17 Mayıs 2018 Perşembe

FİLİSTİN'DE ÖLEN İNSANLIK


             Tüm sorun, insan olmanın her türlü nitelikten daha önemli olduğunu henüz keşfedememiş sapkın anlayıştan kaynaklanıyor.

              Bazı videolar izlemiştim. Çocuklar tankların içine oturtuluyor ya da ellerine silah verilip "Söyle bununla kaç Filistinliyi öldüreceksin?" deniliyordu.

              Çocuk da büyük bir ciddiyetle -daha önce ezberletildiği belli olan- vahşet içeren cümlelerini büyük bir iş yapıyormuşçasına, neredeyse nefes almadan boşluğa bırakıyordu. O cümleler. mermi olup yağıyordu masumların üstüne. Kadın, çocuk, erkek, yaşlı ya da genç ayırt etmeksizin bomba olup patlıyordu.

              İnsanlık ölüyordu.

              Oysa iki güzel kardeşin çocukları değil miydiler? Bu nefret nereden geliyordu?

              Kibir yok ediyordu merhameti, hırs yakıyordu vicdanları.

              Biz konuşuyorduk.

              Yüzyıllardır yaptığımız en iyi şey bu sanıyorduk.

           

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Eski sunucuyu böcekler canlı canlı yedi

           

             Hiçbir insan, huzurevinde uyuz böceklerinin saldırısı sonucu ölmeyi hak etmiyor. İnsan dediğin, yatağında sevdiklerinin yanında gitmeli bu dünyadan. Evlatları, eşi, sevdiği kim varsa onların bir süre sonra hasretle anacaklarını  bilerek fakat onlar ve dünya için elinden gelen ne varsa yaptığına inanarak son nefesini vermeli.

             Bu acının tarifi zor. Vücutta deriyi kazımak istercesine duyulan kaşıntı hissi. Öyle bildiğiniz kaşıntılardan değil, yolup çıkarmak istediğiniz ancak derinin içinde kendine yol açarak ilerleyen böceklere, ne ulaşabilir ne de onların işgalini durdurabilirsiniz. Gözle göremediğiniz ancak orada olduklarını malesef bildiğiniz, kimseye ispatlayamadığınız uyuz böcekleri, sizi delirtirler. Kaşıntı, her an varlıklarını unutmak istediğiniz paraziti andıran varlıkların, orada olduklarının en güzel ispatıdır oysa ki.

             Hiç kimse huzurevinde uyuz böceklerinin saldırısı sonucu ölmeyi hak etmiyor. Düşünün; bir zamanlar dünyanın en güzel insanlarından biriydi Rebecca Zeni. O da gençti. Etrafında onu sevdiğini söyleyen onlarca insan vardı. Yıllar geçti, güzelliğinden ve gençliğinden eser kalmadı. Artık onu hatırlayan kimse de yoktu etrafında. Kadın 2010'dan beri bir huzurevinde kalıyordu lakin orada, adı ile bağdaşmayan bir son bekliyordu onu. Belli ki, bakımsızlık ve tedavi edilmemek gibi oldukça rahatsız edici bir sebeple ölmüştü. Bütün bunların bilinmesine rağmen huzurevi ile ilgili hiçbir işlem yapılmadı.

             21. yüzyılda, Mars hayalleri kurduğumuz, yapay zekânın dünyayı ele geçireceğinden korktuğumuz, kendimizi bi şey zannettiğimiz, öyle ki zihinlere hükmedip yönlendirdiğimizi düşündüğümüz bir zamanda nasıl oluyor da bir insanı o yatakta böceklere teslim ediyoruz.




             Gazeteler manşet attı:

            "Eski sunucuyu böcekler canlı canlı yedi". 

            "Yaşlı kadını böcekler yedi! Böyle ölüm görülmedi."

            Bizler sadece okuduk. Dünyanın bir numaralı devleti olduğunu iddia eden Amerika ve orada yaşayanlar bunu, ünlü bir şarkıcının bilmem neredeki konseri kadar önemsemedi.

             Ey insanlık! Yine sınıfta kaldın otur yerine, benden sana sıfır.

   

25 Mart 2018 Pazar

BLOGGERLAR NASIL İNSANLAR

                                              
              Blog açmak isteyenlere tavsiyem, hiç tereddüt etmesinler ve vakit kaybetmesinler. Açıkçası bu konuda en korkak olabilecek insanlardan biri olmama rağmen bunu başardığıma bazen inanamamakla birlikte iyi ki açmışım diyorum.

               Neden korkuyordum?

               Öncelikle duygularımın ve fikirlerimin insanlar tarafından bilinmesi beni biraz ürkütmüştür. Özellikle de internette bunları paylaşmak benim için oldukça korkutucu. İnternet ile ilgili çok yoğun kaygılarım var. Bunların tamamını paylaşacak olsam, sanırım biraz deli olduğumu düşünebilirsiniz. Neyse bunları da biraz aşmış durumdayım. Bu konudaki korkularımın biraz olsun azaldığını söyleyebilirim.

                Çok olumsuz eleştiriler alabileceğimi, kırıcı sözlerle karşılaşacağımı ya da insanların yazdıklarımı hiçbir şekilde umursamayacaklarını düşünüyordum. Aslına bakarsanız umursanmamak dalga geçilmekten, kırılmaktan daha kolay kaldırılabilecek bir şey. 
               
               Uzun süredir çok zor günler geçiriyorum. Bunları sizinle paylaşıp vaktinizi almak ya da rahatsız etmek istemem. Bu hobi olarak başladığım yazma işi bana oldukça iyi geldi. Bu zorlu sürecin biraz olsun hafiflemesine yardımcı oldu diyebilirim.

                Asıl söylemek istediğim konu ise; bloggerların arkadaş canlısı, her yeni gelene kapılarını açan, oldukça nazik ve anlayışlı olmaları. Burası diğer sosyal medyaya asla benzemiyor. Burada belki de çok az sayıda kaba, kırıcı, başkalarını aşağılayan, küfürbaz insan var. Açıkçası ben bu tür olumsuz kişiliklerle de pek karşılaşmadım. Bazı anlatımlardan yola çıkarak bu tip insanların olabileceğini söylüyorum. Dönem dönem yanlış anlaşılmalardan kaynaklı sorunlar yaşanmış olabilir fakat bunlar da eleştirel bir dille ele alınıyor, büyük kavgalara mümkün olduğunca dönüşmüyor. Bir süre sonra da olumlu bir sonuca ulaşılıyor. 

                Geçen hafta tam da benim bloggerlar hakkında bunları düşündüğüm günün akşamı, bir mail aldım. Sevgili Derya'dan geliyordu ve bana yukarıdaki logoyu hediye etmek istediğini söylüyordu. Bir kez daha düşüncelerimde yanılmadığımı anladım. Kendisine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. 

                Şu an yaptığım iş dolayısıyla çok fazla yoruluyorum. Blogları gezip yorum yapmak benim için çok zor oluyor. Bir süredir de düzenli paylaşım yapamıyorum. Böyle olmasına rağmen yine de beni yalnız bırakmayan, paylaşımlarıma yorum bırakan, Googla Plus'ta yeniden paylaşan, bunların hiçbirisini yapmasa bile hiç değilse okuyan, tüm blogger dostlarıma teşekkür ediyorum.

              İyi ki varsınız.


                   

22 Mart 2018 Perşembe

SONSUZLUĞA AÇILAN YOL

 
       
             

           Şimdi, bu dağınık düşüncelerimin arasındaki sakin telaşsız huzurlu yolu takip ediyorum. Yolun sonunda kendimi sınırsız bir güven içinde sana teslim edecek olmanın umudunu içimde barındırıyorum.

          Sisler içinde belli belirsiz, sana uzanan ellerimi tutacağına inanmak, dünyayı yaşanabilir kılıyor. Işığının tüm varlığımı aydınlatması mükafatların en büyüğü olacak. Sınırlı bir zaman dilimine sığdırılamayacak güzellikteki aşkın da her sevgili için feda edecek neyi varsa gözden çıkarmakta asla tereddüt etmeyeceği güzellikte. Bu devasa isteğime ve benim bunun karşısındaki zavallılığıma bakıyorum. Yüzümde acı bir gülümseme beliriyor ve ben çaresizlik içinde diz çöküp af diliyorum.

          Sürgünde seninle geçirdiğim anların kıymetini bilmiyor oluşum yüzünden, seninle olmama izin vermeyebileceğin korkusunun, olması gerekeni karşılamadığı muhakkak. Ancak beni, bu kusurlu hallerimi, senden daha iyi bilecek olmadığı da.

          Hatalarımı bilerek, hem de bin kere görmüş olmana rağmen benim için bir umut var mı bilmek istiyorum. Zayıflığı, bizi yaratmamış olsaydın bilecek miydik acaba? Kaç defa yüz çevirdik ve kaç defa yine de terk etmedin. Oysa buna hiçbir şekilde ihtiyacın da yoktu.

          Bizdeki bu değer onun için mi? Her şey ve her zerre onun için miydi? İsimlerinin tecellisi için. Yürürken konuşurken susarken, severken, nefret edip kızdığında, aynaların en derini ve en gerçeği göstereni, sana ait tüm güzellikleri yansıtıyorken, bize ulaşılması imkansız bir örneği sunarken, bizim yani geri kalanların onun yanında kendimizi bir çöp gibi hissedeceğimizi biliyordun.

          Senin var etmeyi dilediğin bir çöp olmak bile güzel, lakin biraz daha değerli, -onun kadar olamasa da- "İyi ki var etmişsin" demeyi istiyorum.

4 Şubat 2018 Pazar

GÜZELLİK Mİ ZENGİNLİK Mİ

             Çocukluğundan beri tüm sevimli ve güzel halleriyle herkes tarafından sevilen biriydi. Girdiği ortamlarda hemen dikkat çekiyordu. Arkadaş edinmek onun için her zaman çok kolaydı. Genç bir kız olduğunda da okulun en popüler kızlarından biri olarak parmakla gösteriliyordu. Kabul görmek, sevilmek onun için hiç zor olmamıştı. Okulun en yakışıklı genciyle çıkıyordu. Geçtiği yollarda bir gören bir daha bakıyordu ona. Öyle güzeldi işte.

             "Ne çektiysem güzelliğimden çektim" dedi kadın. "Onu elde etmek uğruna kimse ruhumla ilgilenmedi. Aklım ve duygularım hep arka planda kaldı. Fazla güzel olduğum için, kız arkadaşlarımla da aram hiçbir zaman iyi değildi. Çünkü bazen rakip, bazen potansiyel tehlike olarak gördüler beni. Sevgililerim beni yanlarında gezdirirken, kendileriyle gurur duydular ve adeta diğer erkeklere nispet yaptılar. Bense hep sevildiğimi sandım. Birkaç sevgi sözcüğüne tav oldum. Buna adeta muhtaçtım. Seçimlerimde dış görünüşe asla değer vermedim. Benim sevgi açlığımı doyuracak bir adam yeterliydi.

             Aslında her şey, babamın annemi ve beni terk edip gitmesiyle başladı. Soğuk bir kış günü peşinden koştuğumu hatırlıyorum. Babam arkasına dönüp bakmadı bile. O günden sonra hep daha fazla sevilmek istedim. Bunun için çok çaba göstermeme gerek de yoktu üstelik. Şansım yaver gidince hem çok beğenildim sevildim, hem de çok param oldu.

              Şimdi bu kadar güzel olmasaydım ya da zengin fakat yüzünü hayal meyal hatırladığım babam yanımda olsaydı diyorum.

              Sonra onunla karşılaştığım günü hatırlıyorum. Kalabalık insan kitlesine konuşurken kullandığı eşsiz kelimeleri ve benim ilk defa karşılaştığım daha önce kimsede görmediğim olağanüstü bakış açısı. Tam da defalarca kandırılmış olmanın beni aptallaştırdığı bir anda, karşılaştığım samimi dokunuşları. Ona nasıl hayır diyebilirdim ki. Bir çeşit hipnoz olmuş gibiyim ve bana ne derse yapabilirdim. Daha yalın anlatımla aşk olmuştum. Mutluluktan uçuyordum.

              Fakat o benim ona olan sevgimi, daha fazla tanınmak ve çevresini genişletmek için kullandı. Sayemde daha fazla okundu, geniş kitlelere ulaşma imkanı buldu. Şimdi, o günlerde çektirdiğimiz fotoğraflara bakıyorum da hemen hepsinde yapay duruyor. Adeta kendince bir senaryo hazırlamış ve oynamış gibi. Öpüşürken etrafı kolladığı fotoğraflar ya da birilerinin baktığına emin olduktan sonraki öpüşleri var.

               Bense sadece ona odaklıydım ve başka kimseyi görmüyordum. Herkes bizi izlerken bile gözlerim onun üzerindeydi. Hala da öyle, seviyorum be!" diye son sözlerini söyledi. Kalemi kağıdı çantama koyarken "Güzel olmak da ne zormuş" diyordum.

             Güzellik de zenginlik gibidir. Seninle olan kişinin sevgisinden asla emin olamazsın. Seni mi seviyor yoksa o güzel vücudunu mu bilemezsin. Hele tanınan biriysen, birinin bundan faydalanma ihtimali de her zaman vardır.  Mesele adam gibi bir adamı yani vicdanlı, merhametli, namuslu birini bulmak. Öylesi her ne olursa olsun kıymet bilir.

              Adam öyle zengindir ki çevresindeki kadınlar, bunun parasını yemek için sıraya girmişlerdir. adam da fırsatı hiç kaçırmaz. Etrafındaki sahte ilginin günlük eğlencenin peşinden koşar. Para bitince kadınlar dağılır ya da para hiç bitmez, biri gider diğeri gelir. Kadınların hiçbirinin, kendisini gerçekten sevdiğinden emin olamaz. Zaten sevmezler de... Onlar parayı sever.

             Yıllar sonra bir ayağı çukura girdiğinde, kalacak mirasın planları yapılır, bir an önce ölsün diye bakılır. Yani zengin ve şımarık bir adam asla gerçekten iyi bir kadına sahip olamaz.

            Zamanında istemez, ileride de sahip olamayacağı tek zenginlik, o kadındır.

21 Ocak 2018 Pazar

SURETLER VE ASILLAR 3.BÖLÜM

 Okumak isteyenler için 1. Bölüm
                                    2. Bölüm         

             Gözlerini kapadı. "Senden başka hiçbir adamın sesini artık duymak istemiyorum. Keşke yanımda olsan ve bana şarkılar söylesen." diye kendi kendine konuştu. Sonra tekrar sessizliğe büründü ve hikayeye devam etti.

             Dükkanın kapanmasına çok az zaman kala gelen müşterilerin doluştuğu sırada, kapıda bir adam belirdi. Yine her zaman olduğu gibi mağazamız kapanmak üzeredir anonsunun ardından, diğer müşteriler kapıdan çıkıp giderken adam emin adımlarla ilerledi. "Tablolara bakacaktım" deyince tabii akan sular durur mağaza gerekirse açılır neyse. Kasaya yakın, duvarları süsleyen goblen yani dokuma tablolara uzun uzun bakıp "Şunu alıyorum" dedi. Cironun ortalamanın altında olduğu bir günde bu mutluluk verici cevap, tüm yorgunluğa değerdi.. O anda öyle sevinmişti ki, tabloyu nasıl paketleyip adama tutuşturduğunu hatırlamıyordu. Adam tabloyu aldı döndü ve "Yarın yine geleceğim" dedi. Kadın, "Çok memnun oluruz efendim, yine bekleriz" diyerek adamı kapıya kadar yolcu etti.

             Ertesi gün yine kapanmaya az kala geldi.  Sonraki ve diğer günlerde de geliyor, artık onun geliş saati bekleniyordu. Akşam saatler 19.10'u gösterdiği sırada kapıya çıktı ve gelişini heyecan içinde beklerken, yine her zamanki gibi 19.15'te kapının önünde olan adam, bu kez biblolara doğru yöneldi. Onları dikkatle inceledikten sonra, kadına "Neden bu eşyalara, bu kadar sevgiyle bakıyorsunuz? diye sordu. "İçimdeki nedensiz sevginin kaynağını bilemiyorum fakat bana canlıymış gibi geliyorlar. Belki de canlıdırlar, sadece biz duyamıyoruz olamaz mı?"  Adam kadına yaklaştı ve kulağına kadar eğilip "İşte seni bu yüzden çok seviyorum" dedi. Kadın şaşkınlık ve utançla bir adım geri kaçtı. Ne diyeceğini bilemedi. Bir mektup uzattı ve sözlerine devam etti adam, hiç tereddüt etmeden. "Gittikten sonra oku. yine geleceğim." Mektubu heyecanla aldı kadın. O gittikten sonra da aceleyle açtı.

               "Ruhumun Aynası" diye başlanmıştı mektuba.

               "Seninle karşılaştığım günden beri o tatlı tebessümün, içtenlikle kurduğun çümlelerin bir gün olsun aklımdan çıkmadı. Buraya, bu dükkâna her gelişimde seni bir tablo gibi izlemek bana nasıl bir mutluluk veriyor bilemezsin. Bazılarını kaybettim sandığım, bazılarını daha önce hiç farketmediğim duygularımı sende görmek beni yaşadığıma inandırdı.

               Dükkândaki tüm eşyalara olan sevgin ve onlara her şefkatle dokunuşun, hayatla ilgili ümitlerimi yeniden yeşertti. Beni sonsuzluğa inandırdın. Seni her gün görmek ve dinlemek istiyorum. Yalnızlığıma arkadaş ol istiyorum. İçimde benim için yaratıldığına dair tuhaf bir his var. Öyle ki sen olmasaydın ben, şuan olduğum kişi olamazdım."

 Not: Salı akşamı, bizzat kendi ellerimle hazırlayacağım yemeğe davetlisin. Beni kırmaz da gelirsen çok mutlu olacağım. Cevabın ne olursa olsun sonsuza kadar kalbimin sahibisin.

               Evin kapısına geldiğiğinde dizlerinin bağı çözülür gibi oldu. Heyecandan oraya yığılıp kalacaktı. Kapının yanındaki merdivene oturdu. Biraz kendine geldikten sonra derin bir nefes alıp kapıyı çaldı.

               Adam kapıyı açtığında, ona çok yakıştığını düşündüğü önlüklü hali, kadını gülümsetmişti. İçeriden nefis yemek kokuları geliyordu. Masa özenle hazırlanmıştı. Kadın elindeki paketi adama uzattı. "Ufak bir hediye" diye ekledi. O akşam öyle güzel geçmişti ki yıllardır karşılaşmamış olduklarına üzüldüler.

              Gramofonda taş plaktan Müzeyyen Senar'dan Fikrimin İnce Gülü şarkısını dinlediler. Sabaha kadar konuştular. Kadının hediye olarak getirdiği, Şarkı söyleyen adam biblosunu, Yazı yazan kadın biblosunun yanına koydular. Yazı yazan kadın biblosuna ait kağıdın üzerinde "Yanında olacak" yazıyordu. Artık her yazılan anlaşılmış, kehanet gerçek olmuştu.

             Ne biblolar ne de kadın ve adam bir daha hiç ayrılmadılar.

              Derler ki bazı insanlar birbirleri için yaratılmışlardır ve mutlaka dünyada karşılaşırlar. Tamamlanmak için birbirlerini bulurlar.

14 Ocak 2018 Pazar

SURETLER ASILLAR - 2. BÖLÜM

Okumak isteyenler için 1. Bölüm


           Gittiği evde kütüphanenin üstündeki rafa konulan yazı yazan kadın biblosu çok mutlu olmuş, bir o kadar da şarkı söyleyen adam biblosundan ayrıldığı için üzülmüştü. Yazılarına her zaman yaptığı gibi devam ederken, başka bir şey yapamayacağını da fark ediyordu. İşte o gün ayrılırken çok ağlamıştı ya onun için daha acıklı hikayeler yazmaya başlamıştı. Hikayeleri yine kimse tarafından okunamıyordu. Sabahları silinme gibi bir huyu vardı hikayelerin. Evdeki çok okuyan adam yeni bir kitapla ilgili çalışmalar yaptığı için, odasından çıkmadan sürekli yeni bölümler ekliyordu romanına. Adam iktisat profesörüydü, ne gerek vardı şimdi roman yazmaya. İktisat üzerine bir kitap yazsa öğrencilerine onu zorla aldırsa, elbet köşeyi dönebilirdi. Öyle yapmıyordu da belki bazılarının dalga geçebileceklerini bile bile roman yazıyordu. Yazı yazan kadın biblosu, onu izlemekten çok hoşlanıyordu.

         -İyi ki de beni alıp buralara getirdiler fakat çok yalnızım.
         -Ah şarkı söyleyen adam neredesin?
         -Şimdi kimin için söylüyorsun şarkılarını?
         -Beni unuttun mu artık?

          Bir daha onu görmesi imkansızdı. Nasıl görebilir, o güzel sesini nasıl duyabilirdi ki. Her gece ağlıyordu. Acaba diyordu aynı maddeden mi yapılmışız? Bir bütünün parçalarıyken bize ayrı bir form mu vermişler? Bu, acayip, ancak oldukça mantıklı çıkarımından sonra tekrar yazmaya başladı

           Biblocu Bilgin adında bir adam, kalp şeklinde bir metal bulur. Bu metalin ne olduğunu ve nereden geldiğini çözemez. Sanki gökyüzünden düşmüş gibidir. Bu kalp şeklindeki maddeyi, uzun süre atölyesinin bir köşesinde saklar. Gelen giden kimselere de asla göstermez. Bir gece rüyasında kalbin ikiye ayrıldığını, iki farklı bibloya dönüştüğünü görür. Bu rüya tam yedi gece tekrarlanır. Yedinci gecenin sabahına uyandığında, kalkıp rüyasında gördüğü bibloları yapmaya başlar. Bu esnada da kimseye göstermez onları. Bu madde sanki büyülüdür. Bir kadın ve bir erkek biblosu çıkar ortaya. Biri şarkıcı biri yazar biblosu olan eşsiz güzellikteki iki bibloyu ayrı şehirlerdeki dükkanlara satar. Şehirlerin arasında yedi saatlik yol vardır. Yedi yıl boyunca ayrı şehirlerdeki biblolar kimse tarafından alınmaz. Yedi yıl kimse fark etmez onları. Yedinci yılın sabahında dükkan sahiplerinden biri ölür ve mirasçılar dükkanı devretmeye karar verirler. Gazeteye ilan verirler. Yedi ay kimse aramaz sormaz. Yedinci ayın sonunda biri telefon açar ve dükkanı almak istediğini söyler. Yok pahasına da olsa devretmeye razı olan mirasçılar pazarlık bile yapmadan telefon eden adama dükkanı satarlar. Adam bir süre uğraştıktan sonra dükkanı kapatır ve bütün hediyelik eşyaları satar. hediyelik eşyaların tümü, işini çok severek yapan biri tarafından alınır. Gelen tüm eşyaları sevgiyle paketinden çıkararak raflara dizen kadın, yazı yazan kadın biblosunu şarkı söyleyen adam biblosunun yanına bir yere götürür. Daha sonra alt rafa alır yazı yazan kadın biblosunu.  Hikaye de işte tam olarak orada başlar. Sonrası bildiğiniz gibi ayrılık. Acaba kavuşabilecekler mi? Sabah kalktığında hikaye tekrar silinecek mi? Tüm hikayeler silinse bile duygular asla yok olmazlar. Tıpkı gerçeklerin üstü kapatılsa bile yok edilmeyeceği gibi.


Okumak isteyenler için 3. Bölüm