Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2017 Pazartesi

MARKA MİM'İ

     Bu da benim ilk mim'im. Mim olayı önceleri pek bir garip geliyordu bana. Fakat bloglar arası diyalog için güzel bir etkinlik olduğu söyleniyor. Deeptone'nun başlattığı marka mim'ine Fulya Erdoğan sayesinde dahil oldum. Şimdi ben de arkadaşları mimleyeyim diye düşündüm fakat neredeyse herkesi, sağ olsun mim'lemiş :)


Sevdiğimiz markalar. Bi düşündüm de ben Bim ürünlerinden yanayım. Tam bana göre, uygun fiyatlı, kaliteli olduğunu düşünüyorum. Pahalı ürünlerde gözüm yok:)


1. Kuru fasulyede Saban vazgeçilmezim.




2: Güldal temizlik için mikemmel :)




3.Başka ne olabilir bakayım. Yoğurt ve süt ürünlerinde de kesinlikle Dost diyorum.




Ben de tüm okuyanları mimlemiş olayım. Buyurun, sizin tercih ettiğiniz markalar neler? Kolay gelsin.

4 Nisan 2017 Salı

BİRKAÇ CÜMLEDEN İBARET


           İnsanın birinci önceliği hayatta kalmaya çalışmak olunca başka ne varsa arka planda kalıyor. Şimdilerde birçok insanın önemsediği, almayı düşündükleri, gezmeleri, eğlenmeleri benim için lüks. Olsun, yine de sırf benim dertlerim var diye, mutlu insanlardan acısını çıkarmaya çalışmıyorum. Sırf ben rahat olmadığım için, durumları iyi olan insanlara haset etmiyorum. Dünyada çok daha fazla acı çeken insanlar varken, onları bir kenara bırakıp sadece kendimle uğraşmıyorum.

          Herkes bana üzülsün benim derdimle ilgilensin, en büyük dert benim demiyorum. Kimseyi yormuyorum. Yeterince yardımcı olamadığını düşünüp, fırsat buldukça hatırlatmaya çalışmıyorum. Sonuçta tüm insanların hayatlarında farklı, kendine özgü dertleri, başa çıkmaya çalıştıkları problemleri var. Bu çok insani. Artık her olaya da üzülemiyorum. Eskisi kadar değil. Mesela birinin o an bana göre basit diyebileceğim bir sebepten yaşadığı ve tamamen kendisine özgü  bakış açısıyla ilgili bir davranışı ya da bir sözü yüzünden sinirlenmiyorum. Bu, bana çok da basit görünen olay, belli ki onun için çok önemli. Biraz geride durup "N'oluyoruz!" derken bile onu anlamak için çaba gösteriyorum. Birçoğuna göre basit görünen sorunun, içinden çıkamıyor, bu da onu daha hırçın ve tahammülsüz yapabiliyor. Hele bana göre çocukça bir trip atma, sinirini çıkarmaya çalışma ise kırılmıyorum.  Beni anlamıyor oluşuna susuyorum. Sadece gülüp geçiyorum. Normal karşılıyorum. İnsan olmak böyle bir şey.

           Hatalarla yoğrulup ancak doğru bulunuyor. Bulamayan da oluyor. Taa ki anlayıncaya kadar, benzeri imtihanları yaşıyor, bu bir gerçek. Kendini değiştirmek, geliştirmek, her zaman bir üst seviyeye çıkabilmek için, mükemmele değilse bile, olması gerekene ulaşabilmek için çaba gösteriyorsan, kendini güzel vasıflarla süsleyebilirsin. Yoksa yerinde saymaya mahkum olursun. Belki sana ayna olabilecekler karşına çıkar ama sen o aynadan yüz çevirirsen aslını görmekten de mahrum kalırsın.

           İnsanım ben. Bütünüyle hatadan ve kusurdan oluşmuşum.  Aklım ve hayalim nasıl olacağımda. Hikayenin sonunu öğrenmeyi istiyorum. Bunu diyebilecek cesaretin var mı?

         

15 Mart 2017 Çarşamba

NEDEN BLOG TUTUYORUM

           
blog yazarlığı

             Blog Tecrübem'in "Peki siz neden blog tutuyorsunuz?" ve Hikaye Kalpli Kadın'ın da kendi yaptığı yayında bahsettiği Blog Tecrübem Soruyor: Peki siz neden blog tutuyorsunuz? ile ilgili olarak, o sıralar ben de bu konuda bir yazı hazırlıyordum. Bu hoş tesadüfün üzerine neden yazdığımla ilgili hikayemi aslında "Hakkımda" bölümünde anlatmıştım ama nedense ekleme gereği duydum.

             Açıkçası çocukken şöyle kafamı kitaptan kaldırmazdım, böyle yazı yazardım, öğretmenlerim aferin üstüne aferin derlerdi diyemeyeceğim. Abartmaya gerek yok, o kadar değildim yani. Fakat ilkokul öğretmenimizin bize sunduğu, içinde her türlü masalın olduğu, yaşadıklarına o zamanlar kesinlikle inandığım hikaye kahramanlarının anlatıldığı o kitaplar, unutulmazdı. Aklım estikçe bir yerlere bir şeyler karalıyor değildim. Derste kompozisyon konusu verdiklerinde yazıyordum. Bir kere de, neden olduğunu o zamanlar anlayamadığım, -çocuk aklı işte verilen hediyeyi beğenmediğim- bir yarışmada, ilçede ikinci olmuştum. Sonra ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Bir daha mektup ya da ders notu yazmak dışında, elime kalemi almadım desem yeridir. Ancak bu klavye denilen şeyi iyi ki de icat etmişler yahu. Harika bir şey. Yazıyorsun bir tuşla siliyorsun. Düzeltmeler filan nasıl keyifli. Nostaljiden doğallıktan yana olanlar hayal kırıklığına uğrayabilirler fakat ben içimden geleni söylüyorum. Kâğıtlar bana göre değil.

              Gelelim neden yazdığıma. Ben de bir anlasam. Sebebi yok. Uzun süredir bir çeşit hastalığa tutulmuş gibi içimdeki yazma isteği durdurulamaz. Şimdi, çocukluğumdaki günlerimde, kafamdaki gürültüyü bir kağıda dökmediğim için aslında çok hüzünlü olduğumu düşünüyorum. Dıştan bakıldığında görünen bir hüzün değildi de içeriden benim  yaşadığım bir haldi bu. Bir de o insanların çeşitliliği, herkesin ayrı dünyalarda yaşamaları  inanılmaz geliyordu bana. Hep konuşuyordum kafamda ama duyulmuyordu. Neden sonra anlıyorum ki yazsaydım kurtulacaktım o gürültüden . Bilemedim işte o zamanlar, yazmak iyi bir şey değildi ve hiç iyi olmadı zaten, kim yazdıysa cezasını çekti.

             Sonra bir gün düşündüklerimi yazdığımda rahatladığımı gördüm. Bu ilk defa bir kıtayı keşfetmişçesine, hayret uyandıran bir şeydi. Nereden akıp geliyordu ve neden daha önce bunu hiç denememiştim. Bir de suçlu gibi hissetmek... Bu da yukarıda bahsettiğim gibi, fikirlerini yazanların her zaman başlarının dertten kurtulamadığını görmenin verdiği bir duygu, belki de kendine yakıştıramamak mı bilmiyorum. Ayıptı sanki ve söylenenler, bana zarar verecekti. Hayır. Ne yazmak ayıp ne de biz o anki duygularımızla kaleme aldığımız hikayelerimiz ve  yazılarımızla kendimize zarar veriyoruz. Yapmak istediğimiz ne ise onu yapıyoruz sadece.

             Hikaye yazarken illa da yazdığımız şeyleri yaşayacağız diye bir şey yok. Bazen olmadığımız karakterleri aktarırız. Bazen bir şeyler anlatmak istiyoruzdur. Bir şeyler okumuşuzdur, dinlemişizdir. Bazen de nasıl geliyorsa, bir anlam ya da amaç gütmeden yazabiliyoruz. Demiyorum ki, ben çok edebi şeyler yazıyorum, kelimeler elimde dans ediyor. Açıkçası benim kafamdaki gürültü inanılmaz. Sürekli bir şeyler düşünüyorum. Bunları illa ki bir kağıda, yani klavyeyle bilgisayara aktarmak zorunda kalıyorum. Okunsun tabi ki isterim fakat bu beklenti, beni yazmaktan alıkoymuyor şimdilik.

              Blog hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Aklımdan geçenleri, bir yerlerde paylaşmak istiyordum. Kurduğum cümle sayısı fazlaydı. Diğer sosyal medya türleri bu nedenle bana göre değildi. Araştırmaya başladım ve ilk olarak internetten yazı yazarak para kazanmanın anlatıldığı bloglarla karşılaştım. (Aslında bu uzun bir hikaye, belki bir başka yayında bu ayrıntılara girerim.)

             Google Plus'ta Cem Kazan'ın Yaşamdan Yazılar Bloguyla karşılaştım, İlk incelediğim blog diyebilirim. Belki kendisi hatırlamaz ama ufak da bir yorum yapmıştım bir yayınıyla ilgili olarak. Araştırmalarımın sonucunda bayâ bir süre geçti bu arada. Cesaret edip bloğumu açtım. Sonra Sevgili Ece Evren'in bloğunu tanıdım. O da başka blogları sayfasında paylaşıyordu. Paylaştığı blogları takip etmeye başladım. Bir iki yorum yapayım derken arkası geldi. Gerçekten de blog camiası birbirine her zaman destek olan sevgi dolu insanlarla dolu. Blog açmak isteyenler okuyorlarsa, korkmayın derim. 

             İşte benim blog hikayem böyle. Şunları da eklemek istiyorum:

             Kalabalık içinde beni anlayacak bir azınlık için yazıyorum. Acımı hafifletmek için, eksikliğimi gidermek, özlemimi azaltmak, daha yakın olmak için yazıyorum. Derdimi anlatmak, derdini azaltmak için yazıyorum. Ben buradayım yalnız değilsin demek için. Ben seni görüyorum, değer veriyorum, anlamaya çalışıyorum. Bu böyle gitmeyecek, düzelecek diyorum. Eski günlere değil çok daha iyi günlere gülümsüyor olduğunu anlatıyorum sana. Mutluluk seni bulacak, saracak, buna eşlik eden göz yaşları bu kez sevinçten olacak. Önemli olan insan olmak, gerisi boş diyorum. Gerçek dünya acımasız, sen de bu dünyadaki acımasız kişi olma diyorum. Pişman olmayacağın bir hayat yaşa kim olursan ol, ne yaparsan yap, seni seviyorum, yeter ki iyi bir insan ol diyorum . Biri kafama silah dayıyormuşçasına, yazmadan ölecekmişçesine, delirmekten korkarcasına, tedavisiz hastalık, çaresiz dert, karşılıksız aşk gibi...

              Belki bir gün yazacak hiçbir şey bulamayacağım. O güne kadar buradayım, beklerim.


11 Mart 2017 Cumartesi

BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZI DEĞİŞTİREBİLİRİZ

         
beslenme
            Kilo alan bir kadının yaşadığı zorlukları anlatmıştım bir hikayemde. O haliyle, yaşadığı kötü hislerin farkına varılmasını istemiştim. Başkaları tarafından nasıl algılanabildiğini, bu durumun onu ne kadar mutsuz ettiğini anlatmıştım. Bir çok kişi bu hikayeyi okudu belki. Okumayan varsa buraya linkini atıyorum. Beni Böyle de Sever misin?

            Bu hikayeyi yazarken amacım güzel bir ruha sahip olmanın, güzel bir bedene sahip olmaktan daha önemli olduğunu anlatmaktı. Hayatımın hiçbir döneminde kilolu olmadım. Olmadım çünkü yemeye aşırı düşkün değilim. Aslında yemek yapmayı severim. Özellikle tatlı, pasta, hamur işi  yapmak bana terapi gibi gelir. Bir de yapılan yemekler hakkında yorum yapmaya bayılırım. Yerken içinde ne var hissetmeye çalışırım. Bu bana çok eğlenceli gelir.

            Abur cubur sevmem, ara öğüne hiç alışık değilim. Akşam belli bir saatten sonra asla bir şeyler atıştırmam. Porsiyonlarım da ufaktır. Kime göre ufak? Neyse sonuçta kilo almam. Zayıf da değilim normalim işte.

            Diyetisyene oldukça fazla para veren kısa bir süre için sonuç alan arkadaşlarım var. Onlarla konuştuğumda hep ara öğünler üzerinde duruyorlar. Neredeyse mideleri hiç boş kalmıyor. Bazen diyete spor da ekleniyor fakat kısa süreli zayıflıyorlar. Bir gün arkadaşıma dedim ki: "Sen yıllardır diyetisyenlerle çalışıyorsun. Fakat sürekli zayıflamakla meşgulsün. Benim kilo sorunum yok. Sadece çok ve sürekli yemiyorum. Bir de akşam yemiyorum o kadar. "Arkadaşım ısrarla diyetisyenin dediklerini tekrarlıyor. "Ara öğün şart". "Kardeşim yıllardır aynı şeyleri uygulamaktan bıkmadın mı? Bir kere de beni dinle. Demek öyle olmuyor. Ne kaybedersin?" Diyetisyenler insanı hipnoz ediyor olmalı.  Eminim diyetisyenlere gidenler ve belki beni okuyan bir diyetisyen, "Sen ne biliyorsun ki diyecektir."

            Dr. Mehmet Öz, bir gazeteye verdiği röportaj'da şunları diyordu;

"- Yakın arkadaşım. ‘Wolverine’ filmini çekerken kas yapıp kilo alması gerekiyordu. Film bitince de o kiloları vermek istedi. Formülü ne biliyor musun? Günde aşağı yukarı 14 saat hiç yemek yemiyor. Sabah diyelim ki dokuzda yiyor, akşam da altıda. İkisinin arasında yemeğini yiyor ama akşamdan sabaha kadar bir şey yemiyor.

Ama bize “Az az ama sık yemek sağlıklı” diyorlar.

- Mantıklı değil ki. Atalarımız bizim gibi sürekli bir şeyler yemezdi. Zaten mağarada buzdolabı mı vardı ki kalkıp kalkıp atıştıracak. Hugh’un yöntemini ben de uyguluyorum. Günde 12 saat kadar yemek yemiyorum. Buna uyku dahil tabii.

Bünye ne tepki veriyor?

- Vücut alışıyor. Hatta gece geç vakit çok yediğin zaman, sabah daha aç kalkarsın. Ama 12 saatin sonunda değerlerin normale dönmüş oluyor. Hafif bir şeyler atıştırıyorsun, yetiyor."
Tamamını okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

            Şimdi gerçekten kilo vermek istiyorsunuz ve bunu hiçbir zaman başaramadınız mı?  Diyetisyene gittiniz fakat olmadı mı? Su içsem yarıyor mu diyorsunuz? Benim dediklerime yani benim değil de Dr. Öz'ün dediklerine bir kulak verin. Ben yıllardır bunu yapıyorum. Bir kötü alışkanlığım vardı. Çayı şekerli içiyordum. Yaklaşık üç yıldır tamamen bıraktım. Başta gerçekten dayanılmaz, tatsız bir deneyim yaşıyorsunuz. Bu gerçekten zor oluyor. Biraz bu konuda yol aldıktan sonra artık geri de dönemiyorsunuz. Çünkü bu kez şekerli de içemez hale geliyorsunuz. Fakat sabredip sonucu beklerseniz, şekerden kurtuluyorsunuz.

             Şekeri hayatınızdan çıkardıktan sonra, geriye beslenme alışkanlığını değiştirmek kalıyor. Yıllardır bu şekilde fazla kilolarla savaşmak zorunda kalmadan kendimce bir tarz geliştirdim. Tavsiye ediyorum.
         




         

         


8 Mart 2017 Çarşamba

KADIN OLMAK BÖYLE BİR ŞEY

       
kadın olmak


            Çocuk olmana asla izin vermezler. Doğduğun andan itibaren ileride bir kadın olacağın her türlü çirkinlikle sana hatırlatılır. Bazen yakın akrabadır bazen de komşun, bakkalın sahibi, belki çırağı...

             Korku hikayeleriyle büyürsün sonra. Şoför amcalar, tanımadığın adamlar şeker, dondurma, çikolata almak bahanesiyle alıp bir yerlere götürürler. Bilemezsin orada sana neler neler yaparlar. Kocaman adamlar, kirli eller ve pis bıyıklar, gözlerinin önünden hiçbir zaman gitmez. Gündüz dünyada gece rüyanda peşindedirler.

           İnsan değilsindir de bir oyuncaksındır. Kuluçka makineleri doğar, büyür ve çalışır.

           Sokaklarda bekler birileri... İnternette dolaşır bazıları... İsimsiz, sahtedirler, fırsat kollarlar. Bir resim, bir videodur istedikleri ya da ilgi. İstediklerini alamazlarsa yersin küfrü, hakareti.

           Okurlar meslek sahibi olmak için. Okulda babacan(!) öğretmenleri onlara özel ders anlatmak için ıssız odalara çağırırlar, kucaklarına oturturlar. Genç kız olduklarında moral vermek için(!) sarılırlar öğretmenler, saçlarını okşarlar, fırsat bulurlarsa yanaklarını sıkarlar. Yeri geldi mi taciz kokar sözleri. Konuşma derler sus, kimse duymasın, örtbas edilsin, kurum kirletilmesin.

           Çalıştıkları şirkette patronlarının talepleri arttıkça artar. Verilen işi yapmak yetmez de biraz rahatlatılmak isterler. Başbaşa kalmak isterler. İtiraz edince işten çıkarılırlar. Şikayet ettiklerinde karalanırlar. Arkadaşları abanır üstlerine fırsat buldukça dokunmak isterler. Kaçamazlar, yanlış anlamamalıdırlar, başka bir şey düşünüyorlarsa onlar kötü niyetlidir ama dokunanlar iyi...

                 
kadın olmak

               Anne olurlar korkarlar kızları için. Başlarına bir şey gelecek korkusuyla bir yere göndermek istemezler kızlarını. Hep bir endişe vardır akıllarında. Hava kararmadan evde dizlerinin dibinde olmalıdırlar.

               Aldatılırlar, susarlar. Bunu bir utanç gibi üzerlerinde taşırlar. Ne de olsa sebep hep kendileridir. Güzel olmak da yetmez her zaman vardır daha güzeli. Ruhlarına ve bedenlerine sahip olunduktan sonra bir kirli paçavra gibi atılırlar.

               Yalnızlıktan korkarlar, sevgisizlikten ve ilgisizlikten. Ön yargıdan, anlayışsızlıktan yorulurlar. Tükenirler ve öldüklerinde dinlenirler.


NOT: 8 Mart Kadınlar gününüz kutlu olsun. Yukarıda yazdıklarım süslü onlarca lafın arasında kaybolup gitsin. Yüceltilsin kadınlar yine, cennet ayaklarına serilsin. 

22 Şubat 2017 Çarşamba

BLOGGER SORUNLARI

blogger
         
         

             Merhaba Arkadaşlar;

            Blog yazmaya başlayalı çok olmadı ve yeterince tecrübe sahibi değilim fakat şimdiye kadar yaşadığım sorunları ve edindiğim bazı izlenimleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu ve benzer konularda sizlerin de paylaşmak istedikleriniz ve tavsiyeleriniz varsa vakit ayırıp yorum yazarsanız çok sevinirim.

            Yaşadığım en önemli sorun, izleyici panelinden beni izleyenlerin blog adreslerine ulaşamamak. Google'da aratmak zorunda kalıyorum ve bu zaman alıyor. Bazen belirtilen isimlere ait bloglara hiçbir şekilde ulaşamayabiliyorum. Bu nedenle beni izleyen arkadaşları, bazen izlemek mümkün olmuyor. Bazen de evet blog adresine ulaşıyorum bu kez hata mesajı ile karşılaşıyorum ki tekrar bu konuda yaptığım işlem çok gecikiyor. Her zaman bilgisayarın başında olamıyorum. Özellikle şu son bir buçuk ayda ancak yayın hazırlamak için bilgisayarı kullanabildim.
plus


           Google Plus'tan çevrelerden de beni eklerseniz yayınlarınızı okuma şansım daha fazla olabilir diye düşünüyorum. Sizde de oluyor mu bilmiyorum takip ediyor bile olsam daha sık yazanlar nedeniyle diğerlerinin yazılarını göremeyebiliyorum. Bu sorun da yine Plus'ta paylaşım yapılarak giderilebilir belki. Buradan daha çok yayın paylaşımını eleştirdiğim çıkarılmasın. Kesinlikle öyle değil. Bu, üretkenliğin daha fazla olduğunu gösterir. Herkes sık paylaşım yapamayabilir bu, hazırlanan yazının türü, teknolojik sorunlar ile de ilgili biraz.

Blog okumak

            Benim en fazla önem verdiğim konu, yayınların okunması. Bu benim için çok önemli. Sizler bir paylaşımda bulunduğunuzda, bunu mutlaka okumaya çalışıyorum. Bazen yorum yazmadığım olabiliyor ama takip ettiklerimi okumak için büyük çaba gösteriyorum. Hepsi bana bir şeyler katıyor. Bana göre paylaşılan her yayın -muhtemelen onca işin arasında- emek harcayarak hazırlanıyor olması açısından çok önemli. Bu emeğin en önemli teşekkürü, okunması. Bazı yazarların, bu gösterilen çabaya karşılık yeterince değer görmediğini üzülerek fark ediyorum. Bunlar içerisinde çok takipçisi olan da takipçi sayısı daha az olup gerçekten güzel yazanlar da var. Öyle içten yazıyorlar ki her okuduğumda, bir sonraki yazıda nelerden bahsedecek acaba diye düşünüyorum.

            Google Plus'ta paylaşım yaparken en büyük rahatsızlığım, aynı anda birden fazla toplulukta, koleksiyonda vs bunu gerçekleştirememek. Bu da profilimde aynı konuda bir çok kez yayın paylaşımı demek oluyor ki oldukça rahatsızlık verici. Bunu uzmanlarla paylaştığımda yapılacak şu an için bir şey olmadığı söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

            Eğer Blogger yorumlarını Google Plus'a bağlamışsanız, her paylaşım sonrası sadece sizin kendi paylaşımlarınız bile yorum panelini kaplıyor. Bir de onayladıktan sonra yayınlama gibi bir şansınız bulunmuyor. Goggle kendisi denetlediği için, yorumların bazılarını spam olarak algılıyor ki bu genellikle link içerenler olabiliyor, link verilmeden yapılan yorumlarda da aynı şey olabiliyor ve ben bazı yorumları gizlenmiş buluyorum. Bu da çözülmeyi bekleyen bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Diyeceksiniz ki yorum tercihini blogger olarak seç. Bildirimlerde daha belirgin olarak gözükmesi, yapılan yorumların da başkaları tarafından görülebilmesi, artılama imkânı (artılarla ilgili yaşanan problemlere de ayrıca değinilebilir şimdilik geçiyorum) açısından bunu daha fazla tercih ediyorum. Belki ileride değiştirebilirim de. Değişiklik yaptığımda yapılan tüm yorumların silindiğini düşünüyordum ama öyle olmuyormuş.

Teşekkürler

            Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Sizlerin de bu konularda fikirlerinizi, eklemek istediklerinizi öğrenmek isterim.
         


16 Şubat 2017 Perşembe

SADECE DİNLİYORUM

            Yardım denilince nedense insanların aklına sadece para geliyor. Oysa bazen yardım, ağlayan, uğradığını düşündüğü haksızlıklara isyan etme noktasına gelmiş birinin derdini dinlemektir. Onu, orada yağan yağmurun ve soğuğun eşliğinde denize bakarken bulabilirsin. Dokunsalar ağlayacak dedikleri bir ruh haliyle uzaklara bakıyordur.

            Neden bu kadar üzgünsün?

            Seni bu hale kim ya da kimler getirdi?

            Sebebi, kendin olduğuna öyle çok inandırmışsın ki  bundan bir türlü kurtulamıyorsun. Belki de yanlış olan başkaları ve sen sadece iyi olmanın fakat bir türlü karşılığını alamadığına kanaat ettiğin fedakârlığının -ki bunu gerçekten karşılıksız yaptığınla ilgili ufak bir testten geçiyor olabilirsin- sonucu olduğunu düşünüyorsun.

            Bir dakika dur ve düşün. O öyle değil. Kolay bir hayat yok.

            Biliyor musun herkesin ayrı bir dünyası ve bunun içinde yoğrulduğu bir kazanı var. Aynı dünyayı paylaşan, teğet geçen hayatlarda, birbirine karışmayan, sınırları kendine ait ayrı evrenlerde arz-ı endam ediyor insanlar.

            Bak hayatın alt üst olması da bir hayalden ibaret olabilir. Bu, seni daha güçlü kılacak bir başka dünyaya taşıyan basit bir tren. Sen, başka dünyaya adım atmamakla, kendini güvende hissediyor ama bir o kadar da ümitsiz duygular içinde adına yaşamak dediğin her biri birbirinin aynı olan günlerinin gittikçe azaldığını fark etmiyorsun. Yola çık. Bilet almana da gerek yok. Fakat bu kez, yaşadıklarından çıkardığın paha biçilmez derslerle yeniden başla her şeye.

            İnsanlara derdini anlattığında, sana kendi dertlerinden dem vuruyorlar. Ben seni dinliyorum. Başka hiçbir şey yapmadan dinliyorum üstelik. Dilimin ucuna gelmiyor mu, geliyor. Bilinçli olarak konuşmuyorum ve sadece sana odaklıyım. Kendini iyi hissedene kadar da bu böyle olacak.

            Tesadüf yok hayatta. Bizim karşılaşmamız da gayet planlı olmalı. Sen seni anlayacak birini arıyordun, ben de o gün orada seni yargılamadan dinlemek için bulunuyordum. "Yargılamadan dinlemek" ne kadar da güven veriyor insana. Diyorsun ki aslında, "Seni her şeyinle kabul ediyorum. İçinde bulunduğun halin nedenleri ile ilgilenmiyorum. Seni yaşadığın hiçbir şey için suçlamıyorum."

             Face"te, içinde martıların ve denizin olduğu, "Vazgeçemediğim keyif " diye paylaştığın o süslü yalanı kimse umursamıyor. Seni gerçekte umursayan bir kişi var, bir de o an orada bulunan ben. Öyleyse seni gerçek sevenlerin dediklerini dinle.

27 Ocak 2017 Cuma

DONALD TRUMP'IN OĞLU BARRON

       
Donald Trump

     
             Bir çocuğa ne yaparsa yapsın ne söylerse söylesin, "Sayko" denilemez. Dünyanın en zengini ve ABD başkanı da olsa, bir babanın kontrol edemeyeceği bir durumu sırf küçümsemek, onunla alay etmek, oğlu aracılığıyla babasını madara etmek ya da paylaşımlarda üst sıralarda görünmek adına bu yapılamaz.
 
             Konunun uzmanı değilim ahkâm kesecek halim de yok şüphesiz. Fakat videoyu izledikten hemen sonra çocuğun belki de otistik olabileceğini düşündüm. Bu olabilir evet. Gelecekte benzer bir durumla karşılaşmayacağınız ne malum. Yani sizin de çocuğunuz, diğer çocuklardan biraz daha farklı olabilir. O güne gidin. Soyunuzu devam ettireceğine, sizin için gurur kaynağı olacağına inandığınız ve bunun gibi çok büyük anlamlar yüklediğiniz çocuğuz, diğer normal denilen çocuklar gibi değilken ve bazı insanlar tarafından alay edilirken uzaktan şöyle bir bakın ona. O an bütün dünya sizin olsa ve size deseler ki, "Sahip olduğun her şeyi verirsen bu çocuk iyileşecek." Her şeyinizi vermek ve o çocuğu iyileştirmek istersiniz. Ama biliyor musunuz otizmin henüz bilinen ve kesin sonuç getiren bir tedavisi yok. Hatta sebebi bile tam olarak bilinmiyor. Bu tür çocukların bir çok konuda diğer insanlardan çok daha üstün yetenekleri var. Sadece insanlarla iletişim kurmada sorun yaşıyorlar.

              Diyelim ki herhangi bir rahatsızlığı yok ve tamamen normal bir çocuk. Yine de yapılanın telafisi yok. Bu sözleri söyledikten sonra artık bir özür yetmez, bin özür de yetmez inanın. Geri döndürülemez bir yanlış var elinizde.

              Babası bir ülkenin başkanı olma yolunda ilerlerken, çocuğun neler yaşadığını kendini nasıl bir psikolojik baskı altında hissettiğini bilmiyoruz. Binlerce kişinin içerisinde, bütün gözlerin üzerinde olduğunu hissetmesi, bir çocuğun kolayca kaldırabileceği bir şey değildir. Videoyu ilk izlediğimde ve altına yazılan "Sayko" ifadesini gördüğümde içimde çok büyük bir acı hissettim. İnanın o paylaşıma beğeni yapanlar belki de on saniyeden daha fazla bir süre düşünmeden beğen butonunu tıklamışlardı. Üzerinde hiç düşünmemişlerdi. Bu insanların, düşünmeden yaptığı  öyle çok davranış, yargıladığı ve aşağıladığı öyle çok insan var ki.  Bu olmamalı, sırf beğeni artırmak için ya da sadece eğlenceli bulduğumuz için, insanlar üzerinde oynamayalım. Varsın o kadar kişi beğenmesin bizi. Bunun için beğenmesin en azından. Bir insan hakkında bir paylaşım ya da yorum yaparken dikkatli olalım. Ortaya çıkabilecek sonuçları düşünelim.

             Öncelikle o sadece bir çocuk...

           

8 Ocak 2017 Pazar

BLOG TEMALARI VE İÇERİK

       
En iyi Blog Temaları

            Blogun güncellenmesi ve ya temasının değiştirilmesi üzerine pek çok tavsiye okuyorum. Çok güzel temalar seçip uygulayanlar var. Bazıları da sürekli temalarını değiştirdiklerini söylüyorlar. Aslında temamı özelleştirmek ve ilk bakışta göze hoş görünecek bir tema kullanmak istiyorum. Ücretsiz siteler var hatta bir tema bulup indirdim. Deneme amaçlı bir şeyler de yapmaya çalıştım. Gördüm ki HTML kodları üzerinden değişiklik yapılabiliyor. Ben de bu konuya oldukça yabancıyım. Bu çok zor geliyor bana. Uğraşmak da istemiyorum. Daha kolay bir yöntem yok mu acaba?

           Ancak benim dikkat çekmek istediğim bir konu da içerik. Daha önce okuduğum bir blogta tema adına ilginç gelebilecek hiçbir şey yoktu. Aynı zamanda çirkin denebilecek bir temasının olması dikkat çekiciydi. Bu konuda uzman değilim ama simsiyah bir zemine yazılmış gri de olabilir neyse kötüydü işte. Fakat yazılanları okumaya başladığınızda inanılmaz bir farklılık görüyorsunuz. Asıl konunun anlatımına geçmeden önceki girizgah sizi öylesine etkiliyor ki. Artık ondan sonra söyledikleri mükemmele dönüşüyor. Kelimelerin seçimi, onların kullanılışındaki ustalık ve yapılan tasvirler anlatımı gözünüzde canlandırıyor. Bir çeşit canlı yayın izliyor gibi oluyorsunuz. Tabi temanın ve içeriğin birlikte uyum içerisinde olduğu bloglar da gördüm. Diyeceksiniz sen ne kadar blog okudun öyle de denebilir tabi hiçbir konuda iddiam yok.

         Bu içerikleri oldukça iyi olan blogların sayısı azımsanmayacak -takipçi demek istemiyorum- okuyucuları var. İlla ki temanız mükemmel olacak diye bir şey yok. İçerik kaliteliyse okuyan sayısı da artıyor bana göre. Bugün değilse de ileride mutlaka herkesin tanıdığı bloglar haline gelinebilir bu şekilde olursa, Yani demek istiyorum ki, eğer blog içeriği iyi ise tema arka planda kalabiliyor.

          Benim tema değiştirme konusundaki başarısızlığıma binaen züğürt tesellisi nev'inden de alabilirsiniz tabi ki konuyu.


21 Aralık 2016 Çarşamba

TAKİPÇİ OLAYINDA ABARTIYA KAÇMAMAK


Takipçi Kasma
 İnsan neden yazı yazmaya başlar? Neden kendini durduramadığı böyle bir faaliyet içinde bulur? Bunun bir çok sebebi olabilir bana göre. Çok yetenekli olabilir mesela. Zamanında birileri tarafından keşfedilmiş ve yüreklendirilmiştir. Yazmaya devam eder, beğenildiğini gördükçe de bu onun yazmaya devam etmesini sağlar.


       Kimileri rahatlamak için yazar. Ben öyleyim. Kafamda bir sürü kelime dolaşıp duruyor, bazen bitecek mi diye bekliyorum. Bitmiyor. Öyle bir gürültü hali mevcut. Susturmak için ne yaparsam yapayım önüne geçemiyorum. Birine anlatmak konuşmak yeterli olmuyor. Ne zaman yazıya döküyorum, o zaman sesler kesiliyor. Biraz delilik anlayacağınız. Benimle birlikte bunu okuyan birilerinin olması daha önce oldukça rahatsız ediyordu fakat şimdi umursamıyorum. Hatta okunsun istiyorum.


       Sosyal medyadaki ve bloglardaki takip olayı, gereğinden fazla abartılıyor gibi geliyor. Gerçi böyle başlamıyor olabilir. Sonradan hırs haline geliyor diye düşünüyorum. Oysa ki biz başlarken sadece eğlenmek, bilgilenmek, fikirlerimizi paylaşmak için açıyoruz hesapları.


          Bir de sayısı önemli olmaya başlıyor bir süre sonra. Malum ne kadar çok kişi okursa o kadar mutlu olunuyor. Bir süre sonra beğenilmek her şeyden önce gelir oluyor. Bloglarda para kazanmak da önemli tabi. Takipçi bu nedenle önemli olabilir. Elde edilmesi istenen sonuç bizim yazma amacımız olduğunda, belli bir süre sonra ümitsizliğe doğru evriliyoruz. Diyelim ki sizi bir kişi takip ediyor, sizin değersiz paylaşım yaptığınız anlamına mı gelir bu? Hayır. Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Önemli olan yapılan yayınların insanlara ulaşması. Kim olursa olsun ve kaç kişi olursa olsun, arkasında kalabalıklar var diye de biri takip edilmez.


       Ben birini arkasında kalabalıklar var diye takip etmem örneğin. Benim için önemli olan samimiyettir. Bazen sadece fotoğraf paylaştıkları, selfilerini bir süre sonra görmekten bıktığım için bıraktığım hesaplar olmuştur. Sürekli küfür eden, ayrımcılık yapan hesapları da takip etmek istemem. Bunun dışında herkese kapım açıktır. Yazdıklarını okurum mutlaka, öylesine beğeniyormuş gibi yapmam.


Kendilerini yazarak mutlu hissedenler, mutlu oldukları için buna devam etmeliler.  Sonuçta herkes içinden ne gelirse onu yazar. Beğenirsin ya da beğenmezsin. Bazen eleştiri yapılabilir fakat kırıcı olmamalı. Başkasının ne düşündüğünü merak ettiğin için okursun, aynısını düşüneceksin diye bir şey yok.


Takipçilerden ağır eleştiriler alanlar gereğinden fazla büyütmemeyi öğrenmeli. Yoksa hep içimize kapanırız. Nerede olursak olalım böyle insanlarla karşılaşacağımız için hep yer mi değiştireceğiz. İyisi mi içimizden ne geliyorsa onu yapalım.


9 Aralık 2016 Cuma

ÖZEL İNSANLAR

           
Farlı olmak

            Başkalarını düşünen, hatta onlar için acı çeken insanların neden böyle yaptıklarının bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Bu bir kere zorlamakla gerçekleşecek türden bir şey değil. İçten geldiğine inanıyorum. Samimiyetsizce sadece paylaşım yapıp beğeni almak için yapanlar da olabilir tabi fakat bunun da hissedileceğini düşünüyorum.

            Öncelikle bu tür insanlar, hayatlarında ciddi denebilecek acılara maruz kalmış olabilirler. Bir başkasının acısına ağlamak için önce ne çektiğini hissetmek gerek. Acıyı kendileri çekmeseler bile çok hassas, sevgi dolu olduğuna inandığım bir kalbe sahipler. Bu özel kalp her yaratılanda bulunan fakat zamanla insanların körleştirdiği sıradan bir varlık.

             Diğer insanlar kendilerine verilmiş bu hediyeye iyi bakmak yerine üzerini örtmek için ellerinden geleni yapar olmuşlar. Örtenleri de anlayabiliyorum çünkü bir yerden sonra kendilerini korumak adına kulak tıkamak zorunda kalıyorlar. Fakat bizim konusunu ettiklerimiz bunun için ellerinden geleni yapsalar da değişemiyorlar. Bu seçilmiş insanlara verilen bir şey gibi geliyor.

             Duyarlılıkları tavan yapanların bir özelliği de sanat kabiliyetleri. Müzikle, edebiyatla, resimle uğraşıyorlar, dil konusunda inanılmaz yetenekleri olanlar var içlerinde. Biraz içine kapanık ve zaman zaman yalnızlığı tercih ediyorlar. Kendilerini anlaşılmaz buluyorlar, bu dünyaya ait değilmiş hissine kapılabiliyorlar. Bazı aykırı fikirleri ya da davranışları sebebiyle eleştiri konusu oluyorlar. Farklı olmak için çabalayanları bir kenara bırakalım, onlar farklı olmaya çalışmıyorlar, başkalarına benzemek isteseler bile benzeyemiyorlar.

             Böyle fazlasıyla hassas, kimine göre aşırı duygusal, her şeye kafayı takan (!)  biri olmanın başka bir yan etkisi ise yaşama sevinçlerinin bazen kesintiye uğraması.

             Fakat onlar için iyi ki var diyorum. Çünkü olmasalardı biz, ancak kendilerinin görebildikleri, çoğunluğa göre ayrıntı ve gereksiz ne varsa göremeyecektik.

             Biz gözlerinde sevgiyi, merhameti okuyacağımız bu insanlara teşekkür ediyoruz.

3 Aralık 2016 Cumartesi

SON MEKTUP

            Anneciğim, babacığım ve sevgili kardeşlerim;

            Size bu mektubu ölmeden az önce yazıyorum. Aslında ben sizden hiç vazgeçmedim. Hayatı çok seviyordum. Sizlerle bir ömür beraber olmayı öyle çok isterdim ki. Hani hep birlikte neşe içinde yaptığımız şeyler vardı ya şu an onların ne kadar değerli olduğunun farkındayım.

            Bir gün babam bana çarşıdan o en sevdiğim boya kalemlerini getirmişti hani. Resim yapmayı çok sevdiğim için nasıl da mutlu olup evimizin resmini çizmiştim. Bir de babamı çizmiştim hepimizi kucaklıyordu. Güneş gökyüzünde parlıyordu, evimizin bahçesinde ağaçlar ve çiçekler vardı. Yüzlerimiz gülüyordu. Balon uçuruyordum gökyüzüne...

            Kardeşlerim de benim gibi okumak istiyorlar ya anneciğim sen bize hep okuyup büyük insan olacağımızı söylerdin. Ben doktor olacaktım seni iyileştirmek için. Bir daha hasta olmayacaktın, babam hüzünlenmeyecekti bundan sonra. Kardeşlerimi de ben okutacaktım. Onların tüm ihtiyaçlarını karşılayacaktım söz vermiştim sana. Büyük bir eve taşınacaktık ve evimiz hiç soğuk olmayacaktı. Tek amacım vardı hayatta. Sizlere hayırlı bir evlat olacaktım.

            Buraya ilk geldiğimde sizden uzakta yapamam sanıyordum. O ilk günlerde her gece ağlamıştım. Fakat hiçbir zaman size söylemedim gizli gizli ağladığımı. Zamanla alıştım buradaki her çocuk benim gibi ailesinden uzakta olduğu için birbirimize kardeş olmuştuk.

            Bugün ne olduysa oldu bir yangın başladı alt katta. Biz korkudan ne yapacağımızı şaşırdık. Su döküp söndürmek istedik ama alevler öyle büyüktü ki suyu yutup daha da güçleniyordu sanki. Üst kata çıktık kaçmak için. Yangın merdivenlerinin kapıları kilitli duruyordu hep güvenliğimiz için. Yangın merdivenleri ne için var anne? Kurtulmak için ne yapabilirim? Açılmıyor, açamıyorum, kaçamıyorum.

             Sizi çok seviyorum...



           

20 Kasım 2016 Pazar

KEDİM

Bir süredir herhangi başka bir şey yapamaz oldum. Kedimin yemeği, oyunu, kumu, uykusu tırmalaması derken nasıl yoruldum anlatamam. Gözlerini çevreleyen ve kulaklarına doğru uzanan simsiyah tüyleri, sonradan iliştirilmiş gibi duran yine siyah bir kuyruğu var. Geri kalan bölümü ise bembeyaz.

Kedimin genelde uykusu yok. Uyumak isterse de mis gibi yatağı varken, gelip benim yatağımda yatmaya çalışıyor. Önce beni kaldırıyor ki rahat yatabilsin. Odada oradan oraya zıplıyor. Nasıl komik bir kedi bu ve tam bir manyak. Topa doğru bir yan yan gidişi var ki görmelisiniz. Kedi seven insanların yaptığı şeyleri aynen yapıyorum. Kedimi anlatıyorum başkalarına. Bana öyle tatlı geliyor ki herkes de sevmeli onu. Daha önce bir kedim olmamıştı. Kedim demek bile çok şeker.

Fakat bu kedinin benimle ilgisi yemek düzeyinde. Bir aşçı ve müşteri ilişkisi var. Gerçi para da verdiği yok ama yemek istediğindeki o miyavlama nasıl dayanılmaz anlatamam. Bu kediler demek böyle oluyor. İşlerine gelirse kendilerini sevdiriyorlar. Canları isterse birazcık işte şöyle kıyıdan köşeden sevgi gösterisinde bulunuyorlar.

Geçen gün kapı kapalı olduğu için diğer odada mahsur kaldığından mıdır nedir çişini yaptı. Tabi temizlik üstüne temizlik sonra. Daha önce hiç yapmamıştı aslında çok temizdir. Böyle de temize çıkarıyorum…

O daha bebek olduğu için tek bildiği şey oyun, ne görse oyuncak. Benim oynatmamı da istiyor, hem de parmaklarıma pençe atarak oynamak istiyor. Büyüdükçe, tırnakları güçlendikçe her tarafımı tırmalar oldu. Ellerim çizik içinde kaldı. Ona bunun yanlış olduğunu öğretmeye(!) çalışıyorum. İleride bırakır mı bilmem.

Dediklerimi anladığını düşünüyorum bazen, ben de onu anlıyorum ya da bana mı öyle geliyor? Her kedi sahibi gibi kedimin beni anladığını iddia ederek benzerlerimin yaptıklarını yapıyorum. Onunla konuşuyorum bir çocuk gibi konuşuyorum hem de. Ben mi çocuğum o mu çocuk orada bir karmaşık durum var ya neyse. Sessiz durduğunda kesin bir şeyler karıştırıyor oluyor. Kızdığım ne varsa çaktırmadan sessizce yaparken buluyorum onu.

Uzun yıllar bakabilecek miyim acaba? Kendime de güvenim yok kediye de. Beni terk edip giderse ya da ölürse, ben ne yaparım o zaman? Bir gün o kadar çok yemişti ki tıkandı sanki, ölüyor sandım. Yemeği böylesine çok seven iştahlı bir yaratık görmedim daha önce. Beni ne zaman görse yiyecek bir şeyler istiyor.

Bu kedinin annesinin yanında olması gerekirdi. Annesi ne istiyorsa anlardı bir kere. En önemlisi de süt. Annesini emmeye ihtiyacı var. Bu tabaktaki sütle olmuyor,  içine su katılan üstelik. Süt kedilere zararlıymış laktozsuz süt olmalıymış. Annesinin sütü öyle mi ya. Sadece ona özel üretilmiş bir süt geliyor annesinden. Bütün bebeklere öyle özel süt gönderiliyor. Bu ne kadar inanılmaz Allah’ım.

Şimdi kucağımda mışıl mışıl uyuyor ki bu, oyun oynayalım diye gece beni uyandıracak   demek oluyor

6 Kasım 2016 Pazar

UZAK DEĞİL

SEVGİNİN GÜCÜ

Öyle adamlar var mıdır dünyada. Sevdiklerini ne pahasına olursa olsun koruyan. Kendilerini yok edecek bir yola girseler bile asla yanından ayrılmayanlar. Birini düşün ki savunmasız ve oldukça korkmuş, kimsesi yok. Diğerleri tarafından anlaşılmaktan öyle uzak ki, yorgunluğu her halinden okunuyor.

Bir cümle bir insan için asla yeterli değildir, o göründüğünden fazlasıdır daima. Her insan bir kitaptır ve bu kitap, okumak isteyenler tarafından okunabilir. Kalabalıklar içinde herkesin tanıdığını zannettiği biriyken seni tanıyan yoktur belki de.

O seni tanıyabilecek kişi de hiç karşına çıkmamış olabilir. O zaman bir tarafın hep eksiktir. Seni tamamlayacak parça ait olduğu yerde olmadığında yüreğin de bozuk bir saatten farksızdır. Yakınlık zannettiğin ölçülür bir şey değil ki  yanındaki yakın olsun. Bir de bakarsın, o çok ihtiyacın olduğunda en yakınındakinden beklediğin ne varsa kendi gibi yokluğa hapsolmuştur.

Dostlukların sosyal medyada yürüdüğü, bir araya gelenlerin telefonlarıyla eğlendiği bir dünyaya bakıyoruz. Aile dediğimiz çekirdek yapıdan çıtır çıtır sesler geliyor. Çocuklar kimsesiz, eşler yalnız. İhtiyacı olanlara beğenilerle acil(!) yardım ettiğimizi, hastaları ziyaret ettiğimizi, arkadaşlarımızın gönlünü aldığımızı, cumaları kutladığımızı, bayramlaştığımızı zannederken biz sadece kendimizi kandırıyoruz.

O eski dostluklar, eski mutlu aileler filmlerde kaldı diye tepki gösteriyoruz. Belki çoğunlukla bunları derken bir arkadaşımızın ziyaret talebini şu aralar çok yoğunum diye geçiştiriyoruz. Anne babalarımız da bizden aynı şekilde ilgi beklerken aynı bahaneyi sunuyoruz. Çocuklarımıza da ayıracak vaktimiz yok çünkü izlenmesi gereken televizyon dizileri, tıklanması gereken hesaplarımız var.

Belki sen de tamamlanmayı bekleyen herhangi birisin ama seni tamamlayacak olan, zaman ayırmadığın değil emin ol.

Öyle kadınlar var mıdır dünyada, sevdiklerini ne pahasına olursa olsun asla bırakmayan. İçinde bitmeyen bir sevgi ve şefkatle sarılan, yalnız bırakmayan.

Beklediklerinin hepsi var. Yeter ki sende temiz bir yürek olsun, gerçekleri görebilecek anlamak isteyen bir ruh, bir vicdan ki samimiyetle doğruları yapmaktan alıkoymayacak.


Uzak değilsin istersen...

4 Kasım 2016 Cuma

ZOR ZAMANLAR


Böyle zamanlarda içime kapanıyorum. Ne söylense boş gelen, en etkili sözlerin bile bir faydasının olmadığı böyle günlerde. Konuşmanın anlamsız, kelimelerin kifayetsiz kaldığı, çaresizliğin hüküm sürdüğü toprakların, o içimi sızlatan kokusunu duyduğum günlerin gecelerinde.

Şairin dediği gibi bir ay doğsa bu karanlık zindan gecelerin, suyun üstündeki yakamozlarla aydınlandığı, güneşli sabahlara uyansak artık. Gözlerimizde ümidin pırıltısı olsa ülkem sevgiyle dolsa. Benim insanlarım da hak ediyor o hep hayallerini kurduğumuz, içinde mutluluğun alabildiğine yaşandığı uzak ülkelerin hayatlarını.

Havası mı suyu mu yoksa toprağı mı nedir böylesine paylaşılmaz kılan? Hep dışarıdan mı gelir bize savaşlar hiç içimizden gelmez mi barış?  Oysa ki kaldır başını gökyüzüne bak. Aynı yere bakıyoruz. Aynı topraklara doğuyor bu güzel güneş. Ya da denizde bir gemi ki, fırtınalara karşı bir başına dururken su içeri giriyor,

Ben acılar denizi olmuşum. Doğduğumdan beri başka bir hikaye özlemiyle gelmişim bu yaşa. Aynı hikayenin farklı biçimlerini duymuş kulaklarım. Bıkmışım dinlemekten. Yeni duyuyor gibi hala anlamayanlar, artık hayret içinde bile bırakmıyor beni. Hayret edilecek bir şey yok. Yıllarca da dinleseler yeni duymuş gibi yapıyorlar. Acaba rol mü diyorum değil. Hayatlarının baş rolünü oynadığını zanneden figüranlar gibi hepsi.

Bir ay doğsa, bir deli rüzgâr çıksa alıp götürse, yılların içimize bıraktığı ayrılık tohumlarını

30 Ekim 2016 Pazar

ZORLUKLAR ve ANLATTIKLARI

       

         Karşımıza çıkan her insan, yaşadığımız her olay bize bir şeyler anlatıyor. Okuyabiliyorsak hayatımıza farklı bir şekilde devam edebiliyoruz. Anlamıyorsak tekrar be tekrar benzerleri ile bir başka köşe başında buluşuyoruz.

         Kimi eşinden dertli, kimi çocuğundan, hak etmediği hangi sıkıntıdan muzdarip bir başkası. Hak etmedim diyor. Ne vardı şimdi bu acıya, zaman kaybına, olması gereksiz anlara, yıllara. Oysa bilmediğimiz bir sebeple imtihan oluyoruz. Neye inanırsanız inanın hatta inancınız olmasın ama bundan kurtulmanız mümkün değil. Yazın arkasından kışın, gündüzün arkasından gecenin, doğumun arkasından ölümün gelmesi kadar dünyanın aşina olduğu bir şey.

        Çok güçlü olsanız bile sizin o yaşama sevincinizi yerle bir edecek bir dönemin içine girdiğinizde zaman zaman çöküyor, bazen bittim diyebiliyorsunuz. Bir yakınım şöyle diyordu. "Yiyorum içiyorum, yaşıyorum gibi gözüküyor ama kendimi bir ceset gibi sürüklüyorum". İşte bu süreç bizim gerçekten dibe battığımızı hissettiğimiz anlar. Bir kuyudasın ve çıkamıyorsun, çığlık çığlığa yardım istiyorsun belki, duyulmuyor. Söylenen her cümle anlamsız ve faydasız olmaktan başka işe yaramıyor.

         Ne yapmalı böyle zamanlarda? Biraz durup dinlenmeli geçmiş ve geleceği, başkalarının sizinle ilgili düşüncelerini bir kenara bırakıp. Benim bu yaşadıklarımın bana anlattığı bir ders olmalı demeliyiz. Bende tamamlanması gereken hangi eksik yön var ya da öğrenmem gereken bilgi nedir? Bazen sorunun kendisi bir ders olmaz da çevrenizdeki iyi insanların varlığını görmeye başlarsınız. Daha büyük dertlere sahip insanların farkına varmaya başlarsınız.

         Bir de biz bundan önce gelmiş geçmiş, bundan sonra da gelecek ve yine bitecek hayatlar içerisinde gayet sıradan, bir hikayeye sahip olan varlığız. Karşılaştığımız zorluklar ne kadar büyük olursa olsun ne ilkiz ne de son olacağız. Hak ettiğimiz için değil ihtiyacımız olduğu için bunlar başımıza geliyor. Neye ihtiyacımızın olduğu, parmak izlerimiz, ses tellerimiz, gözümüzdeki retina, sahip olduğumuz DNA gibi farklılık arz ediyor. Herkes kendi açısından değerlendirecek, anlayıp kabul ettikten sonra ayağa kalkacak ve hayatına devam edecek.

         Sonunda elde edeceklerimize bakıldığında yaşadığımız her şeye şükreder hale geleceğiz. Ne geçmişe bakıp "neden yaptım?" demeli ne de geleceğin karanlığı bize korku vermeli.

         Bir ihtimal daha var.

         O da sevmek mi dersin?




    

27 Ekim 2016 Perşembe

İYİ İNSAN YETİŞTİRMEK

         İnsana yatırım yapmalıyız. Kaliteli, dünya standartlarında, eğitimli, yeni şeyler planlayan, düşünmekten ve hayal etmekten korkmayan çocuklar yetiştirmeliyiz. Ama önce insani değerleri önemseyen, kendine güvenen, dinlemeyi bilen bireyler olmalılar. 

         Çocuk yetiştirmek saksıda çiçek, evde hayvan büyütmeye benzemiyor. Çocuğu eğitirken yapılan her hata onun tüm hayatını etkiliyor. Sevgi dolu bir ailede büyüyorsa sevmeyi ve saygı duymayı öğreniyor.

         Küçük yaşlarında evlerinden ayrılanlar, yeterli ilgi ve sevgiyi elde edemedikleri için, bu yönleri eksik kalıyor. Zorba insanlarla karşılaşıyorlarsa, gelecekte ezebileceklerini düşündükleri kişilere de aynı davranışları yapıyorlar. Aile terbiyesinden uzak kaldıkları için belli başlı nezaket kurallarını da öğrenmeleri çok zor oluyor. Bu kişilere dinlemeyi öğretmek de çok zor. Ailen soru sorduğunda seni dinler çünkü. Dinlemeyi bilmeyenler asla gelişmezler. 

         Çocukların her sorduğu soru, sabırla dinlenmeli.  Değişime kapalı ve kaba insanlar yetiştirmek istemeyiz değil mi? Çocuklarımızı dinleyelim bazen saçma sapan bile konuşabilirler olsun yine de onlara değer verdiğimizi göstermek kendilerini değerli hissettirmek için onları dinleyelim. 

         Onlara iyi insan olmanın yollarını göstererek öğretelim. Biz kendimiz söylediklerimizi yapmazsak, iyi örnek olmazsak iyi bir sonuç elde edemeyiz. Gözlem yapmalarını öğütleyelim sonra. Annem bana, "İyi insanları taklit et kötü ve sevilmeyen insanlara da bakıp nasıl davranmayacağını öğren" derdi. Ben de öyle yaptım iyi oldum mu bilmem ama kötü olmamak için elimden geleni yaptım.

          Çocuklarımızı koşulsuz sevelim. Sadece var oldukları için sevelim onları. Kendilerine olan güvenlerini artırmak için bu o kadar önemli ki. Onlardan hep mükemmel olmalarını bekliyoruz. Ne kadar başarılı olursalar olsunlar, filancadan örnek verip değersizleştiriyoruz varlıklarını. Oysa ki bir başkası olmaya ihtiyaçları yok. Bizim tarafımızdan karşılıksız sevilmeye ihtiyaçları var.

         Bunları yaptıktan sonra da akademik anlamda eğitelim onları. Ama eğitimin salt okuldan ibaret olmadığını, kendilerini geliştirmek için her yolu denemeleri gerektiğini öğretelim. Farklı fikirler sunduklarında "Ne kadar saçma" demeyelim. Muhtemelen bizim bir çok şeyi saçma bulmamız, hayal gücümüzün zayıflığından kaynaklanıyordur. 

         Bırakalım da istedikleri gibi bir hobi edinsinler. Bir dönem maymun iştahlı olabilirler, hepsini denesinler izin verelim. Mutlaka yapmaktan zevk alacakları güzel bir uğraşları olacaktır.

         Eleştirdikleri zaman izin verelim ki ileride kendileri ile ilgili eleştirileri dikkate alabilsinler. 

         Bugün bu yazıyı neden yazıyorum. Şu aralar. beni inanılmaz yoran biri ile uğraşıyorum. Çektiğim bir sürü sıkıntı yetmezmiş gibi bir de enerjimi tüketen birine sabretmek zorundayım. Bütün bu çekilmez hallerinin yukarıda anlattıklarımla ilgili olduğunu düşünüyorum. Onun için yapılacak bir şey var mı bilmem ama bundan sonra bir kişi için bile fark etse yeter diyorum. 

         Dediğim gibi bitki, yarış atı ya da bir koyun yetiştirmiyoruz. İnsan yetiştiriyoruz.