22 Şubat 2022 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ



Ağaç Ev Sohbetlerimiz devam ediyor. Haftanın konusu sevgili Kaplan Diary'den.

"Ne için yaşıyoruz? Size göre bizi diğer canlılardan ayıran en temel özellik nedir? Eğer dünyaya gelişinizin bir hikmeti varsa, sizden beklenenleri ne ölçüde yerine getirdiğinizi düşünüyorsunuz?"



"Niye varız?"dedim. 

Biz kimiz, neden biz ve bizi bu kadar önemli kılan ne? 

Niye var olduk buna niye gerek vardı? 

Bu çöllere düşmeye aç susuz sürünmeye ne gerek vardı? 

Çöl herkes için çöl değildi. Kimine yeşil bir vadi, kimine okyanus var edilmişti. Bunu dönüştüren yoksa biz miydik? Belki isteyene çöl, isteyene okyanus, ne isterse o var edildi. 

Mecnunlar ve Leylalar var edildi sonra. Seraplara dönüştüler, yaklaşınca uzaklaştılar. Kalbini verdikçe, elinde o değersiz duyguların kaldı. Bekledin bir deniz kıyısında, bir pencere önünde geleceği günü. Gelmedi. O seraptı çünkü. Seraplar gerçeğin soluk bir hayali değil miydi? 

Her güzel gözde, her güzel sözde, her güzel davranıştaydı. 

Kalpten kalbe dolaşıyoruz bulabilmek için. Bazen bir kırıntı bizi yakalıyor, onun peşinde onlarca kilometre, onlarca yıl gidiyoruz. Yakalamak için soluksuz koşuyor, ulaşmak için her şeyi yapıyoruz. Acılar içinde yara bere içinde kalıyoruz. Göz yaşlarımızda boğuluyoruz zaman zaman. Sonunda elimizde koca bir hiç kalıyor. Yavaş yavaş soluyor, sönüyoruz. Tekrar tekrar dönüyoruz. Bu döngü bitmiyor. 

Şimdi sonsuzluğu düşünüyorum. Sonsuzluk, sonsuz yaratmayı, sonsuz var etmeyi istiyor olabilir mi? Bekliyor yarattıklarını zamansızlığında sabırla. Sonsuz bir sabırla ve sevgiyle var ettiklerini, sonsuz bir aşkla dönüşlerini...

Sonsuz aşkı, sonlu varlıklar ne bilsin? 

Hangi kap bu kadar geniş olabilir? 

Belki de kimsede böyle bir kap yoktur. 

O, içinde bir yerde bir nokta, açılan bir kapıydı. O kapıya herkesi çağırmış, ancak arayanlar bulmuş, cesaretle yolda yürüyenlere açılmıştı. 

Açık kapıdan girdi içeri. Korkularını geride bırakmış büyük bir heyecan ve iştiyakla yolları aşmış, kapıyı bulmuş ve girmişti. Gördükleri daha önce hayal bile edemediği kadar olağanüstü ve muhteşemdi. Şimdi her şey yerli yerine oturmuş, tüm sorularına da cevap bulmuştu üstelik. Demek bunun içindi. Bu var edilişler ve bu dönüşümler, değişimler... 

Hepsinin mantıklı fakat akıl üstü bir sebebi olduğunu gördü, anladı. 

Bizden istediği koşulsuz sevgi, iyilik. Merhamet sahibi insanlar olup, başkalarına bunu yansıtmamız. O'nun ahlâkıyla ahlâklanmak. Onun gibi sevmek ve merhametli olmak. Koşulsuz iyilik yapmak. Bunlar böyle konuşulduğunda çok basit gibiler lakin, beşerin öyle bir tarafı var ki içinde bir canavar var. İşte o canavara rağmen onu aşıp yükseldiğimizde işte var oluşumuzun anlamı da tamam oluyor.

Bir parçamız hep arıyor. O'nu bulmak için yaşıyoruz. 

Bizi diğer canlılardan ayıran özellikse idrak. Bu soruları sorabiliyor olmak. 


Not: Bu konu baya bi derin. Üzerine yüzlerce cümle kurulabilir birbirine benzemeyen. Bugün açığa çıkan bu cümleler oldu. İnsanlar var olduklarından bu yana, hep bu sorulara cevap arıyor. 

         Biz kımiz? Neden var edildik? 

16 Şubat 2022 Çarşamba

KENDIN İÇİN YAŞA

              Öldüğünde mezarının başında elli kişi etmeyecek insanlar için yaşamak kadar akılsızca bir şey yok. Başkaları ne der diye yıllarca olduğundan farklı görünmeye çalışan, yalandan ibaret olan hayatını sosyal medyada sergileyen, üç beş akrabanın yaptığı yorumlara takan insanların ise mutlu olması imkânsız gibi.

               'Biliyorsun takip edenler var. Kocamla aramızın bozuk olduğunu bilseler dillerine dolarlar. Fotoğraflarda mutlu çıkmalıyız ki sonra arkamızdan dedikodumuzu yapmasınlar."deyince 
"Yok artık" dedim. Bu kadar da takma ya sen ünlü müsün? Kıytırık sayıdaki akrabalarının yapacağı yorumlara göre mi hayatını sürdüreceksin? Olmadığın gibi görünmeye çalışmak seni yormuyor mu? Biraz daha ilgi çekebilmek için kurduğun rakı sofrasında yaptığın göstermelik eğlence, daha sonra seni nasıl iğrendirmiyor?

               Küçücük dünyalarında yaşayan, yaptıkları tek sosyal faaliyetleri dedikodu olan, bir kitap okumamış, doğduğu topraklardan birkaç kilometreden fazla uzaklaşamamış, araştırmamış, gözlemlememiş, "Filancaların kızı da bak bak.." haricinde bir analiz yapamamış ve bundan son derece aciz insanların senin hakkındaki fikirlerine odaklanmak yerine gerçek bir mutluluğa odaklansan, kendin, eşin ve çocukların için bulacağın daha faydalı, eğlenceli ve yaratıcı fikirlerin peşinde koşsan, belki gerçekten de mutlu olabilirdin.

              Olduğu gibi davranan insanlara hayranım ben. Samimi ve gerçek insanları kolluyorum. Sahteliğe tahammülüm yok. Dedikleri ile yaptıkları bir olan ve "El alem ne der" i olabildiğince aşmış insanlar ilgimi çekiyor. Ya da sonunda elde edecekleri ufak da olsa bir menfaat için farklı davranmayan insanlar.

              Önce ailem diyen adam gerçek bir babayiğit mesela. Eşi ve  çocuklarının ihtiyaçlarını ön planda tutan adam hayırlı. Yıllarca etrafındaki üç beş arkadaşı için saatlerini ve parasını feda eden, çocuklarına gelince verecek bir şeyi kalmayan biri, hiçbir şekilde saygıyı hak etmiyor. Toplumun "kılıbık", 'hanım köylü' yakıştırmaları bile elalem kavramının ifade ettiği, toplumun  'beni dinle, bana uy, benim için yaşa" demesinin bir başka şekli değil mi?

              Hiç kimse mükemmel değil. Mükemmel görünmeye çalışan ve karşısındakilerden de mükemmellik bekleyenler de dünyanın en kibirli insanları. Kibirliler de hayatı çekilmez kılanlardan.

               İnsanlara baktığımda bazen eksik bazen  zayıf fakat son derece gerçek halleri benim dikkatimi çekiyor. Uzun uzun düşünüp gülümsüyorum. Şefkat hissi tüm kalbimi kaplıyor.

             İnsanların eksik, kusurlu fakat doğal hallerini seviyorum.






























8 Eylül 2021 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ





ÖĞRETMEN OLMAK

               Yıllar ne çabuk geçiyor kuzum. Şimdi aynalara baktığımda tanıyamadığım bir yüz görüyorum, bana yabancı. Dilimde bir şiir...


ZİLLER ÇALACACAK

Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ içimden birisi gidecek ardınızdan uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.

Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan...
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

Sonra bir gün zil çalacak yine,
Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak...
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Tâ içimden birisi kalacak oralarda...
Ben gideceğim.

ZEKİ ÖMER DEFNE


                    Hatırlıyorum da bir gün bir öğrencim...  

                    Her gün, birçok öğrencim de aklımdan öyle çıkmıyordu. Bunun için kendimi zorlamıyordum. Aferin desinler diye yapmadım, teşekkür etsinler diye değil. Evlerine gidip ailelerini ziyaret ettiğimde, ihtiyaçları olduğunda yanlarında olduğumda...  Hatta vefasız olabileceklerini hep biliyordum. Genç onlar, başka hayalleri, düşünceleri var. Toprağa atılan tohum gibi unuttum yaptıklarımı. Bir ağaç olduklarında, meyve beklemedim.  

                    Her bir sınav kağıdını özenle okurken, cevaplardaki yanlışları kırmızı kalemle belirtip ya da doğrusunu yanına üşenmeden yazdıktan sonra, bazen dikkat etmeleri gerekenlere dikkat çektiğimde bile, karşılığında bir şey beklemedim. Sınav kağıtlarını dağıttım ardından, kontrol etmelerine izin verdim. Kendilerince hata bulduklarında, itiraz ettiklerinde, cezalandırmadım, tebrik ettim ki, gelecek hayatlarında kendilerine haksızlık edildiğinde ya da haksızlığa uğrandığını düşündükleri zaman, kimseden korkmadan medenice haklarını arasınlar.  Onları büyük bir sabırla ve şefkatle dinledim her zaman. İstedim ki dinlemeyi bilsinler. Saygı gösterdim ki, kendilerine ve başkalarına gereken saygıyı göstersinler.  

                    Nasihat etmekten çok, doğrusunu yaşamayı seçtim. Konuşmaktan çok yaşayan bir insan olmaları için çalıştım. İyi bir insan olmanın her şeyden daha önemli olduğunu anlattım onlara, anlayışlı oldum ki onlar da öyle olsunlar. Görevimi en iyi şekilde tamamlamaya çalıştım her gün. . Yalan söylemedim, söylemesinler istedim. Bazen benimle dalga geçerlerdi, ben de kendimle dalga geçerdim, gülerdik. Rahatça kendilerini ifade etsinler, onlar da duydukları sözlere alınganlık etmesinler diye düşündüm. Herkesin kusuru var, bilmediği birçok şey ve dışındaki her varlık kendi kadar değerli, bunu bilsinler istedim. 

                    Dünyada kapladığımız yer kadarız demek istedim. Ayrım yapmadım, adaletli davrandım ki onlar da ileride adaleti elden bırakmasınlar. Taraftarlığın futbol için bile olsa, ne kadar tehlikeli olduğuna dikkat çektim ki fanatizmin hiçbir çeşidine pirim vermesinler. Taraftarın gözü kördür, kulağı sağır, beyni yanlışa açıktır. Acımasızdır, empati yoksunudur. Bizden olan vardır onun için, diğerleri yoktur. Diğerleri ölmese bile, ölü gibi olsun istenir. Taraftarla, doğruyu bulma amaçlı tartışmak mümkün değildir. Kendi doğruları vardır, ufku dardır, farklı açılardan bakamaz olaylara. Onun için tek bir açı vardır. Nefretten ve kinden beslenir ki bu, tüm insanlık için tehlikelidir.

                      Kısacası ben iyi ve örnek bir insan modeli olmaya çalıştım onlara.  Bilgi elbet verilir, istendiğinde her şekilde zaten öğrenilir. 

                      Şimdi geçmişe ve o güzel yıllara hayalimde döndüğümde içimde buruk bir hüzün, büyük bir huzur var. Öğrencilerim benim en büyük zenginliğim. Hayatım için yapmış olduğum en doğru yatırım. Onlarla gurur duyuyorum.

                       O bunları bana anlattığında biraz hüzünle dinledim. Şimdi ben de kendim için bir şeyler yapmalıydım. Öyle bir şey olmalı ki bu, onun yaşadığı mutluluğu bana da tattıracak, küçük fakat anlamlı bir şey olsun. Benim öğretmenlik konusunda ümidim kalmadı artık. Atama yapılsın diye yıllardır bekliyorum fakat hiçbir şey değişmiyor. Hiç değilse bu hikayeyi sonsuzluğa bırakayım. Siz de benimle birlikte bu hikayeye ortak olun.


Not: Ağaç Ev Sohbetlerinin bu ayki konusu öğretmenlik olduğu için bir öğretmenin gözünden böyle bir hikaye çıktı ortaya. 

Sevgili Momentos Hikayemi Spotify'da o güzel yorumuyla seslendirmiş onu da buraya bırakmak istedim. Kendisine çok teşekkür ediyorum.

https://open.spotify.com/episode/4FHAVxSnGClNR2dOjNovcF?si=8d58a3e50a8c4f07

                    


18 Ağustos 2021 Çarşamba

GÜZEL BİR GÜN

              

               Elimdeki tırmık süpürgeyle yerleri süpürüyorum her gün. Belediye bize yer paylaştırdı. Benim alanım valilikten başlıyor, otobüs son duraklarında bitiyor. Süpürgeme takılan kağıtları, eğilip çekip kurtarıyorum tırmık süpürgenin tellerinden. Kurtardığım kâr diyorum. Teller o kağıtların tam karnından delip geçiyor ya, can çekişmesinler diye yapıyorum bunu. Bir sağa bir sola dönüyorum, hızlı hızlı yürüyorum. Güneşten kavruldu tenim kapkara oldum. Geçerken kuaför ablayı selamlıyorum. Emekliliğime az kaldı emekli olunca memlekete dönücem. Ne güzeldi çocukluğum, buralara gelmezden önce. Kırlarda koyun güderdik çoban köpeğimle. Kuzum vardı, kesme şeker verirdim. Kırlarda koşardık, beni hep geçerdi, zıplaya zıplaya önümde koşardı öyle severdim ki onu. Bir baktım kesmişler. Etinden de yedim. İnsan arkadaşını yer mi?

               Sonra bir gün babam annem topladı taşınabilir eşyaları, büyük şehre göçtük. akrabaların yakınında bir gecekonduya yerleştik. Kirası ucuzdu iki göz odaydı. Mutfağa benzemez köşede, yemekleri yapardı annem, üstüm başım yağ kokardı. Okulda yanıma kimse yaklaşmazdı, ben anlamazdım, kokuya alışan burnum konuşmazdı benimle. Bir gün öğretmenim yanıma çağırıp, temiz kokmanın güzelliğinden bahsetti "Parfüm" dedi. Nedir o bilmem ki ben. Çantasını açtı içinden bir şişe çıkarıp ellerime sıktı. Öyle güzel kokuyordu ki burnum ilk defa güzel güzel konuşmuştu benimle. Bütün gün ellerimi yıkamadım. Eve gittiğimde anneme ellerimi koklattım. "Anne bak! Öğretmenim sıktı çok güzel, biz de alalım" dedim. Annem "Paramız yok kızım" dedi. "Anne öğretmenim söylemedi ama ben pis kokuyormuşum burnum söyledi. Neden pis kokuyorum sence? Annem: "Fakirlik kızım" dedi. O zaman anladım ki fakirlere bu yüzden yaklaşmıyorlar. Gizem'i herkes seviyor, çocukların hepsi etrafında pervane. Demek o fakir değil, güzel kokuyor.

              Belediye, temizlik işçisi arıyor dediklerinde, babam belediyede çalışan akrabalarımıza benim kızı da yazın demiş. Böylece başladı temizlik maceram" dedi, kuaförde saçı yapılırken.

              Kuaförün hikayesi de bir başkaydı. "Bir çocukken fakirlik konusunda hiç bilgim yoktu. Çok zengin değilsek de hiç fakir olmamıştık. Babam yurt dışına gider her çeşit kalem defter içecek takı toka ne bulursa artık eve getirirdi. Bir gün saat istedim siyah olacak ve içinde hiçbir şey olmayacak. Babam nerden bulduysa buldu getirdi. Simsiyah, içinde hiç rakam yoktu. Bursa'ya gittiğinde de envai çeşit kolonya getirmişti. Ben de kolonyadan hiç haz etmem. Midem otobüslerde alt üst olduğunda, kolonya dökerlerdi. Oradan kalma kolonyanın sevimsizliği. 

             Babamın getirdiği kolonyalardan biri vanilyalıydı. Vanilyalı kolonyayı düşürüp kırdım. O kokuyu hiç unutmam yer gök kolonya ve vanilya. O koku haftalarca, aylarca çıkmadı evden. O günden beridir vanilyadan da uzak dururum. Keklere kurabiyelere asla atmam. Vanilyalı her yiyecekten adeta kaçarım. 

               Liseyi okumadım, birinin yanında kuaförlüğe başladım. Meslek öğrenmek zor tabii. O zamanlar çırak olarak başlanıyordu meslek öğrenmek istendiğinde. Benim kuaförlük serüvenim de öyle başladı. Saçları süpürmekle başlıyorsun önce, sonra fön çekmeye başladım. Kıvırma, boyama, kesim derken en ince ayrıntısına kadar öğrendim mesleği. Mesleğimle büyüdüm adeta. Bir sevgilim vardı o zamanlar. Evlenecektik. Çok seviyordum. Sonra bir gün hastalandım. Beynimde iyi huylu bir ur oluşmuş. İlaçlar tedaviler, birini yaparken biri bozuluyordu adeta. Zamanla hastalıklı bir insana döndüm. Sevgilim hastalığımı bahane edip ayrılmadan önce işten çıkmıştım. Birkaç hafta sonra da nişanlanıp, arkasından en yakın zamanda evlenecektik. Bir gün eve geldi ve benden ayrılmak istediğini söyledi. Hastalığım onu korkutuyormuş. Korkulmayacak gibi değildi belki, önce fiziksel olarak başlayan rahatsızlıklarım, bir süre sonra psikolojimi de bozmuştu. Evden çıkıp geri dönmüyordum. Etrafımda kimsenin görmediği insanları görüyor, peşlerinden gidiyordum. Artık beni nerede kim bulursa, eve götürüyordu. Annem her seferinde ağlayarak fakat gözyaşlarını saklayarak bana sarılıyordu. Geldiğime seviniyordu zavallı. 

                  Tamam dedim. Sen nasıl istersen öyle olsun ayrılmak istiyorsan ayrılalım. Sonuçta akıl hastası biriyle olmak istemiyorsun. İstemiyorsun sen beni gerçekten. Gerçekten sevmiyorsun. Sevsen, ne olursa olsun bırakmazdın. Gitti ve bir daha görüşmedik. Sonradan evlendiğini duydum. Kadına hep benden bahsediyormuş. Neyse, ben bir dükkan açtım kendime çok borçlandım. Fakat zamanla müşterilerim arttı dükkanı daha da güzelleştirdim. Borçlarımı ödedim. Kendi ayaklarım üstünde durmaya başladım. Bir gün komşular, eski sevgilimin karısından ayrıldığını söylediler. Sevgilim benimle görüşmek için araya çok kişi koydu. Bir daha onunla hiç görüşmedim. Şimdi sevdiğim biri var  yakında evlenicez." 

                  "Belki de o seni bırakmasaydı sen böyle kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olamazdın." dedim. Hastalığın ne durumda diye sormadım. Çünkü daha önce bana bunu anlatmıştı. Çok iyi bir doktorla tanışmış Soli Bey. Bu hastalığın, tamamen geçici olduğunu söylemiş diğer doktorların aksine. Rahat bırakın kızı demiş ailesine. Onlar da rahat bırakmışlar. Zamanla düzelmiş. Şu an hiçbir hayal görmüyormuş. Gayet akıllı sağlıklı bir kadın. Şaşılacak şey.

                  Sabahları yerleri süpüren kadın geçti yine buradan. Kuaförle selamlaştı. Kuaför: "Gel bakayım, bugün seni güzelleştirelim" diye seslendi. "Sahi mi abla" diye cevap verdi o da. Bir çocuk gibi tırmık süpürgeyi bir kenara atıp. dükkana girdi. Ben de onları izledim. Saçlarını önce yıkadı kuaför, sonra fön çekti, güzel de bir makyaj yaptı ona. Ben de çantamdan parfümü çıkarıp üzerine sıktım. Bana anlattığı hikayesini yazdım. Hepimiz çok mutlu olduk.

                   Bugün de böyle güzel bir gün oldu işte.



5 Temmuz 2021 Pazartesi

ÇÖPLERİN KRALİÇESİ

             






            Sinekler üşüşüyor üzerime. Gri çöp bidonları ekmek kokuyor. Demir bi çubukla eşeliyorum çöpleri. Yemek artıkları bazen ellerime bulaşıyor, yapış yapış oluyor ellerim. Üzerime siliyorum, sinekler tekrar saldırıyor. Geceleri çıkıyorum sokaklara, karanlık içinde kayboluyorum. Etrafta kimse kalmayınca sokaklar, çöplere ve bana kalıyor.

            Ekmeğimi çöpten çıkarıyorum ben. Kibarca, "Geri dönüşüm" diyorlar. Petler (plastik renksiz her türlü şişe) çok değerli. Hani suyu içtikten sonra oraya buraya bırakıyorsunuz ya, onlar bizim altınımız. Altın bulduk mu seviniyoruz. Naylon ve plastik de değerli. Yanlışlıkla bakır buldum mu değmeyin o zaman keyfime o da elmas gibi bi şey. Hurda niyetine atılan metal cihazların hepsini parçalayıp un ufak ediyoruz. Kablosu ayrı, demiri ayrı, plastiği ayrı. Bir de teneke kutular. Yollarda akşamları içilen biraların kutuları. Kola kutuları onlar da çok değerli. 

            Yorgunluktan ayağım takılıyor düşüyorum. 

            Açım...

            Kendime geldiğimde çubuğuma tutunarak kalkıyorum. Çubuğumdan başka yardıma koşan da yok. Kaldırıma oturup biraz daha toparlanınca işime tekrar geri dönüyorum. Alnımı kaldırıma vurmuşum, morluk günlerce geçmiyor.
 
             Bazen, atılmış kuru ama bozulmamış pizza bulursam o gün bayram yapıyorum. Hele bi de dibinde biraz kalmış, kola şişesi denk gelirse şansıma. Kimi bayat ekmek, küflü peynir atıyor. Kenarlarını temizleyip biraz yıkayabilirsem, onu da yiyorum. Pazar toplanırken gidiyorum. Yere atılan ne varsa yenilebilir, topluyorum. Ezilmiş domatesleri rendeliyorum, biraz biber olursa, kırık yumurtalardan bi güzel menemen yapıyorum. Geçen gittiğimde bezelye atmışlardı. Çürümüş yaprakların içinde temiz kalan bezelyelerden yemek yaptım. Erimiş kayısılardan da püre. Şeker koymadım tabii zararlı ya (!) Tatlı niyetine yiyorum birkaç kaşık.

            Şimdilerde terk edilmiş ev bulmak da zor. Boşluk gördüler mi dikiyorlar apartmanı. Başımı sokacak bi yer buldum. Eşyalarımın hepsini de çöpten topladım. Öyle güzel oldu ki bakmaya doyamıyorum. Geçmişimi bilmiyorum, nasıldım, ne yapıyordum, kimdim ben bu derde düşmeden önce. En son hatırladığım kapından kovmuştun beni. Uzun süre bekledim içeri girmeyi. Orada öylece, yağmurda çamurda, güneşin altında günlerce...

              Kapı ya da cam her açıldığında umutlandım. Acaba bugün bana bakacak mı diye. Bakmadın, yüzünü bir kez olsun çevirip, bakmadın. Hızlı adımlarla çıktın evden, kalabalıklarla girdin içeri. Kahkahaları duydum pencerenden, eğleniyordun belliydi. Sessizce gittim oradan, nereye gittiğimi bilmeden. Sonra ara sıra geldim, uzaktan izledim. Parfüm kokuları sızıyordu dışarı. 

              Yeni bi hayat kurmak istedim gücüm yoktu. İş aradım bulamadım. Kapılar yüzüme kapandıkça kapandı. Bu işi yapmaya başladım sonra. Bi ablanın deposunda kaldım bi süre. Tuvalette klozet kırıktı, yarısı dışarı akıyordu çişin. Çöpten bi klozet bulamaz mıydık acaba? Ablaya yardım ediyorum gündüzleri. Kağıtları, plastikleri, naylonları, petleri ayırıp konteynırlara yüklüyorum. Demirlerin arasında oradan oraya koşturuyorum. Demir yığınlarının altında kaldım bir gün. Kaburgalarım ezildi, kırıldı zannettim, ağrısı aylarca geçmedi. 

           Bazı günler atılmış kitapları okuyorum. Kafka en çok sevdiğim. Hani bir gün böçek olarak uyanıyor ya Gregor benim gibi. Gregor tatlım, senin kıymetin hiç bilinmedi. Oysa sen bir kelebek olmalıydın değil mi? Tolstoy okuyorum "İnsan ne ile yaşar?" diyorum. Uzun uzun düşünüyorum bunu. İnsan umutla yaşar Tolstoy amca. Umut olmayınca ne kalır geri. Sizler de olmasanız kim anlar beni. Anton okuyorum sonra. O kadar mı seviyordun o kadını, hep bir yerlerde bırakmak zorunda kaldığın. Hikayelerinde mutlaka bir yerde o vardı. Peki ya Genç Werter neden acılar içinde kaldı? Ölmek bu kadar güzel miydi? Ah Genç Werter, boş umutlara bel bağladın. Bence buna sebep, senin hassas ruhundu. Sen güzeldin, güzel sevdin. 

            Deponun bir odasında ben kalıyorum şimdi. Klozet buldum taktım. Mutfağımın penceresine fırfırlı tüller yaptım yine hepsi çöpten. Atılmış bir koltuk bir de çekyat buldum. Üzerine yine çöpten bulduğum çiçekli örtüleri diktim. Bir ayna buldum birazı kararmış, onu duvara astım. Altına bir sehpa koydum. Üzerinde çöpte bulduğum rujlar, farlar, kalemler var. İçimden gelince makyaj yapıyorum. Dibinde biraz kalan parfümleri atıyorlar sokağa. İyi ki atıyorlar kimi çok pahalı marka. Onlardan da sürdüm mü mis gibi kokuyorum. Güzelim hala çok güzel. 

             Bir gün çöpte bir taç buldum. O gece saçlarımı kağıtlara sardım. Sabah bukle bukle olmuşlardı. Başıma tacımı taktım, bütün gün öyle gezdim. Kraliçe gibi hissettim kendimi.

              Artık para da umurumda değil. Çöpte her şey var. Dünyanın en zengini benim.




14 Aralık 2020 Pazartesi

UZAK DURMAYA SEBEP


Onu uzaktan ilk  gördüğünde biliyordu.

Tam da yanına gitmek üzereydi neredeyse elini uzattığında omuzuna dokunacaktı.

Birinde evlenmişlerdi. Çok hastaydı ölümüne yakın bir deri bir kemik kalmış, gözlerinin önünde eriyip gitmişti.

Birinde okul arkadaşıydılar. Sokak kavgasında vuruluyordu.

Birinde aynı yerde çalışıyorlardı. Asansör düşüyordu ölüyordu.

Birinde aynı mahallede oturuyorlardı. Trafik kazasında ölüyordu.

Birinde ve diğer bütün birlikteliklerinde öldüğünü görmüştü. Defalarca aynı acıyı onlarca kez yaşamıştı. Ellerinde öylece ölüp gidiyordu. Bunu engellemesi imkansız görünüyordu. Her seferinde haykırarak çığlık atarak ağlıyordu.

Durdu ve yolunu değiştirdi.

Böylesi daha iyi oldu dedi. Önemli olan onun varlığı. Var olsun uzakta olsun elbet mutlu olur. Bir gün birini bulur evlenir. Bir kızı olur gözleri sevgiyle bakan. Sonra yazdığı kitaba döndü. Büyük evinin denize bakan balkonlu mutfağında kahvesini içerken gülümsedi.

15 Ağustos 2020 Cumartesi

MAHKUM

             


          30 yıllık kürek mahkumluğu. 30 yıllık zindan. Hücrede güneş görmeden, bileklerimden zincirli geçen 30 yıl. Küçük pencereden, demirlerin arasında görebildiğim mavi gökyüzünün altında, gün ışığının aydınlattığı kırlarda dolaştığını hayal ettiğim insanlar, benim burada çektiklerimden habersiz olacaklar. Duvarlara tırnaklarımla kazıdığım çizgiler benim ne yaşadığımı gördüler. 

          Çizgiler...  

          Her biri birbirine benzemez eğrelti duruşlarıyla seyrettiler gözyaşlarımı. Avuçlarım kan doldu. Çizdikçe yaşadığıma inancım arttı. Çizdikçe var oldum.

          Arada bir demir kapının altındaki küçük kapaktan atılan yiyecekler, üstüne tükürülmüş kuru ekmekler ve farelerin kemirdiğı parçalar... 

          Ölmemek için çaba gösteriyorum artık. Kapıdan çıkarken zincirlerimi sürüyorum yerlerde. Saçım başım dağılmış. Ellerim nasır tutmuş, ayak bileklerim morarmış. Ayak tabanlarım cayır cayır yanıyor, ağrıdan uyuyamıyorum bazı gecelerde.

           Kürekler...

           Yüklendikçe ağırlaşan, ağırlaştıkça yüklendiğim kürekler. Onların ne olduğunu bir ben biliyorum. Onlarla yaşanmaz fakat onlarsız bi hayatım da yok benim. Varlıklarına katlanmak zor. Kürekleri çekerken, akan damlalar denize karışıyor sessizce. Döndükçe dönüyor kürekler, suya vurdukça çıkan sesler beynimi dağıtıyor.  Küçük aralıktan sızan ışığın güneş olduğunu biliyorum. Güneş beni bilmiyor. Hep ilk defa görmüşcesine bakıyorum. Bana hiç uğramıyor. Onun benden haberi yok. Kendi yalnızlığım ve çektiğim kürekler dışında kimse de yok. Burası karanlık. 

          Hayal meyal seçebildiğim insanlar, onlar da mahkum. Ne ben onların çektiklerini hissediyorum ne onlar benimkini. Herkes kendi dünyasında ve kendi kürekleriyle yaşamaya çalışıyor.

          Sevdiğim unutmuş mudur? En son hangi halimle hatırlıyor?

            Gardiyanlar insafsız,. İğrenç bakışları hep üzerimde geziniyor. Bir yanlış gördüler mi kırbaçları sırtımda şaklıyor. Kırbaçların rengi tıpkı yüzleri gibi simsiyah. Gözleri kısık ve kırmızı. Hepsi birer uşak. Efendilerinin hizmetine girmişler, efendilerine dönüşüyorlar kırbaçları şakladığında. Efendilerinin kahkahasını dinliyorum. O, korkunç yeri göğü inleten kahkahası, ben kalbime döndüğümde yaşlı zayıf bir kadının, kısık kısık gülmesine dönüşüyor. "Kih kih kih kih." Gül şimdi gülebildiğin kadar. Ben de o günü bekliyorum ki senin aşağılandığın, hizmetine girenleri terk ettiğin o günü. Hepsinin yaptıklarına pişman olduğu o günü. Yüzüne tükürdüğüm o günü bekliyorum.

          Seyirciler var bir de kürek mahkumlarını izlemeye gelen.  Yüzleri  pudralı, dudakları kırmızı, saçları lüle lüle kadınlar.  Soluk benizlerinde maske gibi envai çeşit boyalar. Bizimle ilgilenmiyorlar esasen,  görmek istedikleri  bizim çektiğimiz çile. Çilelerimizi izlemeye, kikir kikir gülmeye geliyorlar. Çilelerimiz onlar için süslü, nakışlı.

          Uyanamadığım kâbuslardayım hep... Seni görüyorum. Yürüyorsun, arkandan geliyorum. Seni hiçbirinde bulamıyorum. Sen hep uzaklaşıyorsun ben sana ulaşamıyorum. Kum tepeleri üzerinde yalınayak... Ne arıyorsun, nereye gidiyorsun? Belki sen de bulamadın izimi. Ben hep senin peşindeyim sen beni göremiyorsun. Fakat güneş, bedenimden geçip kalbimi yakıyor. Seni bitmeyen seraplarda görüyorum gündüz. Gece yıldızlara körüm.

            Kürek mahkumu kadın da olur muymuş diyorum içimden, burada ne arıyorum ben?