" diyerek adamı kapıya kadar yolcu etti.

             Ertesi gün yine kapanmaya az kala geldi.  Sonraki ve diğer günlerde de geliyor, artık onun geliş saati bekleniyordu. Akşam saatler 19.10'u gösterdiği sırada kapıya çıktı ve gelişini heyecan içinde beklerken, yine her zamanki gibi 19.15'te kapının önünde olan adam, bu kez biblolara doğru yöneldi. Onları dikkatle inceledikten sonra, kadına "Neden bu eşyalara, bu kadar sevgiyle bakıyorsunuz? diye sordu. "İçimdeki nedensiz sevginin kaynağını bilemiyorum fakat bana canlıymış gibi geliyorlar. Belki de canlıdırlar, sadece biz duyamıyoruz olamaz mı?"  Adam kadına yaklaştı ve kulağına kadar eğilip "İşte seni bu yüzden çok seviyorum" dedi. Kadın şaşkınlık ve utançla bir adım geri kaçtı. Ne diyeceğini bilemedi. Bir mektup uzattı ve sözlerine devam etti adam, hiç tereddüt etmeden. "Gittikten sonra oku. yine geleceğim." Mektubu heyecanla aldı kadın. O gittikten sonra da aceleyle açtı.

               "Ruhumun Aynası" diye başlanmıştı mektuba.

               "Seninle karşılaştığım günden beri o tatlı tebessümün, içtenlikle kurduğun çümlelerin bir gün olsun aklımdan çıkmadı. Buraya, bu dükkâna her gelişimde seni bir tablo gibi izlemek bana nasıl bir mutluluk veriyor bilemezsin. Bazılarını kaybettim sandığım, bazılarını daha önce hiç farketmediğim duygularımı sende görmek beni yaşadığıma inandırdı.

               Dükkândaki tüm eşyalara olan sevgin ve onlara her şefkatle dokunuşun, hayatla ilgili ümitlerimi yeniden yeşertti. Beni sonsuzluğa inandırdın. Seni her gün görmek ve dinlemek istiyorum. Yalnızlığıma arkadaş ol istiyorum. İçimde benim için yaratıldığına dair tuhaf bir his var. Öyle ki sen olmasaydın ben, şuan olduğum kişi olamazdım."

 Not: Salı akşamı, bizzat kendi ellerimle hazırlayacağım yemeğe davetlisin. Beni kırmaz da gelirsen çok mutlu olacağım. Cevabın ne olursa olsun sonsuza kadar kalbimin sahibisin.

               Evin kapısına geldiğiğinde dizlerinin bağı çözülür gibi oldu. Heyecandan oraya yığılıp kalacaktı. Kapının yanındaki merdivene oturdu. Biraz kendine geldikten sonra derin bir nefes alıp kapıyı çaldı.

               Adam kapıyı açtığında, ona çok yakıştığını düşündüğü önlüklü hali, kadını gülümsetmişti. İçeriden nefis yemek kokuları geliyordu. Masa özenle hazırlanmıştı. Kadın elindeki paketi adama uzattı. "Ufak bir hediye" diye ekledi. O akşam öyle güzel geçmişti ki yıllardır karşılaşmamış olduklarına üzüldüler.

              Gramofonda taş plaktan Müzeyyen Senar'dan Fikrimin İnce Gülü şarkısını dinlediler. Sabaha kadar konuştular. Kadının hediye olarak getirdiği, Şarkı söyleyen adam biblosunu, Yazı yazan kadın biblosunun yanına koydular. Yazı yazan kadın biblosuna ait kağıdın üzerinde "Yanında olacak" yazıyordu. Artık her yazılan anlaşılmış, kehanet gerçek olmuştu.

             Ne biblolar ne de kadın ve adam bir daha hiç ayrılmadılar.

              Derler ki bazı insanlar birbirleri için yaratılmışlardır ve mutlaka dünyada karşılaşırlar. Tamamlanmak için birbirlerini bulurlar.

14 Ocak 2018 Pazar

SURETLER ASILLAR - 2. BÖLÜM

Okumak isteyenler için 1. Bölüm


           Gittiği evde kütüphanenin üstündeki rafa konulan yazı yazan kadın biblosu çok mutlu olmuş, bir o kadar da şarkı söyleyen adam biblosundan ayrıldığı için üzülmüştü. Yazılarına her zaman yaptığı gibi devam ederken, başka bir şey yapamayacağını da fark ediyordu. İşte o gün ayrılırken çok ağlamıştı ya onun için daha acıklı hikayeler yazmaya başlamıştı. Hikayeleri yine kimse tarafından okunamıyordu. Sabahları silinme gibi bir huyu vardı hikayelerin. Evdeki çok okuyan adam yeni bir kitapla ilgili çalışmalar yaptığı için, odasından çıkmadan sürekli yeni bölümler ekliyordu romanına. Adam iktisat profesörüydü, ne gerek vardı şimdi roman yazmaya. İktisat üzerine bir kitap yazsa öğrencilerine onu zorla aldırsa, elbet köşeyi dönebilirdi. Öyle yapmıyordu da belki bazılarının dalga geçebileceklerini bile bile roman yazıyordu. Yazı yazan kadın biblosu, onu izlemekten çok hoşlanıyordu.

         -İyi ki de beni alıp buralara getirdiler fakat çok yalnızım.
         -Ah şarkı söyleyen adam neredesin?
         -Şimdi kimin için söylüyorsun şarkılarını?
         -Beni unuttun mu artık?

          Bir daha onu görmesi imkansızdı. Nasıl görebilir, o güzel sesini nasıl duyabilirdi ki. Her gece ağlıyordu. Acaba diyordu aynı maddeden mi yapılmışız? Bir bütünün parçalarıyken bize ayrı bir form mu vermişler? Bu, acayip, ancak oldukça mantıklı çıkarımından sonra tekrar yazmaya başladı

           Biblocu Bilgin adında bir adam, kalp şeklinde bir metal bulur. Bu metalin ne olduğunu ve nereden geldiğini çözemez. Sanki gökyüzünden düşmüş gibidir. Bu kalp şeklindeki maddeyi, uzun süre atölyesinin bir köşesinde saklar. Gelen giden kimselere de asla göstermez. Bir gece rüyasında kalbin ikiye ayrıldığını, iki farklı bibloya dönüştüğünü görür. Bu rüya tam yedi gece tekrarlanır. Yedinci gecenin sabahına uyandığında, kalkıp rüyasında gördüğü bibloları yapmaya başlar. Bu esnada da kimseye göstermez onları. Bu madde sanki büyülüdür. Bir kadın ve bir erkek biblosu çıkar ortaya. Biri şarkıcı biri yazar biblosu olan eşsiz güzellikteki iki bibloyu ayrı şehirlerdeki dükkanlara satar. Şehirlerin arasında yedi saatlik yol vardır. Yedi yıl boyunca ayrı şehirlerdeki biblolar kimse tarafından alınmaz. Yedi yıl kimse fark etmez onları. Yedinci yılın sabahında dükkan sahiplerinden biri ölür ve mirasçılar dükkanı devretmeye karar verirler. Gazeteye ilan verirler. Yedi ay kimse aramaz sormaz. Yedinci ayın sonunda biri telefon açar ve dükkanı almak istediğini söyler. Yok pahasına da olsa devretmeye razı olan mirasçılar pazarlık bile yapmadan telefon eden adama dükkanı satarlar. Adam bir süre uğraştıktan sonra dükkanı kapatır ve bütün hediyelik eşyaları satar. hediyelik eşyaların tümü, işini çok severek yapan biri tarafından alınır. Gelen tüm eşyaları sevgiyle paketinden çıkararak raflara dizen kadın, yazı yazan kadın biblosunu şarkı söyleyen adam biblosunun yanına bir yere götürür. Daha sonra alt rafa alır yazı yazan kadın biblosunu.  Hikaye de işte tam olarak orada başlar. Sonrası bildiğiniz gibi ayrılık. Acaba kavuşabilecekler mi? Sabah kalktığında hikaye tekrar silinecek mi? Tüm hikayeler silinse bile duygular asla yok olmazlar. Tıpkı gerçeklerin üstü kapatılsa bile yok edilmeyeceği gibi.


Okumak isteyenler için 3. Bölüm