20 Mayıs 2017 Cumartesi

SEN EN İYİSİ İŞ ARAMA



           Selma birkaç aydır bir emlakçıda çalışıyor fakat ölü sezon olduğu için eline doğru düzgün bir para geçmiyordu. Ek işler yapması gerektiğini düşünüp iş aramaya başladı. Gazetedeki iş ilanlarının altını çizdi. İnternette eleman arayanlar sayfalarını karıştırdı. Not etti defterine. Sonra sırayla telefon etmeye başladı.

           İlk aradığı numarada bir erkek açtı telefonu. İş aradığını günlük temizlik işlerine gidebildiğini söyledi. Karşıdaki ses, biraz durakladıktan sonra "Fotoğrafınız var mı?" diye sordu. Çalışanlarının dış görünüşüne önem verdiğini söyledi. Bu oldukça tuhaftı, çünkü alt tarafı temizlik yapıp çıkacaktı. İyi günler dileyerek kapattı.

           Diğer numarayı aradığında, telefondaki ses oldukça sakin bir şekilde ve alçak sesle konuşuyordu. Adam: "Bir süre önce eşimden ayrıldığım için biraz moralim bozuk. Temizlikten sonra, benimle konuşabilir misiniz? dedi. O da "Ben psikolog değilim beyefendi. Temizlik bittikten sonra çıkarım" dedi. Adam,"İyi o zaman, iyi günler" deyip kapattı.

           Bir sonraki coşkuyla açtı telefonu. Evin durumundan bahsetti önce. Yeni boya yaptırdığı için evin güzel bir temizliğe ihtiyacı olduğundan, yalnız yaşadığı ve sonuçta evde bir kadın olmadığı için de bu temizlik işinin içinden çıkamadığından bahsetti.  Bizimki içinden  hımm oldu bu iş, ücret de fena değil diyordu. Kapatmadan önce, "Söylemedim fakat bir arkadaşım daha var. Birlikte gelip temizliyoruz evleri. Öğleye kadar da bitiririz." Adam duraksadı. "Ben sizi ararım" dedi ve kapattı.

          Diğer numarayı aradı. Telefondaki ses bu kez gayet normal  tondaydı. Oldukça zengin olduğunu da araya sıkıştırarak, almak ve satmak istediği evlerden, bozdurması gereken dolarlardan bahsetti. Şu an oturduğu evin çok büyük olmadığını temizliğinin de oldukça kolay olabileceğini söyledi. Evinin satışında yardım edebileceğini de belirtti Selma. Adam yüz yüze görüşme teklifinde bulundu. Emlak alım-satımı konusunda da müşteri olabileceği düşüncesiyle kabul etti. Bir kafede buluşacaklar, şartları orada konuşacaklardı.

          Vaktinden önce gitti kafeye. Bir çay söyledi. Adamı beklerken  bu görüşmenin bari olumlu geçmesini umuyordu. Sokağın başında orta boylu ve göbekli bir adam belirdi. Yürümekten kan ter içinde kalmış yüzü, kıpkırmızıydı. Elindeki beyaz patiska mendiliyle alnındaki terleri siliyordu. Beyaz bir gömlek ve altına da siyah pantolon giymişti. Tahmin ettiği kişiydi ve kafede tek olarak oturan sadece kendisi olduğu için, adam direk ona doğru yönelmişti. "Selma'ydı değil mi? "dedi. Selma, ayağa kalktı "Evet benim..."

         Adamın hallerinde bir telaş seziliyordu. Sanki sakladığı bir şey varmış gibi bir tedirginlik davranışlarına yansıyordu. "Şimdi elimdeki bir miktar dövizi bozdurdum"dedi adam. "Onun için geç kaldım kusura bakmayın." Söylediği rakama bakılırsa zengindi ve ev alabilecek kadar parası da vardı adamın. Maddi varlığını oldukça abartılı bir şekilde anlatmaya devam ediyordu. Selma evin yerini sordu. Adres tarifine bakılırsa bir dolmuşla gidilebilecekti. Çok uzak sayılmazdı. Haftada iki gün temizlik yeterli olacaktı. Daha sonra adam yalnız yaşadığından, yalnızlığın çok zor olduğundan bahsetti. "İnsan birine ihtiyaç duyuyor Selma hanım. Tek başına hayat hiç çekilmiyor. İş ilanını koyduğumdan beri beni onlarca kişi aradı. Bir kadın vardı dört çocuklu. İşe çok ihtiyacının olduğunu söyledi. Çocukları okuyormuş ve maddi yardım alabileceği kimsesi de yokmuş. Ne desen yapacak biri. İnsanlar çok zor durumda çook."

         Selma orada biraz tırstı tabii. Niyeti neydi bu adamın? Konuyu emlak işine getirdi. Nasıl bir ev aradığını sordu. Adam sahil tarafında güzel bir ev istediğini söylüyordu. Sahil tarafındaki evler yüksek fiyatlı olmasına rağmen tercihinin o yönde olması zengin izlenimi veriyordu.

         Selma; "Şu an oturduğunuz evden de bahseder misiniz? Kolay satılıp satılmayacağını öğrenmek istiyordu. Adamın anlattığına göre ev, iki oda bir salon, son kat ve yağmur yağdığında su geçiren bir tavana sahipti. Bu tip evlerin satışının  kolay olmadığını aklından geçirdi.

         Elinde şu an için gösterebileceği satılık evlerden bahsetti Selma. İş bu noktaya geldiğinde adam yan çizmeye başladı. O zaman ne ev satma, ne ev alma derdinde olmayan bu adamın derdinin başka olduğu ortaya çıkmıştı işte. Adamın canı sıkılmıştı ve kendisine eğlence arıyordu. Bu arada garson geldi ve ne almak istediklerini sordu. Selma bir çay daha söyledi. Adam menüyü elinde evirip çevirirken, "Ben daha sonra almak istiyorum" diyordu.  Menüyü sayfa sayfa en az üç kez gözden geçirip ve garsonu çağırıp bir çay almak istiyorum dediğinde, Selma"yı bir gülme aldı. Ev, döviz satış alış... Adamın hali, söylediklerinin hepsi bir bütün olarak düşünüldüğünde, oldukça züğürt olan bu adam, kendisini zengin göstererek temizlik işi bahanesiyle kekleyecek bir kadın arıyordu.

        Selma şöyle bir arkasına yaslandı. "Fuat bey" dedi. "Bazı kadınlar da var ki erkekleri fena halde dolandırıyorlar çok dikkatli olmanız lazım. Çete gibi çalışıyorlar hem de biliyor musunuz? Arkalarında bunları kollayan adamlar oluyor. Eve girip adamın kafasına bir şeyle vurup bayılttıktan sonra, tüm döviz ve altınları alıyorlar. Ev sahibine ne yapacakları da biraz insaflarına kalıyor. Siz eğer iyi bir insansanız(!) ihtiyacı olana iş verip, sadece iyilik olsun diye yanınızda çalıştırısınız. Yok başka bir şey talep ediyorsanız. Başınıza bela açan biri de sizi bulabilir unutmayın." Gitmek için ayağa kalktı. Adam da toparlandı. Biraz bozulduğu tombik suratının kızardığından ve alnındaki boncuk boncuk terlerden belliydi. Garson hesabı almak için geldiğinde, adam pantolonun arka ceplerine ve gömlek dahil, tüm ceplerine elini atıp boş çıkardıktan sonra. Pantolonundan çıkan buruşuk bir kağıt parayı ve bozuklukları avucunun içinde sayarak garsona uzattı.

         Selma: "Ev alacak kadar paraya sahip olduğunuzda beni arayın, değerlendirelim" dedi. Bunları söylerken muzipçe gülüyordu. Karşısındakinin baştan sona yalandan ibaret olduğu şu kısa zaman diliminde öyle belli olmuştu ki. Zor durumdaki kadınları kullanabildiği kadar da kullanacaktı,

         Bir iş bulma macerası daha kazasız belasız atlatılmıştı. oradan ayrılırken bunları mutlaka yazmalıyım diyordu .

11 Mayıs 2017 Perşembe

FOTOĞRAFA BAKARKEN

       
ÇÖP EV

           
             Anlatılanları duydukça her bir olayı ayrı ayrı yaşıyorum. Kadının vücudundaki kurtları, çocuğun kafasındaki böcekleri, evdeki tüm çöpleri temizliyorum. Ama hayır, olamaz! Hepsi aynen duruyor. Fotoğraf elimde, ben ağlayamıyorum içim daralıyor.

             İnsan neden oturduğu yeri çöp eve dönüştürür? Sebebi geçmişe özlem ya da elindekinin gitmesi korkusu, aç kalmak, muhtaç kalmak, kimsesizlik. Ne olabilir? Evden, hiç kullanılmamış onlarca nevresim takımı, bardak takımı, tencere ve tava çıkmış. Pizza kutuları, eşyaların arasında duruyormuş. Yerler poşetlerle, koltukların, sandalyelerin üstleri ise kağıtlarla doluymuş.

            Araştırdığım kadarıyla bu biriktirme hastalığı ya da istifçilik denilen takıntılı durum, tek bir sebepten ortaya çıkmıyor. Geçmişte fakir bir hayat yaşayanlarda görülebildiği gibi, fakirlik çekmese bile hatıralarının yitip gideceğini düşünenlerde de görülebiliyor. Bazen de bir gün lazım olur diyerek başlanıp, artık önü alınmaz hale gelinceye kadar biriktirme devam edebiliyor. Hastalık boyutuna gelmesi, günlük hayatın etkilenip etkilenmediğine bakılarak anlaşılıyor. Siz siz olun, gereksiz ne varsa atın. Bunu illa ki eşya olarak düşünmeyin. Yıllar öncesinden kalma kasetleri, disketleri atmayan, mailleri ve telefon mesajlarını silemeyenler varmış.


            Gelelim benim bahsettiğim kişiye. Gençliğinde oldukça bakımlı bir kadındı diyorlar. O zamanlar, üstü başı düzgün, kuaförünü, temizliğini ihmal etmezmiş. Zamanla yaşadığı sorunlar neticesinde belki de o hale geldi. Kolon kanseri oluyor daha sonra. Ölümüne birkaç hafta kala, hastaneye kaldırılması ise belediye başkanına yakın bir kişinin desteğiyle gerçekleşiyor. Bu bile imkansızlık içerisinde yapılmış. Fakir gibi görünen bir insanken, sahip olduğu pırlanta ve paralardan, tapulu birkaç evden bahsediliyor. Bir de yardım etme bahanesiyle bunların idaresini bir şekilde elde eden, yabancı uyruklu bir kadın var. Bu kadın bunu iş edinmiş. Ölmek üzere olan kim varsa yaklaşıyor, vekaletleri alıncaya kadar da güven kazanıyor. Başka ilgilendiği yaşlılar da var diyorlar. Kadın ölmeden önce bütün vekaletleri bu yabancı uyruklu kadına devretmiş. Bankadaki değerli eşyalarını ve paralarını da içeriden onun adına teslim almış. Sonra bilmiyoruz o paralar nerede? O mu aldı, başka bir yere mi aktardı? Öldükten sonra evdeki tüm eşyaları sokaktan gelen geçen kim varsa çağırıp verdiğini söylemiş. Satmamış güya, orasını Allah bilir artık.

               Kimsesi yoktu diyor anlatan kişi, zavallının bir teyzesi vardı. O da cenazeye gelmemiş. Bir de şizofren oğlu varmış. Yazlık evde tek başına yaşıyormuş. Onun da hali içler acısı. Tırnakları ve saçları aylarca kesilmemiş ve yıkanmamış olduğunu söylüyor. Üstünde bir atletle, kış günü soğuk odada bir sandalyede, kıpırdamadan duruyormuş. "Onu gördüğümde iki koltuğunun altında birer kedi var zannettim" diyor. O kadar feci durumdaymış. Bir de oğlu, sadece yabancı olanlarla konuşuyor ve onlara güveniyormuş. Bu bana çok ilginç geldi.  Daha önce karşılaştığı memleket insanlarının, ona olan davranışlarının etkisi olabilir diye düşündüm. Tabii bu sadece bir düşünceden ibaret. Hep söylenir bizim insanımız delileri sever diye. Neden sever? Onlarla dalga geçip, eğlenmek için. Çıkarsa gerçekten vicdanlı olan biri, o da "Uğraşmayın zavallıyla" der. Öyledir yani.

            Aklın önemi bir kez daha teyit ediliyor. Bu çocuk, çocuk dediğim otuzlu yaşlarında olmalı. Rehabilitasyon merkezinde bakılacakmış bundan sonra. Yabancı uyruklu kadın onun vasisi olacakmış. Paranın yönetimini de artık o yapacakmış.

            Bu anlattıklarım tamamen gerçek bir hikaye. Böyle hayatlar da yaşanıyor.


Not: Fotoğraf, benim gördüğüm fotoğraf değil ama ona yakın bir fotoğraftı.      

4 Mayıs 2017 Perşembe

KAHVE FALI İÇİN ÇEKTİKLERİMİZ

           
Kahve falı
              Komşumun kahve falı hikayesiyle karşınızdayım. Komşum kızına çok düşkündür. Onun üzülmesini hiç istemez. Kızı bir gün "Anne bende kara büyü var kısmetim çıkmıyoo" demiş. Hemen o dakka hazırlanıp, birlikte kahve falı baktırmak için kahveciler çarşısına gitmişler. Ana kız kahvelerini içmişler,  Nasıl bir kalabalık. Çarşının başından itibaren insanlar sıraya girmişler. Kahve falı baktıkları yer, iki katlı ve ikinci kata kadar sıra var. Bunlar da önce yemek yiyip, ondan sonra gidip fal baktırırız diye düşünmüşler.  Fincanları, kahve içtikten sonra kendileri sıraya girmiş tabii ki.(İsim yazılıp sıra alınabiliyor, bu arada onu da hatırlatalım.)

             Yemekten sonra aşağıda girişte bir boş masa bulup ilişmişler. Sohbet muhabbet derken bunlara sıra gelmiş. Komşum diyor ki "Birden elinde sopayla bir genç, tepemden uçarak kahveye girdi." Karşı saldırıda bulunan kasanın başında duran adam da beyzbol sopasını sakladığı yerden çıkarıp gence doğru uçtu. Bunlar havada çarpıştılar. Sopalar, insanlar havada uçuşurken Kelime-i Şehadet getiren komşum, herhalde son nefesimi de burada verecekmişim gibilerinden kızıyla birlikte korkudan titrerken, kahve falı sırasındaki tüm insanlar çil yavrusu gibi dağılmışlar. Kavga havada en hararetli haliyle devam ediyor.

             Öğrendiklerine göre kahve falı bakan kadınla kasadaki adam karı-koca. Kavgaya gelen de çocuklarıymış. Sabah para isteyen oğluna para vermek istemeyen adam, (demek alışık ki), masanın altında beyzbol sopasını hazır bulunduruyormuş. Biri oradan "Cık cık cık, üst katta bütün gün fal bakacağına, şu çocukla ilgilenseydi bu hale gelip serseri olmazdı" diyormuş. O karışıklıkta komşumla kızı birbirinden epey bir uzağa sürükleniyorlar. Kızın elleri zangır zangır titrıyor. "Anneciğim sana bir şey olacak diye ödüm koptu" deyip, ortalık sakinleştikten sonra sarılıp hasret gidermişler. Kavga edenlere ne olmuş diye sorarsanız. Hiçbir şey olmamış. Kavgaları makul ve alışılmış sürede bitip, her biri olması gerektiği yere dönmüş. Genç, sokaklara, baba da kasanın başına.

             Komşum, fala baktırmadan oradan gideyim demiş. Parayı yanlarına bırakır mı? Adama demiş "Ben artık fal baktırmak filan istemiyorum. Paramı geri verin."  Kahve, kişi başı otuz lira onu söylememiştim. Adam on lira kesip geri vereyim demez mi? Yuh! o kadar arbedenin üzerine kahveler de benden olsun denilmez mi? Çok ayıpladık doğrusu. "Neyse olduğu kadar olmadığı kader" deyip paraya razı olup oradan kaçmışlar.

            "Eee  bundan sonra o sokağa adım atmazsınız artık." dedim"Atar mıyııız? (!)  bu son olsun diye karar verdik," dedi.

            "Geçen bana söylediğin Şemsipaşapasajındakisesibüzüşeciler Falcısı'na ne zaman gideceğiz?" dedim. Yarın için sözleştik.

2 Mayıs 2017 Salı

BLOG PARTİSİ ETKİNLİĞİ




      Annesinin Prensesi'nin başlatmış olduğu etkinlik ile ilgili Blog Partisi çekiliş sonucunda Annesinin prensesi ve Yasemin Işık ile aynı gruba denk geldiğimi sevinerek öğrendim.  

    Blog partisi katılımcı sorularına ise buradan ulaşabilirsiniz. Blog etkinliği ile ilgili bilgisi olmayanlar için söyleyeyim, çekilişte aynı gruba düştüğümüz katılımcıların sorduğu soruları cevaplıyoruz.  
 

1. Annesinin Prensesi Blogunun sahibesi'nin sorusu:  

     Bir şarkı yazmış olsaydın bunun hangisi olmasını isterdin ? 
    
     "Bende bir problem var" derdim.




2. Blog sahibesi Sonbahar Kedisi'nin (Yasemin Işık'ın) sorusu :

    Türkiye'yi alıp, istediğiniz bir ülkenin yeriyle değiştirebilir ya da bir yere ekleyebilirsiniz. Orası neresi olurdu ?

    Türkiye'yi alıp Fransa ve İtalya arasına, yine Akdeniz'e kıyısı olacak şekilde, o taraflara bir yerlere göndermek isterdim. Coğrafya bir ülkenin acı kaderi çünkü. Bizim de orta doğulu olmaktan çıkamama sebebimiz. Sürekli bir karmaşanın burada da yaşanması. Belki yer olarak farklı bir yerde olsak, medeni ülkelerde yaşanan özgürlük ve yüksek yaşam standartlarını burada da görebilirdik.




3. Benim sorum ise şuydu: 
    
    Bugünkü sen, geçmişe gidip yaşadığın olayları değiştirebilir misin ?  

     (Etkinlikte diğer arkadaşların soruları cevaplanıyor o yüzden ben cevaplamadım. Fakat sizlerin bu soruya cevabınızı bekliyorum.)  
   

     Arkadaşlarımın bloglarına ulaşmak isterseniz; 

     Annesinin Prensesi : Tatlı kızının zaman içindeki değişimlerini ve onun tüm sevimliliklerini, kendisinin de annelik hikayesini ayrıca her konudaki deneyimlerini anlatıyor. Çok samimi bir blogu var.

    Sonbahar Kedisi (Yasemin Işık): Eğlenceli ve başarılı hikayeleri ile tanıdım onu. Arkadaşlarıyla birlikte kendi öykülerinin de olduğu bir kitap çıkarmak üzere. 


    Siz bu sorulara ne cevap verirdiniz? Yorumlara yazarsanız sizin fikirlerinizi de öğrenmek isterim.

28 Nisan 2017 Cuma

BİR FİLM BİR ŞARKI

         
        Gizem düşünüyor bir etkinlik yapmış. Kendisi Nisan ayında izlediği filmi ve en çok dinlediği şarkıyı paylaşmış. Beni de etkinliğe Sonbahar Kedisi davet etti. Bu benim katıldığım ilk etkinlik.


        Bir kedi buldu ve hayatı değişti (Kediler plansız bir araya geldi)

         Bu ay izleyip oldukça etkilendiğim bir film Sokak Kedisi Bob.  Gerçek bir hikayenin kahramanının bizzat kendisinin yazmış olduğu  kitaptan uyarlanmış bir film. Kitabını okumadım ancak filmin hikayesi beni oldukça etkiledi.

       Kötü bir çocukluk ve aile hayatı sonrası uyuşturucu bağımlısı olan James Bowen, bir gün sokakta bir kedi bulur ve tüm hayatı değişir. Öyle ki sokaklarda kedisiyle şarkı söylerken, insanlar tarafından ilgi görür, gazetelerde hakkında yazılar çıkar. bu kedi ile birlikte bağımlılıklarından kurtulur. Yeni bir hayata adım atar. Siz de biraz rahatlamak ve umut görmek istiyorsanız bu filmi izlemelisiniz.





          Bir şarkı dinledim  (Aslında bir çok şarkı dinledim)
   
          Sizi, fırsatınız olur da bakabilirseniz Google Plus'taki Müzik Koleksiyonuma davet etmek istiyorum. Linke ya da resmin üstüne tıklayarak koleksiyonuma ulaşabilirsiniz.

           
               Youtube kanalım da var fakat tüm şarkıları henüz oraya atamadım. Zamanla aktarmayı ve yeni şarkılar da eklemeyi düşünüyorum. deryada damla linkiyle müzik listelerime ulaşabilirsiniz.

                

24 Nisan 2017 Pazartesi

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK - 3.BÖLÜM


            O günkü tartışmanın ardından çocukluğunun geçtiği mahalleye gitti. Mahalle eskisine göre çok farklıydı. Büyüdüğü eve, sokağa baktı uzun uzun. Güzel saydığı birkaç anıdan biriydi o sokak. Arkadaşlarıyla oynadığı oyunları tekrar yaşadı. Futbol oynayan çocukların arasına karıştı onlarla oynadı biraz. Evin merdivenlerine oturdu. Çocukken ağladığı merdivenler, onu tanımış mıydılar? Yine kollarıyla saracaklar mıydı? Hışımla içeriden çıkan yaşlı kadın, yine kolundan sıkıca tutup içeriye sürükleyecek miydi?

           Sevilmeye layık olmadığı ne vardı? Yıllarca cevap bulamadığı bu kadar soru, yormaktan başka bir işe yaramıyordu. Yanında hiç olmayan annesini, keşke olmasaydı dediği babasını, babaannesini, evdeki bitmeyen kavgaları, şişeleri, kırılan camları, tekmelenen kapıları hatırladı. Odanın bir köşesine sinip korkudan titrediği zamanlarda, tüm bunların acısını çıkartırcasına okulda öğretmenin anlattıklarını tekrarladığını, tüm hırsını derslerden çıkardığını hayalinde canlandırdı tekrar. Biraz gurur kaplandı içi. Sonuçta bir başka çocuğun asla dayanamayacağı, serseri olmak dışında işe yaramayacak hayatının, bir köprü altında artık hangi gün çektiği gazla son bulacağını düşündü. O başkaydı. Asla pes etmiyordu. Şu anda bulunduğu konuma gelinceye kadar feda olmuştu çocukluğu, buna değer miydi?

           Okuldan eve geldiğinde "Annem nerede?" diye sordu çocuk. Evde, olması gerekenden fazla insan vardı. Babası yere çökmüş, başı iki elinin arasında duruyordu. Babaannesi dizlerini dövüp, bağırıp çağırıyordu. Halaları yüksek sesle konuşuyorlar, amcalar küfürler ediyordu. Bir kenara ilişti.  Halası "Vah garip yavrum vah vah" diye göstermelik bir şefkatle sarıldı. "Üzülme sen, bundan sonra senin annen biz olacağız. Şuncacık çocuktan ne istedin be kadın. Buna da mı acımadın" deyip bir diğer hala sarılmıştı. Anne, başka bir adamla kaçmıştır. Ortada bir rezillik vardır. Bu, ona herkes tarafından ve türlü bahanelerle yıllarca hissettirilecektir artık.

            Babaanne hep sinirliydı. Akif'in her yaptığı gözüne batardı. Yok olsa, belki tüm sorunları ortadan kalkacaktı. Bazı günler, halalarının kapısının önünde bulurdu kendisini. Babaannesinin kolundan sıkıca tutup çekeleyerek taşıdığı evlerin kapılarında, anlamsız bakışlarla alınmayı beklerdi içeri. Yine annesine edilen gün görmemiş küfürlerin ardından, kapı önlerinde defterleri, kitapları, kalemi, silgisiyle  merdivenleri çalışma odası gibi kullanırdı. En nihayet hava karardığında, halanın uygun gördüğü bir saatte içeri girer, kafasına vurulurcasına önüne konan tabaklardaki çorbaları içer, önemli bir insan olduğu günlerin hayalini kurardı.

             Şimdi önemli bir insandı. Bütün bunları elde ederken yanında kimse yoktu. Babası, babaannesi öldükten sonra, onu çocuk yuvasına bırakmış, senede bir defa görmeye gelmiş, o zamanlarda da bir çocuğa değil de terk eden bir kadının çocuğuna nasıl bakılırsa, gözlerini kaçırırcasına bakmıştı. Ayakları üstünde durduğunu gördüğünde de para koparmak dışında yanına uğramamıştı.  Annesinin nerede olduğuna dair en ufak bir bilgisi yoktu.

             Akşam eve gittiğinde çok yorgundu. Kendisini hemen yatağa attı uyudu. Sabah kalktığında üzerinden bir kamyon geçmiş gibiydi. Yorgunluğu ve kızgınlığı hala duruyordu. Telefonunu açtı. Gelen çağrıları ve mesajları inceledi. Dilek'ten onlarca çağrı ve mesaj geldiğini gördü. Hepsini tek tek okudu. Mesajların hepsi de bir yanlış anlamanın olduğu, anlatması için bir fırsat vermesine yönelikti. En son mesajda da "Sen hiçbir kadına güvenemeyeceksin" yazıyordu. Düşündü, haklıydı. En güvendiği kadın, onu çok ihtiyacı olduğu zamanlarda terk edip gitmişti.

             Kapının ziliyle irkildi birden. Kim gelmiş olabilir ki diye düşündü. Kapıyı açtığında Dilek karşısındaydı. Kadın içeri daldı birden. Mutfağa geçip kahvaltı hazırlamaya başladı Akif"in asık suratına aldırmadan. Bu arada konuşmayı da ihmal etmiyordu. Akşamdan beri merak içinde kaldığını, kızgınlığının tamamen gereksiz olduğunu, kendisini hayal kırıklığına uğratacak bir şeyi asla yapmayacağını anlatıyordu.

             Akif:  "Peki Mehmet'le özel olarak konuşacak ne vardı benden habersiz. Sebep neydi? On dakika yalnız bıraktığımda fırsat kolluyor görüntüsü de neydi? Senin kulağına eğilip söyleyeceği ne olabilir Mehmet'in? Sizi öyle gördüğümde nasıl öfkelendiğimi anlamıyorsun."

             Dilek: "Kahvaltımızı edelim hepsini anlatacağım sabırlı ol"

             Dilek'in bu kendinden emin tavrıyla biraz içi rahatlamıştı. Kahvaltıda peynirli krep, patatesli yumurta vardı. Kahvaltı ederken başka şeylerden bahsetti Dilek. Akif sadece dinliyordu. Kahvaltı sonrası balkonda kahvelerini içerken, Dilek: "Şimdi sana öğrenmek istediğin her şeyi anlatacağım" dedi. "Mehmet, senin iş için dışarıda olduğun bir gün ofisine gelen bir kadından bahsetti bana. Annen olduğunu söylemiş. Fakat senin olmadığını görünce çok üzülmüş. Mehmet biraz üstüne gittiğinde, senden yıllardır ayrı olduğunu, babanın ve babaannenin seni asla göstermediklerini, bazen gelip uzaktan izlediğini anlatmış. Çalıştığın yeri bir şekilde öğrendiğini sadece görmek için geldiğini söylemiş. Sonra senin duymanı istemediğini söylemiş. Yemin ettirmiş." Akif bunları büyük bir şaşkınlık içinde dinlerken neden bu kadar yıl annesinden haber alamadığını anlamış bulunuyordu. Dilek'e ve Mehmet'e haksızlık ettiğini kabul ediyordu sessizce. Annesine ulaşmalı, gerçekleri bir de ondan dinlemeliydi. Ona ulaşabileceği bir numara da bırakmamıştı. Babasına gitmeye karar verdi.

            Dilek'le birlikte babasının yaşadığı eve gittiler. Aylardır ayak basmadığı ev, oldukça eski ve bakımsızdı. Duyduğu öfke yüzünden, mümkün olduğunca karşılaşmak istemediği bu adamın şartlarını daha da iyileştirmek, içinden hiçbir zaman gelmemişti. Acısı öyle büyüktü ki, kimsesizliği tatması için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Onun bir dilenci gibi kapısına gelmesi bile, ne kadar tatsız da olsa içten içe nefretini azaltıyordu sanki. Evin kapısını yaşlı bir adam açtı. Kapıda oğlunu gören adamın buruk sevinci, utancı yüzünden okunuyordu. İçeri geçtiler. Çöplerden toplandığı belli olan eşyalar, odanın içine düzensizce yerleştirilmişti. Kırık bir çekyatın kenarına iliştiler. Baba, ikram edecek bir şey olmadığını her halinden belli ediyordu. "Bir çay alır mısınız?" diyebildi. Akif zahmet etmeye gerek olmadığını, hemen kalkacaklarını söyledi. Annesinin nerede olduğuna dair yıllardır sormadığı soruyu sordu. Babasının gözleri yaşardı. "Bunu bir gün bana soracağını biliyordum" dedi.

             "Oğlum. Kusura bakma, sana oğlum diyorum hiç hakkım olmadığı, sana babalık yapmadığım halde. Ne oldu da annen gitti..." Biraz suskun kalıp derin bir iç çektikten sonra başladı tekrar konuşmaya.  "Ben korkağın biriyim. Hiçbir zaman onun yanında olacak cesareti kendimde bulamadım. Annemle yaşıyorduk fakat inan bir o değil, hiç kimsenin yapabileceği bir şey değildi onunla aynı evde olmak. Benim doğru düzgün işim yoktu ve ona mecburdum. Annen çok sabretti her türlü işkenceye katlandı. Bir gün dayanamayacak hale geldi zavallı. O seni bırakmak istemedi. Annem ise cezalandırmak için ayırdı ikinizi. Bana sorarsan, annen benden daha cesurdu. Benim kendi ayaklarım üzerinde duracak cesaretim asla olmadı. İçten içe imrendim ona, terk edemedim lakin çöplüğümü. Kendine bir ev tutup işe girdiğini öğrendim. Tek başına bir ömür sürdü kendince. Seni görmeye gelememe sebebi ise babaannenin ve benim, başka şehre taşınıp, seni kaçıracağımıza dair tehtit etmemizdi." Artık babasına olan kızgınlığı daha da artmıştı. Annesinin adresini istedi daha önce hiçbir şey istemediği babasından. Babası adresi bilmediğini fakat çalıştığı yeri bildiğini söyledi. Oradan hemen çıkıp gitmek istiyordu artık. Demek mahallede başka türlü anlatılan annesi aslında tamamen suçsuzdu. Yıllarca taşıdığı utanç, boşunaydı.

             Uğraşlarının sonucunda evi öğrendi. Merdivenleri hızla çıktı ve kapıyı çaldı. İçeriden gelen ses, annesinin olmalıydı. Kapıyı açan kadın şaşkınlık içindeydi. Gözlerinden akan yaşlar her şeyi anlatıyordu. Akif de yıllardır kurumuş gözlerinin nasıl da canlı olduğunu fark ediyordu ilk defa. Sarıldılar konuşmadan, sadece ağladılar. Akif, bütün öğrendiklerini anlatıyordu. Susmuyordu, bütün yaşadıklarını anlatıyordu annesine. Annesinin kendisiyle gurur duyduğunu ilk defa öğreniyordu. "Doğrusu bir anne evladını ne olursa olsun terk etmez. O senin dediğin başını eğen ne varsa hepsi yalandı. Gerçek buydu."diyordu annesi.

             Mezarın başında dakikalarca ağladı. "Babam ilk defa benim için iyi bir şey yaptı. Teşekkür edemedim ona. Niye ağlıyorum bilmiyorum bunca yıl nefret ederken, meğer onu seviyormuşum. Öldüğünde anladım."

             Dilek Akif'in ellerini sıkıca tuttu. "Seni bırakmıyorum artık, kovsan da gitmem."
 
 

18 Nisan 2017 Salı

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK - 2. BÖLÜM

                                                                                                 



                                                                                                      Okumayanlar için 1. Bölüm



PARKTAKİ ÇOCUKLAR

           "Unutmuştum işte" dedi. "Arkamda bırakmıştım fakirliği, kimsesizliği. Nereden çıktı şimdi bu adam karşıma. Bütün yaşama sevincimi de alıp götürdü giderken."

           Sekretere telefon açıp, öğleden sonra gelmeyeceğini, arayıp bugünkü randevuları iptal etmesini söyledi. Bugün biraz uzaklaşayım bürodan diye geçirdi içinden. Kadıköy tarafına geçip bir restoranda yemek yedikten sonra, deniz kenarında bir çay bahçesine oturdu. Orada, çay eşliğinde, denizi uzun uzun seyredip düşüncelere daldı. Çocuklu aileler vardı yakındaki parkta. Anneler, çocuklarının başına bir şey gelmesin diye arkalarında koşturup duruyorlardı.

            Hızlıca çay bahçesinden kalkıp, kazadan sonra yattığı hastaneye gitti. Onu bulmalıyım diye düşündü. Birden, o ailenin huzurlu ve vefa üzerine kurulu hayatlarının içine dahil olmak istediğini hissetti. Hastanenin müdürünü tanıdığı için odasına girdi ve biraz hoşbeş ettikten sonra, hasta ve refakatçi bilgilerine ulaşıp ulaşamayacağını sordu. Müdür bunun pek uygun bir şey olmadığını söylese de biraz ısrar sonrası telefon numarasını aldı. Teşekkür edip müdürün yanından ayrıldı.

            Telefonda ne diyeceğini bilmiyordu. Kısa bir süre tanıyor olmanın dışında, diyalog kurmaya yetecek bir yakınlığı da bulunmuyordu. Kendisini tanımayabilirdi. Numaranın yazılı olduğu kağıda bir süre baktıktan sonra aradı. "Merhaba ben Akif, sizinle hastanede tanışmıştık. Babanıza bakmak üzere refakatçi olarak kalıyordunuz. Ben de bir kaza geçirmiştim hatırladınız mı?" dedi. Bu kadar çok kelimeyi ardı ardına söyledikten ve içinde çok başka bir heyecan yaşıyorken, ne yapıyorum ben diye de düşünüyordu. Kadın, oldukça samimi bir sesle "Evet tanıdım" dedi. Ondan sonra da başladı konuşmaya tabii. Hastaneden sonra neredeyse tüm yaptıklarını kısa bir özet halinde geçtikten sonra, akşam yemeğe davet etti. Akif belli etmemeye çalışsa da çok fazla mutlu olmuştu. Neredeyse ağlayacaktı. Evin adresini aldıktan sonra evine gidip hazırlandı.

            Yemeğe tam zamanında yetişmişti. Kapıda, yüzünde adeta güller açan Dilek, tüm sevecenliğiyle içeri davet etti onu. Elindeki çiçekleri aldıktan sonra, salona buyur etti. Salondaki eski eşyalar, temizdi fakat neredeyse antika gibi duruyorlardı. Kahverenginin en koyu tonlarından oluşan masa ve sandalyeler. koltukların üzerindeki modası geçmiş desenler, tüller, hepsi bir uyum içinde ev sahiplerine ait olduklarını belli edercesine duruyorlardı. Baba oldukça sağlıklı, anne oldukça neşeli, kızları ise ne kadar mutlu görünüyordu. Yemek sonrası çay içildi. Çayın yanında üzümlü ev kurabiyelerinin kokusunu çaktırmadan içine çekti Akif. Daha önce böyle benzer bir kurabiye kokusunu, komşu teyzesinin, evin penceresinden ona uzattığı birkaç kurabiyede almıştı. Lezzeti harikaydı ve ağızda dağılıyordu. Hastaneye dair uzun uzun konuşuldu. Sağlığın önemi, havalar sular derken, biraz daha kalsam gitmesem diyebileceği güzel saatlerin sonunda en nihayetinde müsaade isteyip kalktı. Eve yatmaya gittiğinde gözlerini huzurla kapattı.

            Sabah yine aynı iş temposu başlamıştı. Bu kez, hafta sonu için plan yapmak istiyordu. Sabah kahvaltısı, öğle veya akşam yemeği, olmadı bir kahve içmelik bile olsa, tekrar görüşmeliydi. Ne yapmalı ne etmeli tekrar görmeliydi Dilek'i.

            Nihayet hafta sonu geldi.  Akif kısa bile olsa görüşmek için telefon etti. Aynı sevecen ses, yine aynı tonda konuşarak, bir kahve içmeyi kabul etti. Kahve sıradan bir kahve olmamalı, gittikleri yer de sıradan bir kafe olmamalıydı. Pier Lotti'ye gittiler. O tepede İstanbul'un manzarası mükemmeldi. Hava ne soğuk ne sıcak, tam da bahar havasıydı. Kadın yine konuşkan ve mutluydu. Tüm hayat hikayesini olmasa da, önemli bir bölümünü Akif öğrenmişti artık. Ne kadar da güzel bir hikayesi vardı. Hiçbir şeyi saklamıyordu ve yüzde yüz doğru söylediğini düşünüyor, bu kadında yalan yok diyordu. Şimdiye kadar görmediği bir gerçeklikle karşısında duran bu kadın, ondaki hayreti artırıyordu.

            Bazı akşamlar, Dileklerin evine yemeğe çağrılıyor, memnuniyetle kabul ediyordu. Hafta sonu ve diğer  günlerde de eğer aileden izin koparabilirse, onunla vakit geçirebilecek etkinlikler ayarlıyordu. Birkaç kez de şirketin düzenlediği yemeklere birlikte gitmişlerdi. Artık tüm arkadaşları da onu tanıyorlardı. Şirket yemeklerinden birinin bitiminde Dilek'le oldukça hararetli bir tartışma yaşadılar. "Akif : "Bunu neden yaptın?" diyordu.

 Okumak isteyenler için 3. Bölüm