13 Mayıs 2019 Pazartesi

ÖFKELİ ADAM



             Yaşamadan anlamazsın diyordu bana. O zaman bir çocuk gibi masum ve iyi niyetli görünüyordu. Hani savunmasız olduğu zaman insan nasıl da kalkanlarını yere indirir, içindeki derin acı ortaya çıkar ya, onun da söylemek istediği şeyler vardı içinde biriktirdiği. “Ben çok yokluk içinde büyüdüm biliyor musun? Bizim köyde bir tane takım elbise vardı. Onu da sırayla tüm köylü resmi daireye giderken girerdi" dedi.

            “Okula giderken delik ayakkabılarımın altından su girer ıslatır, bütün gün ayaklarım sızlardı. Önlüğümde yamalar eksik olmazdı. Karnım acıkırdı su içerdim. Eve gidince bir kuru ekmek beklerdi beni, bir de annemin sevimli yüzü. "Sen okuyacaksın" derdi annem. "Bu yokluk içinde sen de yok olup gitmeyeceksin"

             Ben okulda öğretmenlerimden dayak yerdim, evde babamdan. Sonra askeri okulu kazandım gittim. Okulda büyüklerimden dayak yedim. Hakaretin ardı arkası kesilmezdi. Üç öğün yemek, kalk zili, yat zili, emredersin, sağol… Hayatım bunlardan ibaretti. Bir de memleketin her yerinden gelmiş diğerleri gibi amacım sadece meslek sahibi olmak ve yatacak yer, yiyecek yemek bulmaktı.

            Okul bittikten sonra görev yaptığım yerlerde öyle şeyler gördüm ki, normal bir insanın katlanması mümkün değildi. Ben de normal olmaktan çıktım artık her acıya duyarsız oldum. Meslekse, meslekti yapıyordum. Annemin dediği gibi yokluktan çıkmıştım. Ama gittiğimiz yerlerde her gece kâbuslar görüyorduk. Şimdi ölme sırası bende diyorduk her birimiz. Orada yanı başımda arkadaşım can dostum kanlar içinde yatıyordu. Ona yardım edemedim biliyor musun? Öyle bir şok yaşıyorsun ki gözlerinden yaş bile akmıyor.





         Yıllar geçti ve ben emekli oldum. Bıraktım geride askeri hayatı ve ticarete atıldım. Öyle zengin oldum ki geçmişte ne varsa yaşadığım yokluktan, eser kalmadı. Ama geçen yıllarda içimdeki şefkat ve merhameti de öyle bastırdım ki aslında öyle olmadığım halde bu acımasızlık elbisesini giydim.”

            Bazen yükselen sesi kavga eder hali, aslında her şeyi anlatıyordu. İçinde büyük bir öfke birikmişti ve en küçük bir kıvılcımda patlama sesi ardından geliyordu. Bu belki de yaşadıklarına, kendisine acı çektiren tüm insanlara, yapılan haksızlıklara duyduğu bir şeydi.

        Bu halde nasıl yaşanır bilmiyorum. İçindeki yangını söndürecek bir suya ihtiyacı var. Ama nasıl bulur? Belki de son nefesine kadar ne halde olduğunun farkına varmadan, çevresindekilere ne yaşattığını anlamadan, vaktini tamamlayıp bu dünyadan göçüp gider.

      Duam, ona hayat suyunu bulduracak bir uyanışla tekrar doğması.

28 Kasım 2018 Çarşamba

TINDER HAKKINDA






            Tinder ve benzeri uygulamalar sosyallleşme amaçlı mı kullanılıyor?


            Gerçek bir sosyallik getiriyor mu?

            Öncelikle kendinle ilgili bi şeyler yazıyorsun. Fotoğraf atıyorsun. Karşına çıkan fotoğrafları sağa kaydırarak beğenmiş, sola kaydırarak beğenmemiş oluyorsun. Beğendiklerin de seni beğenmişlerse eşleşme gerçekleşiyor ve konuşmaya başlıyorsun. Konuşmaya başlamadıysan Tinder sana akıl veriyor. "Komik bi şeyler söyle", "Merhaba de", "Yalnızlığına son ver", hatta "Utangaç mısın?"  Gibi şeyler. Sonra konuşuyorsun ve klasik konuşmalar. Birden fazla seçenekle aynı anda konuşabiliyorsun. Sen seçeneklerden sadece birisin unutma!
         
            Bu tür uygulamalarda kişisel bilgilerin, beğenilerin öncelikli olduğunu düşünürdüm. Fakat yazdıkların önemli değil. Fotoğrafa göre karar veriliyor. Bu da sahte fotoğrafları ve uydurma kişilikleri beraberinde getirebiliyor. Bir isim bul, bir resim. Bir hikaye oluştur. Kendini orada mükemmel göster.  Oysa belki yanından geçmiyorsundur.

            Tinder'da insanlar yolda görseler ilgilenmeyecekleri insanlara sırf konuşsunlar diye şiir yazabilirler. Ya da abartılı iltifatlara boğabilirler.

            Boşver! Bi süreliğine o mükemmel çekici kadın ya da erkek olarak sahte kişiliğinin üzerinde yüksel. Yalnızlığına çare olarak gördüğün araç, bir süre sonra seni esir etsin. Orada ne olursa olsun konuşmaya can atabilecek bir sürü insan bulabilirsin. Hatta eğlence olsun diye erkek olduğun halde kadın, kadın olduğun halde erkek gibi gösterebilirsin kendini. Nasılsa seni gerçekten tanıması imkansız. Evliysen eşini masum(!) bi şekilde aldatabilirsin. İstersen ileri de gidebilirsin. Unutma ki eşine ihanet eden adam herkese ihanet eder.
           Tüm bunlar vakit kaybından başka bir şey değil. Hem sana onlarca iltifat etseler ne olacak?  Sahte bir diyalog, sahte abartılı hayranlık içeren boş sözler, seni ne kadar bir süre mutlu edecek.
       
            Benim düşünceme göre samimi ve gerçek insanlar tüm hatalarına rağmen sahtelere göre daha değerli.

            Gerçek insanlara yönelin derim.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

KENDİ YOLUNU ÇİZEN BİRİ


             Özgürlük...
             Biraz daha farklı bir deneyimi yaşamak ya da daha önce hiç bulunmadığı ortamlarda olmak mıydı amacı?  Belki de içlerinden birine aşık olup kaçıp gitmişti. Onlardan değildi, onların içinde değildi fakat onlardan ayrı bir yerde de değildi. Hiç kabul edilmedi belki hiç sevilmedi, kimi nefret etti kimi küçümsedi fakat o bir türlü vazgeçmedi. Geri dönemedi. Geri dönemezdi, çünkü artık eskiden olduğu kişi değildi. Mutasyona uğramadan değişim geçirmişti. Dışarıdan bakıldığında aynıydı fakat iç dünyası oldukça farklılaşmıştı.

             Soğuk kış günlerinin ve etraftaki tüm korkunç manzaranın varlığına aldırmadan, yıllar geçip gidiyordu. Kurt sürüleri zaman zaman onlara yaklaşıyordu. Başına hicbir şey gelmeyecekmiş gibi yürüyordu yollarda. Korkuyordu... Hem de çok korkuyordu. Dondurucu soğuğa karanlık gecelere vahşi kurtlara inat geri dönmüyordu.

             Dört yıl önce o gün standart hayatını, standart bir yerde tüketirken, bir gün eğlenmek için uzaklara gitmeye karar verdi. Biraz dolaşıp gelecekti. Bir süre yol aldıktan sonra, yolun kenarında daha önce hiç görmediği türden biriyle karşılaştı. Biraz sohbet ettikten sonra eve doğru yol aldı. O akşam uzun uzun düşündü, tekrar gitmenin hayallerini kurdu.

             Sabah hava aydınlanmadan sessizce kapıdan çıktı. Çevredeki evlerin ışıkları henüz daha aydınlatmıyordu karanlığı. Acaba hala orada mıydı? Belki de hiç gelmeyecekti. Önemli işleri olabilirdi. Sözleşmemişti üstelik. Aynı yerde onunla tekrar karşılaştı. Bu kez yanında daha uzun kalmak istedi. Sonraki günler de aynı şekilde geçiyor fakat artık ondan ayrılmak istemiyordu.

             - Seninle kalabilir miyim? Seni hiç rahatsız etmeyeceğim söz.

              Sorusuna cevap alamamıştı lakin eve dönmesi gerektiğini unutmuş, neşeyle bilmediği bir yere onun peşinden gidiyordu bu kez.

             Yolda tatlı tatlı sohbet ediyorlardı. Uzaklarda bir toz bulutu belirdi. Güçlü ayak sesleri ve bağırışlar onu biraz korkutmuştu. Çok kalabalıklardı. Arkadaşının yanından hiç ayrılmıyor, kendini onun yanında güvende hissediyordu. Bugün, yarın öbür gün derken aylar geçti, yıllara döndü bizimki eve dönmedi.

             Bir gün kaçarcasına yanından ayrıldı. Ondan ayrı kaldığı zamanlarda hayat enerjisi alınmış gibi hissediyordu kendini. Bir daha ayrılmamak üzere yanına koştu.

              Bir daha hiç ayrılmadılar.

           
             SON SÖZ NİYETİNE:

             Belki de bundan sonra çiftliklerde karın tokluğuna çalıştırılacak hayvan kalmaz. Hikayemiz, sistemin dışına çıkabilmiş, başkalarına benzeyip mutsuz olmak yerine, olmak istediği gibi davranıp  kendi yolunu çizen bir inek hakkında. Haberi okumak isteyen linkin üzerine tıklayabilir.

Bizon sürüsüne katılan inek
Bizon sürüsüne katılan inek


17 Mayıs 2018 Perşembe

FİLİSTİN'DE ÖLEN İNSANLIK


             Tüm sorun, insan olmanın her türlü nitelikten daha önemli olduğunu henüz keşfedememiş sapkın anlayıştan kaynaklanıyor.

              Bazı videolar izlemiştim. Çocuklar tankların içine oturtuluyor ya da ellerine silah verilip "Söyle bununla kaç Filistinliyi öldüreceksin?" deniliyordu.

              Çocuk da büyük bir ciddiyetle -daha önce ezberletildiği belli olan- vahşet içeren cümlelerini büyük bir iş yapıyormuşçasına, neredeyse nefes almadan boşluğa bırakıyordu. O cümleler. mermi olup yağıyordu masumların üstüne. Kadın, çocuk, erkek, yaşlı ya da genç ayırt etmeksizin bomba olup patlıyordu.

              İnsanlık ölüyordu.

              Oysa iki güzel kardeşin çocukları değil miydiler? Bu nefret nereden geliyordu?

              Kibir yok ediyordu merhameti, hırs yakıyordu vicdanları.

              Biz konuşuyorduk.

              Yüzyıllardır yaptığımız en iyi şey bu sanıyorduk.

           

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Eski sunucuyu böcekler canlı canlı yedi

           

             Hiçbir insan, huzurevinde uyuz böceklerinin saldırısı sonucu ölmeyi hak etmiyor. İnsan dediğin, yatağında sevdiklerinin yanında gitmeli bu dünyadan. Evlatları, eşi, sevdiği kim varsa onların bir süre sonra hasretle anacaklarını  bilerek fakat onlar ve dünya için elinden gelen ne varsa yaptığına inanarak son nefesini vermeli.

             Bu acının tarifi zor. Vücutta deriyi kazımak istercesine duyulan kaşıntı hissi. Öyle bildiğiniz kaşıntılardan değil, yolup çıkarmak istediğiniz ancak derinin içinde kendine yol açarak ilerleyen böceklere, ne ulaşabilir ne de onların işgalini durdurabilirsiniz. Gözle göremediğiniz ancak orada olduklarını malesef bildiğiniz, kimseye ispatlayamadığınız uyuz böcekleri, sizi delirtirler. Kaşıntı, her an varlıklarını unutmak istediğiniz paraziti andıran varlıkların, orada olduklarının en güzel ispatıdır oysa ki.

             Hiç kimse huzurevinde uyuz böceklerinin saldırısı sonucu ölmeyi hak etmiyor. Düşünün; bir zamanlar dünyanın en güzel insanlarından biriydi Rebecca Zeni. O da gençti. Etrafında onu sevdiğini söyleyen onlarca insan vardı. Yıllar geçti, güzelliğinden ve gençliğinden eser kalmadı. Artık onu hatırlayan kimse de yoktu etrafında. Kadın 2010'dan beri bir huzurevinde kalıyordu lakin orada, adı ile bağdaşmayan bir son bekliyordu onu. Belli ki, bakımsızlık ve tedavi edilmemek gibi oldukça rahatsız edici bir sebeple ölmüştü. Bütün bunların bilinmesine rağmen huzurevi ile ilgili hiçbir işlem yapılmadı.

             21. yüzyılda, Mars hayalleri kurduğumuz, yapay zekânın dünyayı ele geçireceğinden korktuğumuz, kendimizi bi şey zannettiğimiz, öyle ki zihinlere hükmedip yönlendirdiğimizi düşündüğümüz bir zamanda nasıl oluyor da bir insanı o yatakta böceklere teslim ediyoruz.




             Gazeteler manşet attı:

            "Eski sunucuyu böcekler canlı canlı yedi". 

            "Yaşlı kadını böcekler yedi! Böyle ölüm görülmedi."

            Bizler sadece okuduk. Dünyanın bir numaralı devleti olduğunu iddia eden Amerika ve orada yaşayanlar bunu, ünlü bir şarkıcının bilmem neredeki konseri kadar önemsemedi.

             Ey insanlık! Yine sınıfta kaldın otur yerine, benden sana sıfır.

   

25 Mart 2018 Pazar

BLOGGERLAR NASIL İNSANLAR

                                              
              Blog açmak isteyenlere tavsiyem, hiç tereddüt etmesinler ve vakit kaybetmesinler. Açıkçası bu konuda en korkak olabilecek insanlardan biri olmama rağmen bunu başardığıma bazen inanamamakla birlikte iyi ki açmışım diyorum.

               Neden korkuyordum?

               Öncelikle duygularımın ve fikirlerimin insanlar tarafından bilinmesi beni biraz ürkütmüştür. Özellikle de internette bunları paylaşmak benim için oldukça korkutucu. İnternet ile ilgili çok yoğun kaygılarım var. Bunların tamamını paylaşacak olsam, sanırım biraz deli olduğumu düşünebilirsiniz. Neyse bunları da biraz aşmış durumdayım. Bu konudaki korkularımın biraz olsun azaldığını söyleyebilirim.

                Çok olumsuz eleştiriler alabileceğimi, kırıcı sözlerle karşılaşacağımı ya da insanların yazdıklarımı hiçbir şekilde umursamayacaklarını düşünüyordum. Aslına bakarsanız umursanmamak dalga geçilmekten, kırılmaktan daha kolay kaldırılabilecek bir şey. 
               
               Uzun süredir çok zor günler geçiriyorum. Bunları sizinle paylaşıp vaktinizi almak ya da rahatsız etmek istemem. Bu hobi olarak başladığım yazma işi bana oldukça iyi geldi. Bu zorlu sürecin biraz olsun hafiflemesine yardımcı oldu diyebilirim.

                Asıl söylemek istediğim konu ise; bloggerların arkadaş canlısı, her yeni gelene kapılarını açan, oldukça nazik ve anlayışlı olmaları. Burası diğer sosyal medyaya asla benzemiyor. Burada belki de çok az sayıda kaba, kırıcı, başkalarını aşağılayan, küfürbaz insan var. Açıkçası ben bu tür olumsuz kişiliklerle de pek karşılaşmadım. Bazı anlatımlardan yola çıkarak bu tip insanların olabileceğini söylüyorum. Dönem dönem yanlış anlaşılmalardan kaynaklı sorunlar yaşanmış olabilir fakat bunlar da eleştirel bir dille ele alınıyor, büyük kavgalara mümkün olduğunca dönüşmüyor. Bir süre sonra da olumlu bir sonuca ulaşılıyor. 

                Geçen hafta tam da benim bloggerlar hakkında bunları düşündüğüm günün akşamı, bir mail aldım. Sevgili Derya'dan geliyordu ve bana yukarıdaki logoyu hediye etmek istediğini söylüyordu. Bir kez daha düşüncelerimde yanılmadığımı anladım. Kendisine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. 

                Şu an yaptığım iş dolayısıyla çok fazla yoruluyorum. Blogları gezip yorum yapmak benim için çok zor oluyor. Bir süredir de düzenli paylaşım yapamıyorum. Böyle olmasına rağmen yine de beni yalnız bırakmayan, paylaşımlarıma yorum bırakan, Googla Plus'ta yeniden paylaşan, bunların hiçbirisini yapmasa bile hiç değilse okuyan, tüm blogger dostlarıma teşekkür ediyorum.

              İyi ki varsınız.


                   

22 Mart 2018 Perşembe

SONSUZLUĞA AÇILAN YOL

 
       
             

           Şimdi, bu dağınık düşüncelerimin arasındaki sakin telaşsız huzurlu yolu takip ediyorum. Yolun sonunda kendimi sınırsız bir güven içinde sana teslim edecek olmanın umudunu içimde barındırıyorum.

          Sisler içinde belli belirsiz, sana uzanan ellerimi tutacağına inanmak, dünyayı yaşanabilir kılıyor. Işığının tüm varlığımı aydınlatması mükafatların en büyüğü olacak. Sınırlı bir zaman dilimine sığdırılamayacak güzellikteki aşkın da her sevgili için feda edecek neyi varsa gözden çıkarmakta asla tereddüt etmeyeceği güzellikte. Bu devasa isteğime ve benim bunun karşısındaki zavallılığıma bakıyorum. Yüzümde acı bir gülümseme beliriyor ve ben çaresizlik içinde diz çöküp af diliyorum.

          Sürgünde seninle geçirdiğim anların kıymetini bilmiyor oluşum yüzünden, seninle olmama izin vermeyebileceğin korkusunun, olması gerekeni karşılamadığı muhakkak. Ancak beni, bu kusurlu hallerimi, senden daha iyi bilecek olmadığı da.

          Hatalarımı bilerek, hem de bin kere görmüş olmana rağmen benim için bir umut var mı bilmek istiyorum. Zayıflığı, bizi yaratmamış olsaydın bilecek miydik acaba? Kaç defa yüz çevirdik ve kaç defa yine de terk etmedin. Oysa buna hiçbir şekilde ihtiyacın da yoktu.

          Bizdeki bu değer onun için mi? Her şey ve her zerre onun için miydi? İsimlerinin tecellisi için. Yürürken konuşurken susarken, severken, nefret edip kızdığında, aynaların en derini ve en gerçeği göstereni, sana ait tüm güzellikleri yansıtıyorken, bize ulaşılması imkansız bir örneği sunarken, bizim yani geri kalanların onun yanında kendimizi bir çöp gibi hissedeceğimizi biliyordun.

          Senin var etmeyi dilediğin bir çöp olmak bile güzel, lakin biraz daha değerli, -onun kadar olamasa da- "İyi ki var etmişsin" demeyi istiyorum.