-----------------------------------------------------------------------------------------------------
Okumayanlar için BENİ BÖYLE DE SEVER MİSİN? - 1.BÖLÜM
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
Uzun süren bu depresyon ve halim ortada..
Beni böyle de sever misin?
Yeliz
Maili gönderdikten sonra heyecanla beklemeye başladı. Acaba ne cevap verecekti? Beklerken, "Niye inatçılık ediyorum da telefon açmıyorum ki belki de okumayacak mailleri" diye düşündü. İşi gereği e-postasını mutlaka hergün kontrol ederdi Gökhan. Yeliz bir süre sonra uykuya daldı. Ertesi gün, kontrol etti gelen postaları, Gökhan'dan cevap maili gelmemişti. Sonra ertesi gün ve diğer günlerde de. Mutlaka bir sorun olmalıydı, bilgisayarı bozulmuş olmalıydı ya da çok fazla yoğundu işleri. Bu şekilde tam bir hafta geçti. Dayanamayıp telefon açtı, sayısız kez çaldırdı telefonunu fakat Gökhan telefonlarına da cevap vermiyordu. Sabah bir kısa mesaj aldı. Olabildiğince uzun fakat adı kısa olan bir mesaj. "Bak Yeliz benim işimi biliyorsun, farklı ülkelere seyahatlar ediyorum. Saygın insanlarla görüşmelerim oluyor. Ünlü şirketlerin yemeklerine, kokteyllerine katılmak zorunda kalıyorum. Milletvekilleriyle sıkı diyaloglarım var. Yanımdaki kadının bana ve ortama yakışan biri olması gerekli. Sen kötü bir insansın demiyorum ama bu şekilde olmaz yapamayız. Bu konuyu daha önce konuşmuştuk. Seni de mutsuz etmek istemem. Hoşçakal."
Yeliz telefonundaki mesajı okuyunca bir yere oturmak ihtiyacını duydu. Midesi bulanır gibi oldu. Gidip bir bardak su doldurdu sonra kendine. "Hayır bu olamaz"dedi. Tekrar telefon açtı. İzah etmek istiyordu bazı şeyleri. Kendisini anlamasını bekliyordu ya da duygularının anlaşılmasını. Bir mesaj daha geldi. "Beni asla arama!" Çaresiz, elindeki telefonu bıraktı. Balkona çıktı hava almak için.
Tam olarak bir ay boyunca kendisine yazılan mesajı her gün defalarca okudu. Yapabileceği bir şey yoktu. Kabullendi.
O gece bir eğlenceye davet edilmişti. Yeni aldığı kırmızı elbisesini giydi. Gözlerini ortaya çıkaracak bir göz makyajı yaptı. Saçlarını, aşağıda omuzlarına dökülen bukleleri olacak şekilde taradı. Çıkmadan önce kapının yanındaki boy aynasında kendine şöyle bir baktı. Altı aydır gittiği spor salonunda yaptığı egzersizler çok işe yaramıştı. Mükemmel denebilecek kadar güzel bir vücuda sahipti. Yazdıkları, eski bir tarihe aitti. Gökhan'a aslında bir sürpriz yapmak istiyordu maili gönderirken. Fakat verdiği cevap hiç beklediği gibi değildi.
Merdivenlerden aşağı indi. Siyah bir arabanın içinde bekleyen Erdem, hemen arabadan indi. Hızlıca Yeliz'in yanına geldi. Nazikçe elini öptü. Yeliz ona her zaman sorduğu soruyu sordu. "Güzel miyim?" Erdem her zamanki gibi cevap verdi. "Ruhun kadar değil."
Altı ay kadar önce tanışmışlardı spor salonunda. Yeliz kilolarıyla başı dertteyken ona en çok yardımcı olan Erdem'di. Her sabah koşuyorlardı birlikte. Yeliz aksatmadan spora gidiyor, aynı zamanda sağlıklı beslenmesine yardımcı olacak eğitimlere katılıyordu. Ümitsizliğe düştüğü zamanlarda Erdem'e "Sence güzel olabilecek miyim?" diye soruyordu. Hep aynı cevabı almasına rağmen üstelik. "Ruhun kadar değil." Bu söz onu çok motive ediyordu. "Sen sadece var olduğun ve güzel bir ruha sahip olduğun için değerlisin." diyordu Erdem. Dış güzelliğin geçici, fakat ruhun sonsuz olduğunu bir kere daha hatırlıyordu.
O gece uzun zamandır hiç eğlenmediği kadar eğlendi. Cektirdiği fotoğrafları sosyal medyada paylaştı. Telefonuna Gökhan'dan gece gelen mesaj, ilginçti.
"Nasıl yani?"
Bu hikaye sonrası size bir başka yazımı da öneriyorum.
16 Ocak 2017 Pazartesi
8 Ocak 2017 Pazar
BLOG TEMALARI VE İÇERİK
Blogun güncellenmesi ve ya temasının değiştirilmesi üzerine pek çok tavsiye okuyorum. Çok güzel temalar seçip uygulayanlar var. Bazıları da sürekli temalarını değiştirdiklerini söylüyorlar. Aslında temamı özelleştirmek ve ilk bakışta göze hoş görünecek bir tema kullanmak istiyorum. Ücretsiz siteler var hatta bir tema bulup indirdim. Deneme amaçlı bir şeyler de yapmaya çalıştım. Gördüm ki HTML kodları üzerinden değişiklik yapılabiliyor. Ben de bu konuya oldukça yabancıyım. Bu çok zor geliyor bana. Uğraşmak da istemiyorum. Daha kolay bir yöntem yok mu acaba?
Ancak benim dikkat çekmek istediğim bir konu da içerik. Daha önce okuduğum bir blogta tema adına ilginç gelebilecek hiçbir şey yoktu. Aynı zamanda çirkin denebilecek bir temasının olması dikkat çekiciydi. Bu konuda uzman değilim ama simsiyah bir zemine yazılmış gri de olabilir neyse kötüydü işte. Fakat yazılanları okumaya başladığınızda inanılmaz bir farklılık görüyorsunuz. Asıl konunun anlatımına geçmeden önceki girizgah sizi öylesine etkiliyor ki. Artık ondan sonra söyledikleri mükemmele dönüşüyor. Kelimelerin seçimi, onların kullanılışındaki ustalık ve yapılan tasvirler anlatımı gözünüzde canlandırıyor. Bir çeşit canlı yayın izliyor gibi oluyorsunuz. Tabi temanın ve içeriğin birlikte uyum içerisinde olduğu bloglar da gördüm. Diyeceksiniz sen ne kadar blog okudun öyle de denebilir tabi hiçbir konuda iddiam yok.
Bu içerikleri oldukça iyi olan blogların sayısı azımsanmayacak -takipçi demek istemiyorum- okuyucuları var. İlla ki temanız mükemmel olacak diye bir şey yok. İçerik kaliteliyse okuyan sayısı da artıyor bana göre. Bugün değilse de ileride mutlaka herkesin tanıdığı bloglar haline gelinebilir bu şekilde olursa, Yani demek istiyorum ki, eğer blog içeriği iyi ise tema arka planda kalabiliyor.
Benim tema değiştirme konusundaki başarısızlığıma binaen züğürt tesellisi nev'inden de alabilirsiniz tabi ki konuyu.
4 Ocak 2017 Çarşamba
BENİ BÖYLE DE SEVER MİSİN? - 1.BÖLÜM
Şimdi aldığım kilolara bakıyorum da "Bu nasıl oldu." diyorum. Dediğim gibi oldu, aynen dediğim gibi. Ne otobüse rahat binebiliyorum, ne minibüse. Beni gören şöyle iğrenerek bakıyor, belki acıyarak. Ben büyük bir suç işlemiş olmanın ezikliği içinde, elimdeki kalan poğaçamdan bir ısırık daha alıyorum.
Aynalara bakamıyorum, eskiden önünden geçtiğim dükkan camlarında olurdu gözüm. Alımlı bir kadını gördüğümden midir bilinmez, tekrar tekrar vitrinlere bakardım. O seni heyecanla beklediğim günlerde daha da güzeldim hatırla. Sen beni almaya geldiğinde "Seni her gördüğümde aşık oluyorum" derdin.
Arkadaşlarla gittiğimiz kafelerde ilk önce açılışı bir kahveyle yapıyorum. Sonra bir büyük pizza dilimi, büyük boy patates, büyük şişe kola, arkasından tatlı. Biraz daha oturduğumuzda midem kazınıyor, bir de fondü söylüyorum. Sonra bir de çilekli milkshake. Arkadaşlarımın sayısı gittikçe azalıyor.
Sabahtan açıyorum televizyonu ve bütün sabah programlarını, bruncha dönen kahvaltı eşliğinde izliyorum. Aslında programlar kahvaltıma eşlik ediyor. Bütün gün kapıyı çalan yok. Telefonda hiç arama mevcut değil. İçim sıkılıyor, buzdolabına doğru yürüyorum. Dünden kalma pastayı mideme indiriyorum. Öğleden sonra biraz dışarı çıksam iyi olur deyip, giyim mağazalarını şöyle bir yokluyorum. İçeri girmek mümkün mü? Sanki bedava dağıtıldığını zannettikleri giysiler ellerinde bekleşen kalabalığı yararak yukarı çıkıyorum. Soyunma kabinlerinin önü neredeyse kasaya kadar uzanmış, kasadaki sıranın da giriş kapısına dayanmış olduğu insanlarla dolu mağazada, kendime göre bir şey bulmam mümkün değil. Girişim nasıl zorluklarla gerçekleştiyse aynen öyle de çıkıyorum.
Sen gittin ve herkes ölmeye başladı. İçimdeki daralma hiç geçmiyor. Nereye gitsem bir boşluk, anlamsız sohbetler ve faydasız geçirilen zamanlar. Zamanla anlıyorum ki bu hiç geçmeyecek. Bense içimdeki boşluğu doldurmaya çalışırken daha çok yiyorum. Yediklerim yeterli olmayınca da üstüne çerezlik bir şeyler alıyorum.
Gece de bir korku filmi açıyorum korkmak için ve yanında mısır. Patlamış mısır beni çok duygulandırır bilirsin. Mısır yedikçe ağlıyorum. Film çok hüzünlü bildiğin gibi değil. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, ben dışarı çıkıyorum, koşturarak evlerine kaçanlara bakarak.
Kapıya gelen olunca hiç sesimi çıkarmıyorum ki gitsinler. Ya çok erken çıkıyorum dışarı ya da çok geç. Gören olmasın diye yapıyorum bunu. Akşam olunca balkondan dışarıyı seyrediyorum. Ankara'nın kenar mahallelerinden gelen o is kokusunu ciğerlerime çekiyorum. Bu evlerde kaç aile aç diye üzülüyorum. Gün içinde yaptığım en anlamlı iş ise sokaktaki hayvanlara yiyecek bırakmak oluyor. "Onlar da yesinler, herkes yesin doysun" diyorum.
"Sen gidersen, çok üzülür kendimi bırakırım" demiştim, dinlemedin. hep başkalarını düşündüğümden kızardın bana. "Biraz da kendini düşün az bencil ol." derdin. Görmeyeli aylar oldu telefonda konuşmak yetiyor mu sanıyorsun. Hep çok meşgulsün hep ilgilenecek işlerin var. Para bu kadar önemli mi? Oysa benim senden maddi hiçbir beklentim olmadı. Karşılıksızdı benim sevgim. Biliyordun insanları çıkarları için kullananları sevmediğimi.
2. Bolum
26 Aralık 2016 Pazartesi
BİR CEMİL HİKAYESİ
İlkokuldan beri arkadaştılar. Aynı mahallede oturuyorlardı. Komşuları arkadaşları, oyunları hep ortaktı. İki üç katlı evlerden oluşan mahallede herkes birbirini tanırdı. Akşam üstleri tüm kadınlar sokak önlerinde çekirdek çitler, dedikodu yapar. bir yandan da eve gelmek istemeyen çocuklarına göz kulak olmak bahanesiyle geç vakitlere kadar muhabbeti koyulaştırır, bazen de çocukları unuturlardı. Birbirlerine sıkı sıkı bağlı komşular, akrabadan yakın halleriyle kimin ne ihtiyacı varsa yardımcı olurlardı. Mutluydular. Öyle fazla bir şeye ihtiyaçları da yoktu üstelik. Sağlık, günlük yiyecek yemek, konuşacak birkaç dost dışında.
Cemil sessiz, içine kapanık bir çocuktu. Öyle pek arkadaşı olduğu söylenemezdi. Kimseye zararı yoktu da, varlığından da kimsenin haberi yoktu. Sevimli bir yüzü vardı dikkatlice bakıldığında. Annesi benim güzel oğlum derdi. Onu büyütebilmek için her türlü çileye katlanmış fedakâr bir kadındı. Kimsenin yardımını da kabul etmezdi. Babasından bahsetmezdi annesi. Yıllar önce çalışmaya diye çekip gitmiş, orada evlendiğini. üç de çocuğunun olduğunu duymuştu. Bir daha da yüzünü görmemişti. Bir kez olsun, oğlunu görmek için bile olsa memlekete dönmemişti. Cemil'in içine kapanıklığı da bu kimsesizlik yüzündendi biraz.
Her sabah güneş dünyaya yüzünü gösterdiğinde penceresini açar, karşı komşudaki hareketliliği gizlice izlerdi. Arada bir Zeynep'in neşeli sesi duyulur, onun ve ailesinin bu yaşadığını düşündüğü mutluluk sanki kendi evindeymişçesine, içinde bir umudu beslerdi.Akşamları oynadıkları sokak oyunlarında, Zeynep'le aynı gruba düşmek için ne gerekiyorsa yapardı. O sakin, bir o kadar da utangaç halini unutur, kendini oyuna kaptırdığında onun için yeni bir dünya başlardı sanki. Gece yatmadan önce Zeynep ile birlikte ömür boyu yaşamanın hayalini kurardı. Dünyada kendi dışında yaşandığını düşündüğü çok daha güzel hayatları hayal ederek uyurdu.
Yıllar, hayaller ve bunlara hiç de uymayan gerçeklerle geçti. Liseden sonra üniversiteyi kazanamadı. Annesinin evde hazırladığı midyeleri satarak geçimlerini sağlıyordu. Her gün Zeynep'in tezgahtar olarak çalıştığı dükkâna kadar birlikte yürüyorlardı. Zeynep uykudan uyanma sebebiydi Cemil'in ve dünyayı sevmek için gözlerine bakması yeterdi. Soğuk ya da sıcak etkilemezdi onu. Kışın onu düşünerek ısınır, yazın içini serinleten su gibi hissederdi. Soğuk akşamlarda ıslak midyeleri satarken her geçen kadını ona benzetir. Nereye baksa birlikte yaptıkları aklına gelirdi. Biri dese ki, insanlar kötü, o derdi bir o iyi, başlardı anlatmaya. Başkası ne konuşursa konuşsun, gündemi hep Zeynep'ti. Tüm şiirler onu anlatır, tüm şarkılar ona yazılmış gibi gelirdi.
Bazı günler Cemil, Zeyneplerin evinin önünde şarkılar söylerdi. Çok güzel bir sesi vardı. Şiirler, mektuplar yazardı yüreğinden kopup gelen.
Kaç gece kapında ağladım bilemezsin.
Sen benim şimdi değil,
Ömrümce beklediğimsin...
Para kazanabildiği haftaların sonlarında birlikte Eminönü'nde balık ekmek yemeye giderler, ardından Galata köprüsünde el ele tutuşup, balıkçıları seyrederler, gelecekle ilgili planlar yaparlardı.
Arkadaşları, bir süre sonra da tüm mahalleli bundan haberdar olmuştu. Zeynep'in ailesi bu arkadaşlığa hiç de sıcak bakmıyordu. Cemil'in düzgün bir işi güzel bir geleceği yoktu. Zeynep'in annesi bir gün Cemil'in annesine, oğlunun kızın peşini bırakmasını, istemeye gelmemesini, babasının gerekirse kapıdan kovacağını haykırdı yüzüne. Kadın bunun üzerine oğluyla defalarca konuştu. Bu işten vazgeçmesi gerektiğini, ileride unutacağını söyledi. Cemil'e bir türlü söz geçiremiyordu. O benim yaşama nedenim diyordu. Olmazsa yaşayamam diyordu da başka bir şey demiyordu.
Bir gün Zeynep apar topar evden gönderildi. Bir süre sonra da evlendi. Yıllarca Cemil'in yüzü gülmedi. Zaten herkesten geride başladığı hayata artık devam edecek gücü de kalmamıştı.
Başkasıyla evlenirsen unutursun diyordu annesi. Biriyle evlendi evet ama, herhangi biriyle.
Ama o hiçbir zaman unutamadı...
Karısının evde olmadığı bir günün sabahında bir feryat yankılandı evden. Ertesi gün cenazesi kaldırıldı. Herkes acıdı ona, ağladılar arkasından. Neden öldüğünü biliyorlardı.
Zeynep mi? Onun ne düşündüğünü kimse bilemedi. Annesinin onu zorla evlendirdiğini söyledi mahalleli. Almanya'ya gelin olarak gitti. İki çocuğu oldu ve bir daha memlekete hiç dönmedi.
21 Aralık 2016 Çarşamba
TAKİPÇİ OLAYINDA ABARTIYA KAÇMAMAK
İnsan neden yazı yazmaya başlar? Neden kendini durduramadığı böyle bir faaliyet içinde bulur? Bunun bir çok sebebi olabilir bana göre. Çok yetenekli olabilir mesela. Zamanında birileri tarafından keşfedilmiş ve yüreklendirilmiştir. Yazmaya devam eder, beğenildiğini gördükçe de bu onun yazmaya devam etmesini sağlar.
Kimileri rahatlamak için yazar. Ben öyleyim. Kafamda bir sürü kelime dolaşıp duruyor, bazen bitecek mi diye bekliyorum. Bitmiyor. Öyle bir gürültü hali mevcut. Susturmak için ne yaparsam yapayım önüne geçemiyorum. Birine anlatmak konuşmak yeterli olmuyor. Ne zaman yazıya döküyorum, o zaman sesler kesiliyor. Biraz delilik anlayacağınız. Benimle birlikte bunu okuyan birilerinin olması daha önce oldukça rahatsız ediyordu fakat şimdi umursamıyorum. Hatta okunsun istiyorum.
Sosyal medyadaki ve bloglardaki takip olayı, gereğinden fazla abartılıyor gibi geliyor. Gerçi böyle başlamıyor olabilir. Sonradan hırs haline geliyor diye düşünüyorum. Oysa ki biz başlarken sadece eğlenmek, bilgilenmek, fikirlerimizi paylaşmak için açıyoruz hesapları.
Bir de sayısı önemli olmaya başlıyor bir süre sonra. Malum ne kadar çok kişi okursa o kadar mutlu olunuyor. Bir süre sonra beğenilmek her şeyden önce gelir oluyor. Bloglarda para kazanmak da önemli tabi. Takipçi bu nedenle önemli olabilir. Elde edilmesi istenen sonuç bizim yazma amacımız olduğunda, belli bir süre sonra ümitsizliğe doğru evriliyoruz. Diyelim ki sizi bir kişi takip ediyor, sizin değersiz paylaşım yaptığınız anlamına mı gelir bu? Hayır. Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Önemli olan yapılan yayınların insanlara ulaşması. Kim olursa olsun ve kaç kişi olursa olsun, arkasında kalabalıklar var diye de biri takip edilmez.
Ben birini arkasında kalabalıklar var diye takip etmem örneğin. Benim için önemli olan samimiyettir. Bazen sadece fotoğraf paylaştıkları, selfilerini bir süre sonra görmekten bıktığım için bıraktığım hesaplar olmuştur. Sürekli küfür eden, ayrımcılık yapan hesapları da takip etmek istemem. Bunun dışında herkese kapım açıktır. Yazdıklarını okurum mutlaka, öylesine beğeniyormuş gibi yapmam.
Kendilerini yazarak mutlu hissedenler, mutlu oldukları için buna devam etmeliler. Sonuçta herkes içinden ne gelirse onu yazar. Beğenirsin ya da beğenmezsin. Bazen eleştiri yapılabilir fakat kırıcı olmamalı. Başkasının ne düşündüğünü merak ettiğin için okursun, aynısını düşüneceksin diye bir şey yok.
Takipçilerden ağır eleştiriler alanlar gereğinden fazla büyütmemeyi öğrenmeli. Yoksa hep içimize kapanırız. Nerede olursak olalım böyle insanlarla karşılaşacağımız için hep yer mi değiştireceğiz. İyisi mi içimizden ne geliyorsa onu yapalım.
9 Aralık 2016 Cuma
ÖZEL İNSANLAR
Başkalarını düşünen, hatta onlar için acı çeken insanların neden böyle yaptıklarının bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Bu bir kere zorlamakla gerçekleşecek türden bir şey değil. İçten geldiğine inanıyorum. Samimiyetsizce sadece paylaşım yapıp beğeni almak için yapanlar da olabilir tabi fakat bunun da hissedileceğini düşünüyorum.
Öncelikle bu tür insanlar, hayatlarında ciddi denebilecek acılara maruz kalmış olabilirler. Bir başkasının acısına ağlamak için önce ne çektiğini hissetmek gerek. Acıyı kendileri çekmeseler bile çok hassas, sevgi dolu olduğuna inandığım bir kalbe sahipler. Bu özel kalp her yaratılanda bulunan fakat zamanla insanların körleştirdiği sıradan bir varlık.
Diğer insanlar kendilerine verilmiş bu hediyeye iyi bakmak yerine üzerini örtmek için ellerinden geleni yapar olmuşlar. Örtenleri de anlayabiliyorum çünkü bir yerden sonra kendilerini korumak adına kulak tıkamak zorunda kalıyorlar. Fakat bizim konusunu ettiklerimiz bunun için ellerinden geleni yapsalar da değişemiyorlar. Bu seçilmiş insanlara verilen bir şey gibi geliyor.
Duyarlılıkları tavan yapanların bir özelliği de sanat kabiliyetleri. Müzikle, edebiyatla, resimle uğraşıyorlar, dil konusunda inanılmaz yetenekleri olanlar var içlerinde. Biraz içine kapanık ve zaman zaman yalnızlığı tercih ediyorlar. Kendilerini anlaşılmaz buluyorlar, bu dünyaya ait değilmiş hissine kapılabiliyorlar. Bazı aykırı fikirleri ya da davranışları sebebiyle eleştiri konusu oluyorlar. Farklı olmak için çabalayanları bir kenara bırakalım, onlar farklı olmaya çalışmıyorlar, başkalarına benzemek isteseler bile benzeyemiyorlar.
Böyle fazlasıyla hassas, kimine göre aşırı duygusal, her şeye kafayı takan (!) biri olmanın başka bir yan etkisi ise yaşama sevinçlerinin bazen kesintiye uğraması.
Fakat onlar için iyi ki var diyorum. Çünkü olmasalardı biz, ancak kendilerinin görebildikleri, çoğunluğa göre ayrıntı ve gereksiz ne varsa göremeyecektik.
Biz gözlerinde sevgiyi, merhameti okuyacağımız bu insanlara teşekkür ediyoruz.
3 Aralık 2016 Cumartesi
SON MEKTUP
Anneciğim, babacığım ve sevgili kardeşlerim;
Size bu mektubu ölmeden az önce yazıyorum. Aslında ben sizden hiç vazgeçmedim. Hayatı çok seviyordum. Sizlerle bir ömür beraber olmayı öyle çok isterdim ki. Hani hep birlikte neşe içinde yaptığımız şeyler vardı ya şu an onların ne kadar değerli olduğunun farkındayım.
Bir gün babam bana çarşıdan o en sevdiğim boya kalemlerini getirmişti hani. Resim yapmayı çok sevdiğim için nasıl da mutlu olup evimizin resmini çizmiştim. Bir de babamı çizmiştim hepimizi kucaklıyordu. Güneş gökyüzünde parlıyordu, evimizin bahçesinde ağaçlar ve çiçekler vardı. Yüzlerimiz gülüyordu. Balon uçuruyordum gökyüzüne...
Kardeşlerim de benim gibi okumak istiyorlar ya anneciğim sen bize hep okuyup büyük insan olacağımızı söylerdin. Ben doktor olacaktım seni iyileştirmek için. Bir daha hasta olmayacaktın, babam hüzünlenmeyecekti bundan sonra. Kardeşlerimi de ben okutacaktım. Onların tüm ihtiyaçlarını karşılayacaktım söz vermiştim sana. Büyük bir eve taşınacaktık ve evimiz hiç soğuk olmayacaktı. Tek amacım vardı hayatta. Sizlere hayırlı bir evlat olacaktım.
Buraya ilk geldiğimde sizden uzakta yapamam sanıyordum. O ilk günlerde her gece ağlamıştım. Fakat hiçbir zaman size söylemedim gizli gizli ağladığımı. Zamanla alıştım buradaki her çocuk benim gibi ailesinden uzakta olduğu için birbirimize kardeş olmuştuk.
Bugün ne olduysa oldu bir yangın başladı alt katta. Biz korkudan ne yapacağımızı şaşırdık. Su döküp söndürmek istedik ama alevler öyle büyüktü ki suyu yutup daha da güçleniyordu sanki. Üst kata çıktık kaçmak için. Yangın merdivenlerinin kapıları kilitli duruyordu hep güvenliğimiz için. Yangın merdivenleri ne için var anne? Kurtulmak için ne yapabilirim? Açılmıyor, açamıyorum, kaçamıyorum.
Sizi çok seviyorum...
Size bu mektubu ölmeden az önce yazıyorum. Aslında ben sizden hiç vazgeçmedim. Hayatı çok seviyordum. Sizlerle bir ömür beraber olmayı öyle çok isterdim ki. Hani hep birlikte neşe içinde yaptığımız şeyler vardı ya şu an onların ne kadar değerli olduğunun farkındayım.
Bir gün babam bana çarşıdan o en sevdiğim boya kalemlerini getirmişti hani. Resim yapmayı çok sevdiğim için nasıl da mutlu olup evimizin resmini çizmiştim. Bir de babamı çizmiştim hepimizi kucaklıyordu. Güneş gökyüzünde parlıyordu, evimizin bahçesinde ağaçlar ve çiçekler vardı. Yüzlerimiz gülüyordu. Balon uçuruyordum gökyüzüne...
Kardeşlerim de benim gibi okumak istiyorlar ya anneciğim sen bize hep okuyup büyük insan olacağımızı söylerdin. Ben doktor olacaktım seni iyileştirmek için. Bir daha hasta olmayacaktın, babam hüzünlenmeyecekti bundan sonra. Kardeşlerimi de ben okutacaktım. Onların tüm ihtiyaçlarını karşılayacaktım söz vermiştim sana. Büyük bir eve taşınacaktık ve evimiz hiç soğuk olmayacaktı. Tek amacım vardı hayatta. Sizlere hayırlı bir evlat olacaktım.
Buraya ilk geldiğimde sizden uzakta yapamam sanıyordum. O ilk günlerde her gece ağlamıştım. Fakat hiçbir zaman size söylemedim gizli gizli ağladığımı. Zamanla alıştım buradaki her çocuk benim gibi ailesinden uzakta olduğu için birbirimize kardeş olmuştuk.
Bugün ne olduysa oldu bir yangın başladı alt katta. Biz korkudan ne yapacağımızı şaşırdık. Su döküp söndürmek istedik ama alevler öyle büyüktü ki suyu yutup daha da güçleniyordu sanki. Üst kata çıktık kaçmak için. Yangın merdivenlerinin kapıları kilitli duruyordu hep güvenliğimiz için. Yangın merdivenleri ne için var anne? Kurtulmak için ne yapabilirim? Açılmıyor, açamıyorum, kaçamıyorum.
Sizi çok seviyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)