6 Kasım 2016 Pazar

UZAK DEĞİL

SEVGİNİN GÜCÜ

Öyle adamlar var mıdır dünyada. Sevdiklerini ne pahasına olursa olsun koruyan. Kendilerini yok edecek bir yola girseler bile asla yanından ayrılmayanlar. Birini düşün ki savunmasız ve oldukça korkmuş, kimsesi yok. Diğerleri tarafından anlaşılmaktan öyle uzak ki, yorgunluğu her halinden okunuyor.

Bir cümle bir insan için asla yeterli değildir, o göründüğünden fazlasıdır daima. Her insan bir kitaptır ve bu kitap, okumak isteyenler tarafından okunabilir. Kalabalıklar içinde herkesin tanıdığını zannettiği biriyken seni tanıyan yoktur belki de.

O seni tanıyabilecek kişi de hiç karşına çıkmamış olabilir. O zaman bir tarafın hep eksiktir. Seni tamamlayacak parça ait olduğu yerde olmadığında yüreğin de bozuk bir saatten farksızdır. Yakınlık zannettiğin ölçülür bir şey değil ki  yanındaki yakın olsun. Bir de bakarsın, o çok ihtiyacın olduğunda en yakınındakinden beklediğin ne varsa kendi gibi yokluğa hapsolmuştur.

Dostlukların sosyal medyada yürüdüğü, bir araya gelenlerin telefonlarıyla eğlendiği bir dünyaya bakıyoruz. Aile dediğimiz çekirdek yapıdan çıtır çıtır sesler geliyor. Çocuklar kimsesiz, eşler yalnız. İhtiyacı olanlara beğenilerle acil(!) yardım ettiğimizi, hastaları ziyaret ettiğimizi, arkadaşlarımızın gönlünü aldığımızı, cumaları kutladığımızı, bayramlaştığımızı zannederken biz sadece kendimizi kandırıyoruz.

O eski dostluklar, eski mutlu aileler filmlerde kaldı diye tepki gösteriyoruz. Belki çoğunlukla bunları derken bir arkadaşımızın ziyaret talebini şu aralar çok yoğunum diye geçiştiriyoruz. Anne babalarımız da bizden aynı şekilde ilgi beklerken aynı bahaneyi sunuyoruz. Çocuklarımıza da ayıracak vaktimiz yok çünkü izlenmesi gereken televizyon dizileri, tıklanması gereken hesaplarımız var.

Belki sen de tamamlanmayı bekleyen herhangi birisin ama seni tamamlayacak olan, zaman ayırmadığın değil emin ol.

Öyle kadınlar var mıdır dünyada, sevdiklerini ne pahasına olursa olsun asla bırakmayan. İçinde bitmeyen bir sevgi ve şefkatle sarılan, yalnız bırakmayan.

Beklediklerinin hepsi var. Yeter ki sende temiz bir yürek olsun, gerçekleri görebilecek anlamak isteyen bir ruh, bir vicdan ki samimiyetle doğruları yapmaktan alıkoymayacak.


Uzak değilsin istersen...

4 Kasım 2016 Cuma

ZOR ZAMANLAR


Böyle zamanlarda içime kapanıyorum. Ne söylense boş gelen, en etkili sözlerin bile bir faydasının olmadığı böyle günlerde. Konuşmanın anlamsız, kelimelerin kifayetsiz kaldığı, çaresizliğin hüküm sürdüğü toprakların, o içimi sızlatan kokusunu duyduğum günlerin gecelerinde.

Şairin dediği gibi bir ay doğsa bu karanlık zindan gecelerin, suyun üstündeki yakamozlarla aydınlandığı, güneşli sabahlara uyansak artık. Gözlerimizde ümidin pırıltısı olsa ülkem sevgiyle dolsa. Benim insanlarım da hak ediyor o hep hayallerini kurduğumuz, içinde mutluluğun alabildiğine yaşandığı uzak ülkelerin hayatlarını.

Havası mı suyu mu yoksa toprağı mı nedir böylesine paylaşılmaz kılan? Hep dışarıdan mı gelir bize savaşlar hiç içimizden gelmez mi barış?  Oysa ki kaldır başını gökyüzüne bak. Aynı yere bakıyoruz. Aynı topraklara doğuyor bu güzel güneş. Ya da denizde bir gemi ki, fırtınalara karşı bir başına dururken su içeri giriyor,

Ben acılar denizi olmuşum. Doğduğumdan beri başka bir hikaye özlemiyle gelmişim bu yaşa. Aynı hikayenin farklı biçimlerini duymuş kulaklarım. Bıkmışım dinlemekten. Yeni duyuyor gibi hala anlamayanlar, artık hayret içinde bile bırakmıyor beni. Hayret edilecek bir şey yok. Yıllarca da dinleseler yeni duymuş gibi yapıyorlar. Acaba rol mü diyorum değil. Hayatlarının baş rolünü oynadığını zanneden figüranlar gibi hepsi.

Bir ay doğsa, bir deli rüzgâr çıksa alıp götürse, yılların içimize bıraktığı ayrılık tohumlarını

2 Kasım 2016 Çarşamba

ONSUZ GEÇEN BİR ÖMÜR

Hikaye


Sabah daha hava aydınlanmadan yola çıkmıştı. Tüm eşyalarını önceki gece toplamış, bir mektup bırakıp ayrıca bir vedaya gerek görmeden gitmişti işte. Oysa yaşanmış olan yılların burukluğu içindeyken hiç üzülmemiş gibi yapmak onun için oldukça anlamsızdı. Yolda durup sabah kahvaltısı niyetine gevrek aldı. Sahildeki çay bahçesine oturup deniz eşliğinde aldıklarını yedi. Bir sigara yaktı ardından, otobüsün kalkmasına bir saat vardı ve servis aracı gelir gelmez bindi arabaya.

Egzoz  ve mazot kokusunun eşlik ettiği havayı teneffüs etmek bir an midesini bulandırmıştı. Çocukken otobüslerde hep midesi alt üst olur, bazen de içi dışına çıkardı.

Koltuğuna oturdu, “Neyse ki yanım boşmuş şimdi rahat rahat uyurum.” dedi. Az sonra otobüs hareket etti. Camdan dışarıyı seyrederken yavaş yavaş gözleri kapandı. Uyandığında ilk mola yerinde, bir an tereddüt ettikten sonra inmeye karar verdi. Etrafta dolaşan insanların her biri ayrı hayatlara sahiptiler ama bu yol onları bir araya getirmişti. Belki hiçbiriyle bir daha karşılaşmayacaktı ve kimsenin hayatıyla ilgili de en ufak bir bilgisi bulunmuyordu. Fakat o, her zaman insanlara kendince hikayeler uydurup vakit geçirmeyi severdi. Mesela şu yaşlı adam ve karısı artık bir bağımlılık haline gelmiş evlilikleri sayesinde birbirlerinden hiç ayrılmıyorlardı. İki çocukları vardı fakat dışarıda okuyorlardı. Bu ikisi tatil günlerinde yollarını gözlüyorlardı evlatlarının.

“Ben ne vefasız adamım” dedi.. Babamı görmeyeli aylar olmasına rağmen bir telefon bile etmeye sanki üşeniyorum. Pınar bana ne çok kızardı babamı aramıyorum diye. Hatırlatmaktan hiç bıkmazdı. İnat etmiyordum da elim telefona gitmiyordu işte, babamı sevmediğimden değil de nedense aramız uzun zamandır iyi değildi.  

Pınar ise oldukça vefalı bir çocuktu. Anne ve babasıyla geçirdiği mutlu günleri sık sık hatırlar ve bana da hep onlardan bahsederdi. Ne kadar da hayat dolu bir kadındı. Ben ise onu  hiç hak etmiyordum. Bir anda kıvırcık saçları ve kocaman gözleri, gülümseyen yüzü  ile karşımda belirdi. Bu kadın bende ne buluyordu da beni bir türlü terk etmiyordu. Çevresinde ondan hoşlanan birçok erkek olmasına rağmen gözü benden başkasını görmüyordu. Kendi kendime “Onu terk etmese miydim” diye düşündüm. Hem böylece işler kolaylaşırdı. Değişikliği sevmiyordum fakat artık beni boğan bir şeyler vardı o evde. Muavinin seslenmesiyle kendime geldim ve otobüsteki yerimi aldım. Ön tarafta bir genç, yüksek sesle müzik dinliyordu. Onun yaşındayken ben de böyle yapardım. Tekrar uyumak için koltuğumu arkaya yatırdım güneş gözlerimi aldığı için perdeyi kapattım.

Uyandığımda yeni mola yerindeydik. Yanımda da biri oturuyordu. Yaşlı bir amca eşyalarının kalan kısmını koltuğun altına yerleştiriyordu. Önemli olmalıydılar ki yanına almıştı. İçimden “Fazla konuşmasa bari, en iyisi uyku moduna tekrar girmek.” deyip gözlerimi tekrar kapadım. Yaşlı amca yol boyunca kitap okudu. Benimle bir kere bile konuşmamıştı. Bu kez de ben meraklandım. Okumayı bu kadar seven kaç kişi kalmıştı ki. Emekli bir profesördü, hala okuyordu. Hiç evlenmemişti ve yalnızlığından şikayeti de yoktu. Ben ise yalnız kalmayı sevmiyordum. Korkuyordum. Akşam olmak üzereydi. Otobüs benzin almak için tekrar durduğunda aşağıda çay içmeyi teklif ettim. Birlikte indik. “Evlat yıllar hızla akıp gidiyor. Şu hayatta en pişman olduğum şey bir çocuğumun olmamasıdır.” Buna şaşırmıştım çünkü bunun onda bir eksiklik yarattığını hissetmemiştim. “Biliyor musun?”dedi. “Bir zamanlar bir kadını sevmiştim çok iyi bir insandı. Onunla geçirdiğim her an beni nasıl mutlu ederdi bilemezsin. Kısacık kızıl saçları, bembeyaz bir teni vardı. Saçları gerçekten kızıldı ama öyle şimdiki boyalı saçlar gibi değil.

Üniversitede her günümüz birlikte geçiyordu. Ayrı kalmak beni öyle hüzünlendirirdi ki  bazen sabah olduğunda onu görmezsem içimi bir sıkıntı kaplar gözlerim buğulanırdı. Biz güzel bir çiftlik evinde yaşamayı hayal ediyorduk. Doğacak çocuğumuzla ilgili saatlerce konuşurduk. Birlikte yaşlanmanın hayalini kurardık.

Bana yurt dışında önemli bir okulda yüksek lisans yapma imkânı verilmişti üniversite tarafından. Kabul etmeyi kesinlikle düşünmüyordum.  Onu seviyordum ve ondan uzaklaşmak istemiyordum. O ise çok ısrar etti.  Burada beni bekleyeceğini söyledi. Ne desem dinlemedi. Geleceğimiz için bunu yapmamı, birlikte yaşayacağımız çok güzel günlerin olduğunu söyledi. Sonunda ikna oldum ve gittim. Önceleri her hafta mektuplaşıyorduk. Tabii sizin gibi bilgisayarda görüşmek yok o zamanlar. Aylarca sadece okul ve ev arasında mekik dokudum. Bir akşam üniversitede bir proje toplantısı sonrası arkadaşların da ısrarıyla bir partiye katıldım. Başlangıçta eğleniyor gibi görünmüyordum. Sonrasında alkolün de etkisiyle kendimi kaptırmışım. Partide bir kızla tanıştık sonraki günlerde de önceleri haftada bir olan görüşmelerimizin sayısı artmaya başladı. Ben aslında içten içe pişmanlık duyuyordum ama üniversite hayatıma da biraz renk gelmeye başlamıştı. Seçil’den gelen mektuplara verdiğim cevapların süresi on beş güne, derken bir aya uzamaya başlamıştı. Birinci yılın sonunda yaz tatili için Türkiye’ye dönmüştüm.  Seçil’le görüştüğümüzde ona biraz soğuk davranmıştım. O hiçbir şey söylemedi biliyor musun? Fakat bir daha da aramadı. O aramayınca ben de aramadım. Sonra bir baktım ki Linda bana sürpriz yapıp yanıma gelmiş. O’na İzmir’i gezdirdim. Çeşme’ye gittik birlikte. Buralara nasıl hayran kaldı anlatamam. Yazın sonunda, Amerika’ya birlikte döndük. Linda bir gün beni karşısına alıp “Seninle konuşmalıyız.” dedi. Bu beni çok şaşırtmıştı. Artık bana karşı duygularından emin olmadığını ve ayrılmak istediğini  yeni tanıştığı Martin’i sevdiğini söyledi. Ben, tabii çok üzüldüm. O yılı nasıl bitirdiğimi hatırlamıyorum. Kendimi aptal gibi hissediyordum.

Eve döndüğümde ilk işim Seçil’i aramak oldu. Fakat cevap vermiyordu. Oturdukları yerden de taşınmışlardı. Komşularına, ortak arkadaşlarımıza sorduysam da bir türlü netice alamadım. Yaptıklarım için öyle pişmandım ki. Onu aradığım zamanlarda, aslında başkasıyla olamayacağımı anladığım o karanlık geçen günlerde, her gün ağlıyordum. Eğlenceli, sevgi dolu, bir o kadar da beni mutlu eden sıcak gülümsemesi ve şefkatini hatırladıkça bir çocuk gibi ağlıyordum. Sahile gidip denize doğru dönüp hıçkırıklarımı kimse duymasın, kimse beni görmesin diye sessiz bir yere oturuyordum ve göz pınarlarım kuruyana kadar ağlıyordum. Bir adamın bu denli ağladığına daha önce inan şahit olmamıştım. Öyle acınacak haldeydim ki tarifi imkânsız. Aylarca kendime gelemedim. Onun gibi birine, bir daha rastlamam mümkün değildi ve ben onu kaybetmiştim. Buna değer miydi? Ben onsuz ne yapacaktım?”

Derken muavin seslendi ve biz otobüse tekrar bindik. Yaşlı adamla konuşmamak için numara yapan ben, bu kez hikayenin devamını dinlemek için sabırsızlanıyordum.

“Daha sonra ne oldu” diye sordum.

“Sonra bulabildiniz mi Seçil’i ?”.

“Hayır” dedi. “Bulamadım.”

Fakat bir gün ortak bir arkadaşımızla Konak’ta karşılaştık. Bana Seçil’den ve yaşadığı trajik kazadan bahsetti. Oturdukları evde bir yangın çıkmış. Gazdan zehirlenip ölmüş. Ben tabi bunu duyunca yıkıldım. Bir daha ne başka bir kadının elini tuttum, ne de yakınlaşmak için bir çabam oldu. Eğer ben ona ihanet etmeseydim, şimdi yanımda oturan o olacaktı. Belki iki çocuğumuzun yolunu gözlüyor onların iyi olmasından başka bir şeyi dert etmiyor olacaktık. Ölümüyle, beni bu dünyada gerçekten de kimsesiz bırakmıştı.”

Bu hikaye beni o kadar sarsmıştı ki bir an benim de aklıma, terk ettiğim sevgilim geldi. Hayatta olmadığını düşündüm. Uzak bile olsa hayatta olması benim için yeterli iken, onun ölme ihtimali ve benim onsuz geçen yıllarımda nasıl bir kâbusun içinde olacağım düşüncesi katlanılır gibi değildi.. Öyle ya, benim içimdeki karanlığı aydınlatan tek kadın oydu. Hatta tek insandı. Ben ise şımarıklık içinde onu terk ediyordum. Otobüs Ankara’ya ulaştığında, tekrar bilet aldım ve eve geri döndüm. Mektubu heyecanla kontrol ettim. Aman Allah’ım, bıraktığım yerde yoktu. Kesin okumuştu. Eşyalarını kontrol ettim hepsi duruyordu. Telefon açtım cevap vermiyordu. O gece evde, o adam gibi sabaha kadar acı içinde bekledim. Gelmeyeceğini anlamıştım. Benim gibi birisini ne yapsın ki…

Pişmanlık

Salonda uyuyakalmışım. Sabah bir çığlıkla uyandım. Arkasından bir kahkaha sesi geldi. Sevgilim meğer ailesini ziyarete gitmiş, bana ulaşamadığı için haber verememişti. İçimden, “Doğru, otobüste kapatmıştım” dedim. Evi temizlemeye gelen kadını sordu. “Bazen yanında olmayınca savsaklıyor. İyi temizlemiş mi bari” dedi. İçimden bir oh çektim.

“Eee sen ne yaptın bensiz bakalım” dedi.

"Seni bekledim" dedim. Seni sonsuza kadar beklerim...

30 Ekim 2016 Pazar

ZORLUKLAR ve ANLATTIKLARI

       

         Karşımıza çıkan her insan, yaşadığımız her olay bize bir şeyler anlatıyor. Okuyabiliyorsak hayatımıza farklı bir şekilde devam edebiliyoruz. Anlamıyorsak tekrar be tekrar benzerleri ile bir başka köşe başında buluşuyoruz.

         Kimi eşinden dertli, kimi çocuğundan, hak etmediği hangi sıkıntıdan muzdarip bir başkası. Hak etmedim diyor. Ne vardı şimdi bu acıya, zaman kaybına, olması gereksiz anlara, yıllara. Oysa bilmediğimiz bir sebeple imtihan oluyoruz. Neye inanırsanız inanın hatta inancınız olmasın ama bundan kurtulmanız mümkün değil. Yazın arkasından kışın, gündüzün arkasından gecenin, doğumun arkasından ölümün gelmesi kadar dünyanın aşina olduğu bir şey.

        Çok güçlü olsanız bile sizin o yaşama sevincinizi yerle bir edecek bir dönemin içine girdiğinizde zaman zaman çöküyor, bazen bittim diyebiliyorsunuz. Bir yakınım şöyle diyordu. "Yiyorum içiyorum, yaşıyorum gibi gözüküyor ama kendimi bir ceset gibi sürüklüyorum". İşte bu süreç bizim gerçekten dibe battığımızı hissettiğimiz anlar. Bir kuyudasın ve çıkamıyorsun, çığlık çığlığa yardım istiyorsun belki, duyulmuyor. Söylenen her cümle anlamsız ve faydasız olmaktan başka işe yaramıyor.

         Ne yapmalı böyle zamanlarda? Biraz durup dinlenmeli geçmiş ve geleceği, başkalarının sizinle ilgili düşüncelerini bir kenara bırakıp. Benim bu yaşadıklarımın bana anlattığı bir ders olmalı demeliyiz. Bende tamamlanması gereken hangi eksik yön var ya da öğrenmem gereken bilgi nedir? Bazen sorunun kendisi bir ders olmaz da çevrenizdeki iyi insanların varlığını görmeye başlarsınız. Daha büyük dertlere sahip insanların farkına varmaya başlarsınız.

         Bir de biz bundan önce gelmiş geçmiş, bundan sonra da gelecek ve yine bitecek hayatlar içerisinde gayet sıradan, bir hikayeye sahip olan varlığız. Karşılaştığımız zorluklar ne kadar büyük olursa olsun ne ilkiz ne de son olacağız. Hak ettiğimiz için değil ihtiyacımız olduğu için bunlar başımıza geliyor. Neye ihtiyacımızın olduğu, parmak izlerimiz, ses tellerimiz, gözümüzdeki retina, sahip olduğumuz DNA gibi farklılık arz ediyor. Herkes kendi açısından değerlendirecek, anlayıp kabul ettikten sonra ayağa kalkacak ve hayatına devam edecek.

         Sonunda elde edeceklerimize bakıldığında yaşadığımız her şeye şükreder hale geleceğiz. Ne geçmişe bakıp "neden yaptım?" demeli ne de geleceğin karanlığı bize korku vermeli.

         Bir ihtimal daha var.

         O da sevmek mi dersin?




    

27 Ekim 2016 Perşembe

İYİ İNSAN YETİŞTİRMEK

         İnsana yatırım yapmalıyız. Kaliteli, dünya standartlarında, eğitimli, yeni şeyler planlayan, düşünmekten ve hayal etmekten korkmayan çocuklar yetiştirmeliyiz. Ama önce insani değerleri önemseyen, kendine güvenen, dinlemeyi bilen bireyler olmalılar. 

         Çocuk yetiştirmek saksıda çiçek, evde hayvan büyütmeye benzemiyor. Çocuğu eğitirken yapılan her hata onun tüm hayatını etkiliyor. Sevgi dolu bir ailede büyüyorsa sevmeyi ve saygı duymayı öğreniyor.

         Küçük yaşlarında evlerinden ayrılanlar, yeterli ilgi ve sevgiyi elde edemedikleri için, bu yönleri eksik kalıyor. Zorba insanlarla karşılaşıyorlarsa, gelecekte ezebileceklerini düşündükleri kişilere de aynı davranışları yapıyorlar. Aile terbiyesinden uzak kaldıkları için belli başlı nezaket kurallarını da öğrenmeleri çok zor oluyor. Bu kişilere dinlemeyi öğretmek de çok zor. Ailen soru sorduğunda seni dinler çünkü. Dinlemeyi bilmeyenler asla gelişmezler. 

         Çocukların her sorduğu soru, sabırla dinlenmeli.  Değişime kapalı ve kaba insanlar yetiştirmek istemeyiz değil mi? Çocuklarımızı dinleyelim bazen saçma sapan bile konuşabilirler olsun yine de onlara değer verdiğimizi göstermek kendilerini değerli hissettirmek için onları dinleyelim. 

         Onlara iyi insan olmanın yollarını göstererek öğretelim. Biz kendimiz söylediklerimizi yapmazsak, iyi örnek olmazsak iyi bir sonuç elde edemeyiz. Gözlem yapmalarını öğütleyelim sonra. Annem bana, "İyi insanları taklit et kötü ve sevilmeyen insanlara da bakıp nasıl davranmayacağını öğren" derdi. Ben de öyle yaptım iyi oldum mu bilmem ama kötü olmamak için elimden geleni yaptım.

          Çocuklarımızı koşulsuz sevelim. Sadece var oldukları için sevelim onları. Kendilerine olan güvenlerini artırmak için bu o kadar önemli ki. Onlardan hep mükemmel olmalarını bekliyoruz. Ne kadar başarılı olursalar olsunlar, filancadan örnek verip değersizleştiriyoruz varlıklarını. Oysa ki bir başkası olmaya ihtiyaçları yok. Bizim tarafımızdan karşılıksız sevilmeye ihtiyaçları var.

         Bunları yaptıktan sonra da akademik anlamda eğitelim onları. Ama eğitimin salt okuldan ibaret olmadığını, kendilerini geliştirmek için her yolu denemeleri gerektiğini öğretelim. Farklı fikirler sunduklarında "Ne kadar saçma" demeyelim. Muhtemelen bizim bir çok şeyi saçma bulmamız, hayal gücümüzün zayıflığından kaynaklanıyordur. 

         Bırakalım da istedikleri gibi bir hobi edinsinler. Bir dönem maymun iştahlı olabilirler, hepsini denesinler izin verelim. Mutlaka yapmaktan zevk alacakları güzel bir uğraşları olacaktır.

         Eleştirdikleri zaman izin verelim ki ileride kendileri ile ilgili eleştirileri dikkate alabilsinler. 

         Bugün bu yazıyı neden yazıyorum. Şu aralar. beni inanılmaz yoran biri ile uğraşıyorum. Çektiğim bir sürü sıkıntı yetmezmiş gibi bir de enerjimi tüketen birine sabretmek zorundayım. Bütün bu çekilmez hallerinin yukarıda anlattıklarımla ilgili olduğunu düşünüyorum. Onun için yapılacak bir şey var mı bilmem ama bundan sonra bir kişi için bile fark etse yeter diyorum. 

         Dediğim gibi bitki, yarış atı ya da bir koyun yetiştirmiyoruz. İnsan yetiştiriyoruz.



25 Ekim 2016 Salı

BİLİYORUM YAZDIKLARIM DERYADA DAMLA


Deryada DamlaYaşayanlar bilir, bir çeşit delilik, hastalık, adına ne derseniz deyin önü alınmaz bir ruh halidir o. Beyninizde sizi yoran tartışıp duran biri var ve  kelime kalabalığından kurtulmak sadece yazmakla mümkün oluyor. Karşı çıkabilir, kafanızdaki sesleri susturmak için başka şeylerle oyalanabilirsiniz. Ben de öyle yaptım yıllarca. Bazen kendimi alamıyordum yazıyordum, her defasında da siliyordum. Bir süre böyle devam ettim. Bunu bir suç gibi görüyordum.

Düşündüklerimizi bir kağıda ya da bir insana aktarmanın yanlış olduğu anlayışıyla yetiştirilmişiz. "Farklı olma, sen de katıl diğerlerinin yanına, çoğunluğa benze" denilmiş bizlere. Biz de çok büyük bir gürültüyle susmuşuz. Susmanın erdem, konuşmanın aptallık olduğu, sanatın gereksiz, kitabın derslerimizden alıkoyacak büyük bir tuzak  zannedildiği bir toplumda yaşamışız.

Yıllarca, kendimi güvende hissettiğim o küçük dünyamda hayallere, değişikliğe kendimi tamamen kapatarak yol aldım. Kendimce problemlerimi çözdüğümü zannederken tüm hayatım rayında gidiyor derken hiç beklemediğim bir anda başıma korkunç bir olay geldi ve işsiz kaldım. Ajitasyona gerek yok fakat bunu nasıl anlatsam, sanki altınızdaki yer, parçalanıp ikiye ayrılıyor ve siz sevdiklerinizle birlikte içine düşüyorsunuz. Alt tarafı bir işsiz kaldın diyeceksiniz.  Hayır öyle değil, bütün kapıların da yüzünüze kapandığını düşünün, insanların bir vebalı gibi uzaklaştığını, ölsem daha iyiydi dediğinizi.  

Bu süreçte beni ayakta tutan sevdiğim insanların “Bak biz yanındayız birlikte bu sıkıntılı günleri de atlatacağız” demesi, en önemlisi de “Kulum, ben seni asla bırakmadım” diyen ve bunu bana her fırsatta gösteren, yarattığı her şeyde varlığını bana hissettiren  beni insanlara sevdiren Rabbim oldu. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Ben verdiklerinin hangisini hak ediyordum. Neden ben? Lütufları karşısında ezilen ama bunlara denk elinde hiçbir şeyi olmayan ben. Bak yine derinlere daldım.

Her işi düşündüm, asla buna mı kaldım demedim, bulaşıkçılık, temizlik, markette kasiyerlik, bakıcılık, sekreterlik. Bu sekreterlik işi bayağı bir tehlikeli yalnız, karşındaki adam namussuzun teki de çıkabiliyor. Başıma kötü bir şey gelmeden oradan da kurtardım paçayı.

Şimdi bir iş buldum. Henüz kazanmış değilim ama içimde bir his var, olacak. Artık para kazanmayı istiyorum. Ben de bana yardımcı olan meleklerden biri olmak istiyorum. Bir göz yaşını dindirmek, umutsuz birine umut aşılamak istiyorum. Artık acılarımı dindiren, bana umut aşılayan ne varsa yapmak ki bunlardan en önemlisi, yazmak. Kendimle bu konuda kavga etmek istemiyorum. Manzarası ağaçlar ya da deniz olan, balkonunda kahve içerken hikayeler yazabileceğim evimde -şu an sadece bir hayalden ibaret olsa da- o çok sevdiğim, okurken inanılmaz keyif aldığım insanların yazdıklarını okumak istiyorum.

 İyi ya da kötü, yazdıklarım herkes tarafından okunsun istiyorum. Farklı düşüncelere sahip, fakat  aynı tutkuyu benimle  paylaşan insanlarla tanışmak, benim de söyleyeceklerim var demek istiyorum.

Beni bu noktaya getiren ne varsa sevdim.

Evet acı çektiğim doğru, hem de çok acı çektim.

Çektiğim acıyı sevdim.

Bana “Vazgeçme” diyen içimdeki o sesi,

Beni sevmeni,


Yanımda oluşunu sevdim