11 Temmuz 2017 Salı

ADRİANA LİMA VE METİN HARA AŞKI



              Magazin gündeminden bahsedeyim istedim bugün. Bence yılın magazin olayı, Adriana Lima ve Metin Hara aşkı. 

              Öncelikle Adriana Lima kimdir onu bir konuşalım. Kendisi güzelliğiyle ün salmış, her defilede aranan, dünyanın en güzel kadınlarından biri. Bence ilk beşte. Onu Acun'un düzenlediği yarışmalara konuk olarak gelmesiyle Türkiye olarak tanıdık gibi geliyor. Orada sempatik, doğal ve oldukça samimi tavırlarıyla ülke olarak sevdik. Şahsen ben onun gerçekten güzel bir insan olduğunu düşünüyorum. Onun aynı zamanda çok iyi bir insan olduğunu hissediyorum. Fakat bahtı güzel mi? değil. Birçok kadın aldatıldığında, "Sorun sende değil bak Adriana Lima bile aldatılıyor" diyerek teselli verdik.

              Dün birkaç yerde adını duyduğumda "Ne olmuş?" dedim. Bir de baktım ki Metin Hara ile sevgili olmuşlar. Yani dünyada o kadar adam varken, bu kadın neden başkasını değil de Metin Hara'yı seçsin değil mi?

              Metin Hara'yı ilk olarak bir televizyon programında izlemiş ve onun hakkında da çok pozitif bir enerji almıştım. Aslında fizyoterapist, dinlediğinizde kendinizi huzurlu hissediyorsunuz. O günkü programda söyledikleri dikkat çekiciydi. "Benim anlattıklarım tamamen bilimsel. Modern tıbbın tedavisine destek türünden. Artık ben fizyoterapistin yardımına ihtiyaç duyulmayacak türden bir hayatı anlatıyorum. İnsanlar kendi mutluluklarına odaklanmadan ve doğru yaşamadan kendilerini iyi hissedemezler. Birçok bedensel hastalığın gerçek sebebi olumsuz düşünce yapısı. Onu düzelttiğinizde belki de doktorlara ihtiyaç duymayacak hale geleceksiniz." Birebir ne söyledi tam olarak hatırlamıyorum fakat benim anladıklarım ve hatırladıklarım bunlara benzer şeylerdi. O gün bu çocuk ileride çok önemli bir yere gelir diyordum. Yaşı çok küçüktü, fakat dinlediğinizde çok olgun ve aynı zamanda da zeki biri olduğunu fark ediyordunuz. Pozitif bakış açısı ve zekası etkilemiştir diye düşünüyorum. Zeki bir adam her kadını etkileyebilir bence. Adriana Lima açısından düşünürsek zaten etrafındaki erkekler dünyanın en yakışıklı adamları. Fakat seçimlerine dikkat ederseniz çok yakışıklı adamları tercih etmiyor. Dış görünüş hep ikinci planda kalıyor.

              Eski eşi mesela, yakışıklı erkek kategorisine girmiyor. (Keşke düzgün bi adam olaydın be!)


              Eşinden ayrıldıktan sonra seçtiği adam ise;


               Kadının güzelliğinin yanında bu adam da çok geride kalıyor. Kısa bir süre sonra ayrılmışlar haberlere bakılırsa. Ondan sonra da ne kırmızı halılar gördük hiçbirinde yanında yakışıklı bir adamı bırakın, eşlik eden bir adamı bile görmedik kendisine. Baktı olmuyor "Yalnızlık daha iyi" dedi demek ki. Soranlara da zaten "Ben artık kendi mutluluğumu düşünüyorum, kendimle evliyim" gibi bir şeyler söylemiş. İşte o sözler, yani kendi iç huzurum için bir "Yol" arıyorum gibilerinden bir şeyler derken bizim fizyoterapist Metin Hara'yla karşılaşıyor. Belki de karşılaştıktan sonra böyle konuşmaya başlamıştır kim bilir:)

              Bu kadının erkekten yana yüzü hiç gülmedi. Umarım bu kez aynı şey olmaz ve birlikte mutlu olurlar. Bu aşk hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

              Peki siz önce neyi önemsersiniz?  Seçimlerinizi en çok ne belirler?

Not: Fotoğraflar Google görsellerden alıntıdır.

7 Temmuz 2017 Cuma

UYANMAK VAKTİ - Girdap ve kurtuluş - 2. Bölüm



          Bugün değişiklik yapıp alış-veriş merkezine gideyim diye düşündü. Öylesine seçtiği, ihtiyaç ya da değil, ne bulursa aldı. Ödeme için aşağı indiğinde, raflardaki kitaplara ilişti gözü. Birden çok şaşırarak aldığı bir kitabı iyice inceledi. Kitap ona ilk sayfadan itibaren kendini anlatıyor gibiydi. Yazarla ilgili arka kapak bilgilerini incelediğinde. Yazarın fotoğrafıyla bir şok daha yaşadı. Hızlıca ödedi aldıklarını, eve gidip kitabı okumaya başladı. Kitabı sonuna kadar okumuş ve çok beğenmişti. Kitapta kendisinden bir şeyler bulmuştu.

         Gazetedeki kitap şenliğinin ilanlarında, okuduğu kitabın yazarının imza günü olduğu yazıyordu. Hemen hazırlanıp çıktı. İçi içine sığmıyordu. Karşılaştığında ona ne diyeceğini düşünüyordu ki söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Bunca zamandır nerede olduğunu, gelmediği günler, haftalar, hatta aylar boyunca nasıl olduğunu sorabilirdi. Yazdığı kitapta kendisinden bir şeyler anlattığı için ona teşekkür edebilirdi. Bunları düşünürken etkinliğin olduğu yere varmıştı bile. Kapıdan girerken güvenlik görevlilerinin onu oyalamasına biraz sinirlendi. Yazar da ondan hemen sonra kapıdan girmiş, yayıncılar tarafından karşılanmıştı bile. Fark ettiği gibi yanına koştu. "Kitap harika olmuş, ne zamandır seni göremiyorum oldukça merak ettim nasılsın?" demişti. Yazar, gözlerini kıstı, düşünceli bir şekilde kadına baktı. "Sizinle tanışmış mıydık?" dedi. "Nasıl hatırlamazsın hani parkta uzun uzun sohbet ediyorduk. Sana annemden bahsetmiştim." dedi fakat karşısındaki adamın onu tanımadığı çok açıktı. Başı döndü ve sendelemeye başladı. Adam onun kolunu tuttu ve iyi olup olmadığını sordu. "Tamam iyiyim" dedi kadın. "Bir yanlışlık olmalı." Hemen oradan uzaklaştı. Lavaboya gidip iyice bir kustu. Öyle bir kustu ki kusmuk lavabodan taşıp etrafa yayılıyordu. Oradan hızlıca kaçarken kapıyı kusmuk selini engellemek için kapattı. Evrenin her yerinden geldiğini düşündüğü gürültülü sesi, duymamaya çalışıyor, kulaklarını elleri ile kapatıyor, fakat bir türlü engel olamıyordu. Hemen eve gitmeliyim diye düşündü. Bir taksiye atladı evin yolunu bir an unutmuş olmasına rağmen çantasındaki elektrik faturasının üzerinde yazan adresi taksiciye gösterdi. Hala başı dönüyordu. Evin kapısını güçlükle açabildi. Üstündekileri çıkarmadan duşa girdi. Akan suyun rengi yeşildi. Bana ne oluyor bu yeşil boya da nereden geldi diyordu. Biraz açılmaya başlamıştı. Duştan çıktıktan sonra kendine koyu bir kahve yaptı. Kitabı tekrar gözden geçirmeye karar verdiğinde kitabın çantada olmadığını fark etti. Belki de takside unutmuştu.

         Ertesi sabah çok erken bir saatte kalktı. Dünkü olayların gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu düşünmeye başladı. Kendisine kahvaltılık bir şeyler hazırlayıp, demli bir çay eşliğinde kahvaltısını yaptı. Köpeği dışarı çıkarıp gezdirdi. Marketten ihtiyacı olan şeyleri aldı. Temizlik yaptı. Yemek hazırlayıp yedi. Akşam yemeğinden sonra, annesine ait çeyiz sandığını düzenlemeye karar verdi. Sandıkta sararmış bir gelinlik, dantel bir masa örtüsü, iğne oyaları, birkaç abiye elbise vardı.  Onları tek tek eline alıp sarılıyor, göz yaşları içinde annesine ait bir parçayı elinde tutmanın, içindeki hüznü biraz olsun unutturabileceğine dair kendini avutmaya çalışıyordu. Eşyaları özenle yerine yerleştirirken, dipte, aslında orada olması tuhaf kaçan bir şeye eli uzandı. Bir kitaptı bu. Yeşil bir kapla kaplanmış kitabın burada ne aradığına dair fikri yoktu. Kitabı açıp baktığında baş dönmesi tekrar başlamıştı işte. Duvarlar ve yer, ahenk içinde dünya ile birlikte dönüyor, kendi de bir boşluktan içeri düşüyordu. Elleriyle sandığa tutundu. Boşluk büyüdükçe büyüyor, ayakları artık boşluğun içine girmiş görünmüyordu. Dünyanın bir gün durabileceği ile ilgili hikayeleri aklına getirdi. Keşke şimdi hemen dursa, o döndükçe ben de dönüyorum galiba dedi. Kendine geldiğinde gece 03,17'ydi . Muhtemelen bayıldığı zaman zarfında dünya, güneşe küsüp, olduğu yerde kalmıştı. Kalkıp yüzünü yıkadı. Sandıkta bulduğu kitapta onu bu kadar etkileyen ne vardı? Tekrar eline alacak olsa yine aynı şekilde etkilenecek miydi? Sandığın başına gitti. Derin bir nefes aldıktan sonra yeşil kaplı kitabı inceledi. İyi de bu kitap... Bu o yazarın kitabı. Bu bende ne arıyor?  Marketten aldığımı takside unuttuğuma göre bunu daha önce almış olmalıyım diye düşündü. Kitabı alıp odasına gitti yatağına oturdu. Hiç kalkmadan baştan sona sabaha kadar okudu. Ağlamaya başladı. O kadar çok ağladı ki artık takatsiz kalmıştı. Bana ne oluyor diye bağırmaya başladı. Hepsi yalan mıydı? Tamamen kafasında olup bitiyordu belki de. Bununla yüzleşmek zorunda hissediyordu kendini. Belki de hastaydı.

           O gün, yazarın başka bir imza günü için hazırlandı çıktı. Bu kez kapıdan çabucak geçmiş, yazarın olduğu standa yaklaşmıştı. Kitabı eline aldı son sayfayı açtı ve okumaya başladı.


BİTTİ...

5 Temmuz 2017 Çarşamba

UYANMAK VAKTİ - Yaşlı adam yol gösteriyor - 1. BÖLÜM

       


            Yolun sonuna kadar gitmişti. Etraf ağaçlarla doluydu ve sis yüzünden göz gözü görmüyordu. Kaybolduğunu, geri dönmek için artık çok geç olduğunu anladı. Oysa yol, doğruca ahşap kulübeye çıkaracaktı onu. Elindeki haritaya baktı. Haritaya göre bu eski yol ileride ikiye ayrılmalıydı. "Işık" dedi "Işığı bulmalıyım", Çantasına elini attığında, yüzüne vuran ışık gözlerini kamaştırdı. Yaşlı adam, kollarıyla gözlerini kapatmaya çalıştığını fark edip, el fenerini aşağı doğru indirdi. "Ne arıyorsun bu saatte burada" dedi. "Ben bir arkadaşımın kulübesini arıyordum fakat yolu kaybettim. Elimdeki haritaya göre ona ulaşmam gerekiyor." "Onu bu şekilde bulamazsın" dedi yaşlı adam. "Artık onu bulman imkansız."

            Kitabın kapağını kapattı. Gözlerinden bir damla yaş, istemsizce akarken, elleriyle gözlerini sildi. Sırada çok fazla kişi vardı. Kitabı imzalatmak için beklemekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Önündeki genç kız da imzalı kitabı aldıktan sonra, heyecanla kitabı uzattı. Yazar, gülerek herkese yazdığı notun aynısıyla ilk sayfayı doldurduktan sonra, o karmaşık imzasını attı. Tekrar gülerek kitabı kadına geri uzattı. O zaman tüm gerçekliğin farkına vardığından, bundan önce olan tüm o olayların hepsinin ama her birinin tamamen kurgudan ibaret olduğunu kabullenerek, kitabı hiçbir şey söylemeden alıp, çantasına koydu. Oradan uzaklaşırken son bir defa bakmak için döndüğünde, yazar, aynı tavırla diğer okuyucuya gülüyor ve bir diğer kitabı imzalamış bulunuyordu.

           Salonun çıkış kapısına geldiğinde. "Hepsi kafamda kurduğum olaylar zinciri. Bu kapıdan çıktığımda tamamen bitecek." dedi sessizce.

           Kürsüdeki genç yazar: "Şimdilik söylenecek bir şey yok" diye cevapladı soruları. "Bir sonraki kitabımdaki hikayeyi okuduğunuzda, bu karakterin hayal dünyasına tam anlamıyla tanık olacaksınız." Kürsüden indi. Etrafını çevreleyen okuyucularla biraz daha sohbet ettikten sonra, salonun kapısından çıkıp arabasına yöneldi. Arabayı çalıştırıp çiftlik evine doğru yola çıktı. Yol boyunca son kitabı için yapılan söyleşinin, oldukça faydalı geçtiğini düşünüyordu. Genç bir yazar olmasına rağmen, bu kadar okuyucu kitlesinin olması mutlu ediyordu. Çiftlik evi meyve bahçesinin içinde bulunuyordu. Burası adeta bir huzur mekanıydı.

               Eve girince tüm perdeleri ve pencereleri açtı. Mutfakta kendine şekersiz bir kahve hazırladı. Kahvenin kokusunu içine çekti. Güneşin sıcaklığı, parlaklığı tamamen evin içine dolduktan sonra çalışma masasının başına geçip yazmaya başladı.

              Genç kadın annesinin ölümünden sonra evde yalnız yaşamaya başlamıştı. Evde kendisine eşlik eden bir köpeği bulunuyordu. Köpeği gezdirmeye çıktığı zamanlar dışında, evde vakit geçirmeyi seviyordu. Apartmanda görüştüğü birkaç komşusuyla ettiği sohbetler dışında, arkadaş edinmek istemiyordu. Anlamayacak insanlarla vakit kaybetmenin anlamı yoktu.

               O gün, mahallelerindeki büyük park alanına gidip, çocukların eğlencelerine ortak olmak çok hoşuna gitmişti. Bir bankta oturmuş, köpeğinin tasmasını çıkarmış, onun da özgür bir şekilde çocukların oyunlarına katılmasına izin vermişti. Merhaba diyen bir adamın sesine doğru başını çevirdi. "Merhaba" dedi. Adam, müsaade isteyip kadının yanına oturdu. Kumral uzun saçlarını bir lastikle toplamıştı. Ela gözleri dikkat çekiyordu. Kirli sakalları yüzüne çok yakışıyordu. Kısa bir süre sonra tadına doyulmaz bir sohbetin içinde buldu kadın kendisini. Öyle ki havanın karardığının bile farkına varmamıştı. Adam müsaade isteyip yanından kalktı ve görüşmek üzere diyerek, oradan uzaklaştı.

               Bu şekilde her gün adamla buluşup, bir süre konuştuktan sonra ayrılıyorlardı. Adam, kelimelerle oynamayı iyi bilen biriydi. Söyleyecek çok fazla şeyi vardı. Kadının tek isteği konuşmaktı. Anlatsın istiyordu ona kendini anlatsın. Ne kadar bildiği varsa ekledi cümlelerine, kâh güldü kâh ağladı. Uzun uzun anlattı annesini, tüm çocukluğunu anlattı ona. Hâlâ çocuk olduğundan bahsetti. Kimseye söyleyemediği bu gizli sırrı ona kolayca söylemiş, tüm duvarlarını yıkmıştı. Bir gün buluştukları yere adamın gelmemesi, onu çileden çıkarmıştı. Bu kez sokaklarda aradı onu. Günlerce aylarca aradı fakat adam bir daha gelmedi.

26 Haziran 2017 Pazartesi

ANKET YAPARAK PARA KAZANMAK

            "Merhaba, çok kısa bir anketimiz var katılmak ister misiniz? Beş dakikanızı almayacak inanın. Klimalı ortamda sizi dinlendirmek istiyoruz. Düşüncelerinize değer veriyoruz. Üç gündür ayaktayım yardımcı olursanız, beş dakika..."

             Genellikle olumsuz cevaplar alınıyor. Kimse vakit ayırmak istemiyor. Aslına bakarsanız ben de eskiden öyle yapıyordum. Kim uğraşacak şimdi diyorlar. Haklılar. Fakat hiç düşündünüz mü firmalar sizin isteklerinize göre fiyatları belirliyorlar. Kalite konusunda da kendilerine çeki düzen vermelerinin en önemli yollarından biri, anketleri değerlendirmek. Fakat yurdum insanı ne diyor?

             - Vaktim yok kusura bakmayın
             - Acelem var
             - Yorgunum halim yok
             - Daha önce yapmıştık

           Bazısı yüzünüze bakmıyor, cevap bile vermiyor. Bazısı bir "S" çizerek neredeyse çevrenizden geçiyor. Bazısı öyle önemsiz, belki bir çöp parçasıymış gibi bakıyor size ve içinden "Zavallı" bile demiyor. Kimisi, yolu işgal ediyoruz diye düşünüyor. Fakat düşünceli, gayet nazik davrananlar da oluyor. Bazıları eskiden kendisi de anket işi yaptığından, bazısı acıdığından kabul ediyor. Şu an beni duymasalar da hepsine tekrar teşekkür ediyorum.

           Peki biz ne iş yapıyoruz? Neredeyse her geçene yalvar yakar para kazanmaya çalışıyoruz. Aldığımız ücret ise oldukça düşük. Yani gösterilen çabanın karşılığı değil. Günlük ücret alınan stüdyo işlerinde, iş yapıyor gözüksen de yeter. Fakat ben öyle mi yapıyorum. Hayır, fazlasıyla efor sarf ediyorum. Çevirdiğim ve anket yaptığım insan sayısı istenildiği kadar değil fakat gösterdiğim çaba bunun çok daha fazlası. Bir başkasıyla kıyaslanırsa da daha başarılıyım.

            Eğer sadece giriş yapıyorsanız anket başına 1-2-3 lira gibi ücreti var. 1 liralık bir anket bile, 15 dakikanı alabiliyor. 2 liralık bir anket 30 dakikanı, 3 liralık ise 40 dakikanı alabiliyor. Bazen anketin giriş şeklini anlayıncaya kadar bir ankete 80 dakikanı verdiğin oluyor. Bu söylediğim dakikalar, zorunlu kısımlara ait. Bunun başlaması var bitirmesi var. Gerçekten oldukça zor bir iş. Günlük temizliğe gitsen sabahtan akşama ki, genellikle geç vakitlere kadar sürmez, stressiz, en az 100-120 lira alırsın. Şimdi düşününce günlük 40 lira nere, 120 lira nere? Ama başladın mı anket işini bırakamama gibi bir durum da var. İçine sebepsiz bir hırs geliyor. Daha fazla kişi daha fazla anket...

           Peki anket yaparak para kazanmak mümkün mü?

           Düzenli ücret alabildiğiniz bir işiniz varsa ya da öğrenciyseniz anket yaparak biraz kazanabilir, ek gelir elde edebilirsiniz. Çalıştığınız yer para öderse tabii. Bir çok kişiden duyduğum, yaptıkları işin ücretini alamadıkları, alsalar bile geç aldıkları yönünde. Bu nedenle tamamen bu işe bel bağlamak yanlış olur.

           Düzenli ücret alabileceğim bir iş bakıyorum. Bir iki yer ile bayramdan sonra görüşeceğim. İşe girersem ankete devam eder miyim? Ev hanımlarının iğne oyası yapıp kazanması gibi bir şey. Boş oturacağıma yaparım.

19 Haziran 2017 Pazartesi

AŞK İÇİN -1.BÖLÜM-


        Asansör 4. katta birden durdu. Şirketin cimri patronları, asansör bakımını senede bir yaptırdıkları için, sık sık bozulurdu. Piyango kime vurursa artık...

        Bu kez bize denk gelmişti. Akşam olmuş, çoğu çalışan gitmişti. Aysun'la çok yakın değildik. Patronun sekreteri olduğu için biraz uzak dururdum ondan. Asansörde onca zaman kurtarılmayı bekledik. Havalandırma ve ışık sorunu yoktu. Topuklu ayakkabılarımızı çıkarıp yere oturduk. Birazdan nasılsa gece bekçisi katları dolaşacak ve biz kurtulacaktık. Daha önce hiç yapmadığımız kadar konuşmaya başladık. Meğer aynı lisede okumuşuz da farkında değilmişiz. Tanıdığımız ortak arkadaşlarımız varmış ama ben, sanki onunla hiç karşılaşmamıştım. Zaten büyük bir liseydi.

       "Eee anlat" dedi. "Ne anlatayım" dedim."Aşk için yapabileceklerinin sınırı ne?" Bilemiyorum böyle bir soruyla daha önce hiç karşılaşmadım"dedim. Aysun konuşmaya devam etti. "Bak bu aşk diye anlatılan ne varsa hepsi palavra. Sana başımdan geçen bir olayı anlatmak isterim dilenlersen." "Dinlerim tabi ki neden olmasın, zaten burada yapacak daha iyi bir şey yok." dedim. Aysun konuşmaya başladı.

        Ben, gezmeyi çok severim, bilmem daha önce hiç sözünü etmiş miydim? Bir turla Kapadokya gezisine gitmiştim. Yol boyunca sıkılmamak için gevezelik edecek birini arıyordum. Benim gibi gezmeyi ve gevezelik etmeyi seven bir adamla tanışmıştım. Aklımıza ne gelirse konuşuyorduk. Ben gülmekten perişan oluyordum. Vakit nasıl güzel geçiyordu anlatamam. Tur rehberinin gözetiminde etrafı geziyorduk. Bu da, yanımda hem gezip hem konuşurken, ayağı kayıp bir uçurumdan aşağı yuvarlanmasın mı? Bir de baktım adam yok. Neyse ki Allah'tan birkaç metre aşağıda düz, kayanın dışına çıkıntı yapmış bir zemin varmış. Yoksa uçurum nasıl biliyo musun? Aşağı direkt yuvarlansa parçası kalmaz. Ekipler geldi, kurtardılar. Ben de onlar gelip onu kurtarıncaya kadar üzüntüden ne yaptım bilemiyorum. Bildiğin kahroldum. Dualar ediyorum filan. Hayır, adamı daha önce tanımıyordum. Ne oldu da bu kadar üzüldüm diyecek durumda bile değilim. Öyle perişan olmuşum. Bereket çok büyük bir sorun yokmuş. Yukarı çıkardıklarında adamın boynuna sarılıp bir ağlıyorum ki sorma. Bu tuhaf hallerimi de sonradan fark ediyorum. Ayağı kırılmış.  Alçıya aldılar. Tabi ondan sonra geziden bir şey anlamadım. Hastanede bir süre yanında kaldım. İstanbul'a birlikte döndük. Herkes işinin başına. Fakat ben normal hayatıma devam edemiyor, bir sebep uydurup soluğu adamın yanında alıyorum. Ancak hala durumun farkında değilim. Her yerden takip ediyorum. Nerede ne yapıyor diye. Tüm sosyal medyada peşinden koşuyorum. An be an eğlenmeye devam ediyoruz. Bir gün bir şey oldu kavga ettik. Beni tüm hesaplarından ve telefondan engellemesin mi. Başta sadece üzüldüm fakat her geçen dakika azap çekiyorum adeta. Onsuz geçen zamanlarda bir hasta gibi dolaşıyorum. Bir görsem sesini duysam yetecek."

       "Ne güzel bir hikaye" dedim. "Sonra ne oldu?"

        "Hikaye mi? İnan hepsi gerçek ve dahası var" deyip anlatmaya devam etti.

         "Baktım olmuyor. İşten ayrıldım. Çalıştığı şirkete bir şekilde girdim. Büyük bir şirkette küçük bir işe razı oldum. Oturduğu mahalleye taşındım. Tekrar konuşmaya başladık. Bu kez mutluluktan uçuyorum. Her sabah masama bir gül ve yanında bir şiir bırakılıyor. Bugün acaba hangi şiir diye heyecanla masama gidiyorum. Her gün istisnasız bu gerçekleşiyor. Ben de bana konuşacağı günü iple çekiyorum. Görüşüyoruz, konuşuyoruz, şirketteki diğer arkadaşlarla birlikte akşamları, hafta sonları program yapıyoruz. Güzel günler böyle birbiri ardına geçip gidiyor. Maaşım bir öncekine göre daha düşük olsa da sorun etmiyorum. Bir yandan da değer mi bunca şeye diye sorup, her şey para değil önemli olan mutluluk diyorum."

         "Bütün bunları bir adam için yaptığına inanamıyorum. Delirmiş olmalısın. Belli ki fazlaca etkilenmişsin orasını anladım da iş değiştirmek çok riskli gibi geldi bana.  Evini taşımak hele iyice abartmışsın. Çok mantıksız" dedim. Benim bu sözlerim üzerine boynunu büktü. "Haklısın" dedi. "Mantık düşünecek halde miydim bir de bana sor. Sebep desen yok. Bana öyle geliyordu ki onu görmeden geçen her günüm karanlık. Biraz konuştuğumuzda ise birden güneş açıyordu. Mutlu ya da mutsuz olduğumda kendimi kapısında buluyordum. Ona olan ihtiyacım hiç azalmıyordu. Ne kadar kötü şey varsa dünyada birden yok oluyordu sanki. Unutuyordum ne bileyim tuhaf bir durum. Biliyorum şimdi sana çok saçma geliyor, beni anlamıyorsun. Kimsenin anlamasını beklemiyorum zaten."

        "Peki bunca şeyi neden bana anlatıyorsun." dedim.

        "Birine anlatmak istiyorum çünkü."

Okumak isteyenler için AŞK İÇİN 2.BÖLÜM

18 Haziran 2017 Pazar

BABAM'A



             O hiç hastalanmazdı, yorulmazdı, yaşlanmazdı. Onun varlığı, sırtımı güvenle yasladığım bir dağı andıran dayanak gibiydi. Ramazan'ı birlikte geçirmek için bana geldiğinde, hala eskiden olduğu gibi duruyordu karşımda. Kırlaşmış saçları ve sakallarıyla, ilerlemiş yaşına rağmen yine dimdik ayaktaydı işte. Beyaz bir kâğıda sarıp, paket lastiği geçirdiği emekli maaşının tamamını bana teslim etti. "Ah babacığım neden bunu yaptın?" dediğimde. Güçlü ve şefkatli sesiyle "Ben, senin babanım ve ölünceye kadar da yanındayım. Benim neyim varsa senin..." dedi.

             Çocukluğunu yaşamadan büyümüş ve çalışmaya başlamış. Dışarıda satamadığı simitleri gizlice okulda arkadaşlarına satmaya çalışırmış. Eğer simit sayısı yüze ulaşırsa, parasını tam olarak alabiliyormuş. Yazları, başka şehirlere gidip oradaki çiftliklerde, artık çocuk haliyle ona ne iş verilirse yaparmış. Bir keresinde sıtmaya yakalandığı için evine geri göndermişler.

             Gençken çok paralar kazanmış. Petrol Ofisi'nin devlete bağlı olduğu zamanlarda, işçi olarak girdiği işinde göstermiş olduğu başarılar sonucunda, diğer işçilerin ücretinin beş katı kadar kazanır hale gelmiş. Türkiye'de tır sayısının çok az olduğu o dönemde, kasalarının imalatında çalışmış. Uçak yakıtlarının daha az maliyetle ve fazla miktarlarda taşınmasında büyük katkıları olmuş. Yeri gelmiş bir müdür kadar itibar görmüş. Fakat sonra bir şekilde oradan ayrılmış. Sonrasında, merkezinde tır ve kamyonların olduğu farklı işler yapmış. O dönemlerde de büyük paralar geçmiş eline. Talihsizlikler neticesinde -ki şoförlük yapanların çok söylediği bir söz vardır, "Arabacılık cılık" diye - kazandığı ne varsa hepsi gitmiş. Hiçbir zaman hak yememiş, harama el sürmemiş, lakin o çok zenginlikten geriye sadece bir emekli maaşı kalmış. Fakat o, emekli maaşını bana veriyor ve ben o parayı milyonlarca liraya değmeyecek kadar değerli bir hazineymişçesine saklayacak yer bulamıyorum bir an.  

             Çocukluğumda, fazlaca saçmaladığım o günlerde bile beni büyük bir insanmışım gibi dinler, dünyanın en akıllı çocuğu benmişim gibi davranırdı. Yanında, başkalarının yanında olmadığım bir rahatlıkla oturur, saatlerce sohbet eder, sadece onu üzmemek için dediklerini dinler, sözünden çıkmazdım.

             Bir kere yanağıma hafiften bir fiske vurduğunda ne kadar haklıydın ve başka bir zaman elini kaldırdığını bile görmedim bana. Evden kaçıp çocuk aklımla maceralara atıldığımda bile, sadece başıma gelecekler için korktuğunu biliyorum. Yine de kollarını açıp, benim sana dönmemi beklemiştin. Beş yaşında bir çocuk olarak fazlaca tehlikeli, aynı zamanda çok heyecan verici bir günlük küçük maceram bittiğinde, eve koşarak gelmiş ve sana sarılmıştım. Kendi kararlarımı almaya başladığım dönemlerde, "Sen doğrusunu bilirsin kızım" dedin. Sonuç ne olursa olsun yanımdaydın.  

              Değil mi ki varsın ve değil mi ki "Ben senin yanındayım" dedin bana, artık sırtım yere gelmez baba. Ben de bu sebeple ayakta durmalıyım. Tıpkı senin gibi...

              İyi ki varsın ve hayatımın her bir günü için babalar günün kutlu olsun.



              Not: Tüm babaların babalar günü kutlu olsun.

26 Mayıs 2017 Cuma

BİRLİKTE YAŞLANMAK

evlilik


               Evlilikler neden bitiyor? sorusunun cevabını düşünüyorum. Büyük umutlarla başlanılan, nişan, düğün için her türlü maddi ve manevi fedakârlığın yapıldığı, büyük bir gürültüyle çevreye duyurulan evlilikler bir de bakmışsınız sessiz sedasız sona ermiş. Hele bir de çocuğunuz da varsa, sonrası bir kâbusa dönüşebiliyor.

              Bana kalırsa evliliklerin bitmesinin çok basit bir sebebi var. İnsanlar kendilerine benzetmek ve istekleri doğrultusunda değiştirmek üzere birini buluyorlar. Karşılarındakini olduğu gibi kabul etmiyorlar. Seçtikleri değil de buldukları üzerinden bir hayat inşa etmeye çalışıyorlar. Yıllar geçip, değiştiremedikleri insanlar için verilen çabaların boşuna olması da hayal kırıklığını beraberinde getiriyor.

             "Ben seçmeyi düşünüyorum" ya da "Seçim yaptım" diyenlere de şunu sormak istiyorum. Yaptığınız seçim yalnız dış görünüş nedeni ile miydi? Bu da çok rastlanılan bir durum çünkü. Hoşunuza giden birini ele alalım. Yeterince tanımıyorsunuz ve kendinize ait beklentileri yarı açıktan, yarı bilinç altı göndermelerle aktarıyorsunuz. Kadın ya da erkek, o da sizi kaybetmek istemediği için bir süreliğine olmasını istediğiniz kişiliğe bürünüyor. Evlilik sonrası ise herkes gerçek kişiliğine geri dönüyor ve bu kez "Ben onu yanlış tanımışım." cümlesi ile evlilik bitiveriyor. Diyelim ki bunların hiçbiri olmadı. Siz değiştirmeye çalışmadınız.  Güzel, yakışıklı, zengin vs. fakat kişiliğini yeterince tanımadığınız biri ile hayatınızı birleştirdiniz. Sonra yıllar içinde bunların hepsi, -özellikle görüntü- eskiyor, sıradanlaşıyor. Sıkılıyorsunuz veya artık bu saydığım vazgeçilemeyecek (!) özellikler bile evliliği götürmeye yetmiyor.

             Bir insan, kendisi için doğru olduğuna inandığı ve her haliyle kabullendiği biriyle evlenmelidir. Kimse karşılaştığı insanı kendi doğrusuna ve isteklerine göre şekillendiremez, yönlendiremez. Bir insanın aklını, kişiliğini, en önemlisi de ruhunu sevdiğinde artık ondan isteyeceğin farklı bir davranış tarzı da olmaz. Neyse öyle kabullenirsin. Zaten o haliyle sevmişsindir. Tabii benzerlik ve bir miktar değişim artarak devam edebilir. Zaten mutlu olmak ve mutlu etmek adına eşinin istediklerini göz önüne almak senin için zor değildir. Ama ısmarlama olamaz. Tam tanımadığın birinin aradığın özelliklere sahip olup olmadığını da bilmen olanaksız. Öyleyse şartsız, ön yargısız, karşılıksız, zihin okumadan, şüphe duymadan, taktiklere girmeden evlilik öncesi yeterli bir süre, sadece tanımak için ayrılmalı. Kişi olduğu gibi görünmeli, karşı tarafa da aynı özgürlüğü tanımalıdır.

           Tamamen içten gelen bir ilgi değerlidir. Çocukça pışpışlanmak, abartılı fakat samimiyetsiz bir ilgi, göstermelik hediyeler, klişeleşmiş ve alışkanlıktan öte gitmeyen sözcükler, bunların hepsi gerçek bir birlikteliğin önündeki en büyük engellerdir bana göre. Sonunda da balon olan o "Büyük aşk ve sevgi(!)" bitmeye mahkumdur.

            Evlilikte ortaya çıkan sorunlardan biri de ayarsız, göstermelik bir kıskançlık. Kıskançlığın gerçek sevgiyle bir alakası olduğuna inanmıyorum. Sebepsiz, yersiz, kendi kuruntularınla oluşturduğun kıskançlık, ilişkiyi zedelemekten başka bir işe yaramaz. Gerçek sevgi özgür bırakmaktır. Mutluluğuyla mutlu olmaktır. Olması gerekenden fazlasını beklememektir. Eşine sadık ve gerçekten seven biri, ne olursa olsun aldatmayacaktır.
             
           Bir de evliliğin ilk dönemlerinde ortaya çıkan güç çatışması var ki, tam anlamıyla aile olmayı engelliyor. "Benim dediğim olacak", "Bu evde benim sözüm geçer", gibi yanlış ifadeler, sadece kişisel egoları tatmin ediyor. Karşıdaki insanda ise tamiri zor olan yaralar açıyor. Zamanı geldiğinde, yıllarca ezilen taraf bir şekilde rövanşını almaya çalışıyor. Kararlar ortak alınmalı, önemli olan ailenin menfaati olmalıdır. Artık kurduğun aile dışında kim varsa ikinci planda olmalıdır. Önce aileni önemsemeli, onlara emek ve zaman harcamalısın. Eğer dışarıdan gelen müdahaleleri hayatına dahil edeceksen, o evliliğe hiç başlamamalısın. Çünkü bir aile kuracak ve devam ettirebilecek olgunluğa henüz erişmemişsin demektir.

          Eğer birlikte yaşlanmak için evlenmek istiyorsanız, doğru insanı arayın. Karşınıza çıkan herhangi birini ya da mantığınızın zorladığı birini eş olarak seçmeyin ve benim bu söylediklerime kulak verin derim.